Bugun...


Dr. Dinçer Bayer

facebook-paylas
NATO’nun Doğu Akdeniz’e Müdahalesi
Tarih: 06-09-2020 21:33:00 Güncelleme: 06-09-2020 21:35:00


 

Türkiye ve Yunanistan kamuoyunda, NATO’nun iki ülke arasındaki sorunlarda tarafsız olmadığı yönünde yaygın bir inanış mevcuttur. Her biri, NATO’nun bir diğerinin yanında yer aldığı kanısındadır. Yunanlar, Türkiye’nin daha büyük nüfusu ve silahlı kuvvetleri nedeniyle ve özellikle Ortadoğu’daki istikrarsız bölgeye yakınlığı ve Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üçgeninin merkezindeki coğrafi konumundan dolayı, stratejik öneminin daha fazla olduğuna ve bu nedenlerle NATO’da daha fazla ağırlığı olduğuna inanmaktadırlar. Buna karşılık, Türkler ise; bu ağırlığın stratejik gereksinimler ile sınırlandırılmış olduğunu ve NATO’nun, siyasal ve askeri nitelikli karar alma süreçlerinde tarihi, kültürel ve dini gerekçelerle Yunanistan’ın yanında yer aldığını düşünmektedirler.

 

Günümüzde, özellikle Doğu Akdeniz’deki çekişmelerden kaynaklanan tırmanmadan dolayı, NATO; Türkiye ile Yunanistan arasında öncelikle teknik görüşmeler ve daha sonra da daha kapsamlı siyasal diyalog mekanizması oluşturarak iki müttefiki arasındaki gergin durumu normalleştirmek istemektedir.

 

Bu kapsamda, NATO’nun Türkiye ile Yunanistan ilişkilerine yaklaşımı tarihi bir perspektifte analiz edilerek, bugüne ilişkin değerlendirmeler yapılacaktır.

 

Tarihi Arka Plan:

 

Türkiye ve Yunanistan 1949 yılında kurulmuş olan NATO’ya 1952 yılında birlikte alınmışlardır. Her iki ülke de özellikle 1954 yılından itibaren aralarında Kıbrıs ile ilgili farklılıklar ortaya çıktıktan sonra, NATO içerisinde çoğunlukla sancılı bir müttefiklik ilişkisi sürdürmüşlerdir.

 

NATO’nun kuruluş amacına da uygun olarak Soğuk Savaş döneminde NATO’nun bir numaralı güvenlik kaygısı Sovyetler Birliği iken, 1950’li yılların ortasından itibaren, Yunanistan kendisi için öncelikli tehdidin Türkiye’den geldiğini öne sürmüş ve 1981 yılında NATO’dan Türkiye’ye karşı güvence istemiştir. Buna mukabil, Türkiye de resmi olarak beyan etmese bile, 1974’ten itibaren Yunanistan’ı birinci öncelikli tehdit olarak görmüş, ancak hiçbir zaman Yunanistan tehdidine karşı NATO’dan bir güvence istememiştir. Her iki ülke de kendi silahlı kuvvetlerini NATO’nun öngördüğü amaçlardan ziyade birbirlerine yönelik olarak teşkilatlandırmıştır.

 

Yunanistan, iki ülke arasında Kıbrıs’tan kaynaklanmış olan sorunlarda; NATO’nun, Türkiye’nin yanında yer aldığını ileri sürmüştür. Yunanistan, NATO’nun 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini engellemediğinden yakınarak, NATO’nun askeri yapısından ayrılmıştır. NATO, Yunanistan’ın NATO’nun askeri yapısına geri dönmesini 1980 yılında sağlamıştır. Yunanistan, NATO’ya geri döndükten sonra, Türkiye ile olan sorunlarda uzlaşmaz bir tavır sergilemiş, bu sorunları NATO üzerinden kendi lehine çevirmek istemiş ve kendisi için asıl tehdidin Türkiye’den kaynaklandığını ileri sürerek, NATO’dan Türkiye’ye karşı garantiler talep etmiştir.

 

Yunanistan, 1960’lı yıllardan başlayarak Ege ve Doğu Akdeniz’deki silahsızlandırılmış statüdeki adaları silahlandırarak NATO’ya kabul ettirme stratejisi belirlemiştir. Soğuk Savaş döneminde, NATO Konsepti’ ne göre hazırlanmış olan NATO’nun genel savunma planı (GESAP) Yunanistan tarafından sürekli istismar edilmiştir. GESAP nedeniyle; Yunanistan, 1970’li yıllara kadar Türkiye’nin itirazı olmaksızın NATO fonları ile Doğu Ege adalarına savunma tesisi yapma olanağını kullanmıştır. Örneğin, silahsızlandırılmış statüdeki adalardan biri olan Leros Adası’ndaki NATO hücumbot tesisi Türkiye’nin oluru ile yapılmıştır.

 

27 Şubat 1987 tarihinde Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Kapsis, Ege’de petrol araması yapabileceklerini söylemiştir. Yunanistan Taşoz civarında arama yapacağını açıklayınca, Türkiye de Sismik-1’i petrol araştırmaları için bölgeye göndermiştir. Bunun üzerine NATO ve ABD devreye girmiş, yapılan baskılar sonucu, Türkiye Sismik-1’e tartışmalı sulardan açık olması talimatını vermiş, Yunanlılar da planlanan sondaj faaliyetlerinden vazgeçmiş ve durum NATO’nun öncülüğünde normale dönmüştür. 1987 krizinin yatıştırılmasında, 1976 Bern Mutabakatı önemli bir araç olarak öne çıkmıştır. NATO Genel Sekreteri’nin iyi niyetli girişimleri ile Atina ve İstanbul’da yapılan siyasi görüşmeler kapsamında iki ülke 1996 Kardak Krizine kadar müzakereleri devam ettirmiştir.

 

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesi ile hem eski Varşova Paktı üyesi ülkeler, hem de Türkiye ve Yunanistan dışındaki diğer NATO ülkeleri silahlanma harcamalarında önemli bir azaltmaya giderek, ekonomik kalkınmaya daha fazla kaynak ayırmaya başlamışlardır. Buna mukabil, Türkiye ve Yunanistan’ın tehdit öncelikleri değişmediğinden, Soğuk Savaş’ın bitmesi her iki ülke için de silahlı kuvvetlerinin azaltılması yönünden fazla bir anlam taşımamıştır. Yunanistan ve Türkiye, bir dönem kıyasıya bir silahlanma yarışı içerisinde bulunarak, ekonomik gelişmelerini yavaşlatmışlardır.

 

1996 yılında, Ege’de Kardak dolayısıyla Türkiye ve Yunanistan yine savaşın eşiğine geldiğinde, NATO, Kuzey Atlantik Konseyi’nde bir forum düzenlemiş ve NATO Genel Sekreteri Javeier Solona taraflara arabuluculuk teklif etmiştir. Türkiye olumlu yaklaşmış, Atina ise müzakereden kaçınarak NATO Genel Sekreteri’nin arabuluculuğunu reddetmiştir.

 

1996 yılındaki Kardak bunalımının ardından NATO Genel Sekreteri’nin teşviki ile uygulamaya geçirilen 8 Temmuz 1997 tarihli Madrid Deklarasyonu ile taraflar, aşağıdaki konularda mutabakata varmışlardır.

 

  • Barış, güvenlik ve iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi konusunda karşılıklı taahhüt,

 

  • Birbirlerinin egemenlik haklarına saygı,

 

  • Uluslararası hukuk ilkelerine ve uluslararası anlaşmalara saygı,

 

  • Birbirlerinin güvenlikleri ve ulusal egemenlikleri açısından büyük bir öneme sahip bulunan Ege’deki yaşamsal çıkarlar ve kaygılarına karşılıklı saygı,

 

  • Yanlış anlamalardan kaynaklanan uyuşmazlıklardan kaçınılması ve karşılıklı saygı temelinde tek taraflı eylemlerden kaçınılması,

 

  • Anlaşmazlıkların ortak rızaya dayanarak ve kuvvet kullanımı veya tehdidi olmaksızın barışçıl yollardan çözümlenmesi.

 

 

1999 yılından sonra iki ülke arasında uygulanan güven ve güvenlik arttırıcı tedbirlerin de yardımı ile bugünlere gelindiğinde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki başta Kıbrıs ve Ege sorunları olmak üzere hiçbir sorunun çözümünde bir ilerleme sağlanamamış olduğu ve Doğu Akdeniz’de mevcut sorunların daha da artmış olduğu görülmüştür.

 

Günümüze kadar Ege’de iki tarafın deniz ve hava unsurlarının karıştığı münferit hava ve deniz ihlalleri yaşanmış, Türkiye kamuoyunda Yunanistan’ın silahsızlandırılmış statüdeki belirli adalara askeri birlik konuşlandırdığı ve Yunanistan’a devredilmemiş Türkiye’ye ait adalardan bir kısmını (18 Ada) işgal ettiği iddiaları tartışılmıştır.

 

Kıbrıs’taki sorun devam etmesine ve Türkiye üzerinde AB ilişkileri kapsamında baskı uygulanmasına rağmen, mevcut durum hem Türkiye ve Yunanistan ve hem de NATO tarafından fiili olarak kabullenilmiştir. Bütün bunlara rağmen, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege, Kıbrıs ve günümüzde Doğu Akdeniz kaynaklı olarak ortaya çıkan sorunlar iki ülke arasındaki ilişkiler için potansiyel bir tehlike olarak yerinde dururken, her iki ülke de Doğu Akdeniz’in ve Ege’nin deniz alanlarındaki ve deniz dibindeki ekonomik değeri olan doğal kaynakların işletilmesine ihtiyaç duymaktadırlar. Her iki ülke de ekonomik olarak bu kaynaklardan faydalanmaya ihtiyaç duymaktadır. Böylesi bir ihtiyaç dikkate alındığında, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın mevcut duruma ilişkin farklılıklarından kaynaklanan gerilimli ilişkilerinin, her iki tarafın da menfaatine olmadığı değerlendirilmektedir.

 

NATO, NATO içi çatışmaları yatıştırmaya yönelik bir mekanizmaya sahip olmadığından, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümünde yetersiz kalmış; bu sorunlar, her iki ülkenin de kalkınmasını olumsuz olarak etkilemenin yanı sıra, NATO dayanışması ve uyumuna da zarar vermiştir. Ancak, NATO’nun; varlığı ile ve her iki ülkeye de sağladığı danışma forumları ve diyalog olanakları ile bu sorunların kötüleşmesini ve iki ülke arasında çıkması muhtemel çatışma ve savaş risklerini önlemiş olabileceği değerlendirilmektedir.

 

Değerlendirme:

 

Türkiye, Yunanistan ve NATO üçgeninde, her iki ülkede NATO’nun kendi yanında yer alması beklentisi içerisinde olmuştur. NATO iki ülke arasındaki sorunlarda kimi zaman tarafsız kalmaya özen göstermiş, kimi zaman da NATO’nun menfaatine bir tutum içerisinde, diğer bir ülkeye nazaran bir diğerinin menfaatine daha uygun kararlar almak durumunda kalmıştır. NATO’nun bir kısım uygulamaları zaman zaman iki ülkeyi de aynı oranda tatmin etmemiştir. Bundan dolayı NATO, hem kendi içerisindeki çatışmaları önleme mekanizmalarının eksikliğinden dolayı, hem de NATO’nun kendi menfaatlerini elde etme kaygılarının öncelikli olmasından dolayı, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların çözümünü kolaylaştırıcı bir platform olamamıştır.

 

NATO, iki ülke arasında çıkan sorunlarda; genel olarak sınırlandırıcı bir role sahip olmuş ve Türkiye ile Yunanistan arasında bilgi akışı ve danışma sağlayan bir mekanizma işlevi görmüştür. NATO, genelde tarafsız kalmış ve hep kendi menfaatlerini gözetmiştir.

 

NATO, reel politik davranmış ve genellikle NATO menfaatlerinden yana tavır ve tutum içerisinde bulunmuş, Türkiye-NATO ilişkilerini, Türkiye’nin NATO içerisinde kendi menfaatlerini takip etme kapasitesi belirlemiştir.

 

Her iki ülke de anlaşmak zorundadırlar. Ekonomileri zor durumdadır. Kavga etmek her iki ülke için de uygun çözümler sunmayacaktır. Bu anlayış içerisinde hem NATO’nun hem de Avrupa Birliği’nin ve üçüncü devletlerin müdahalesinden uzak bir müzakere süreci her iki devletin de ulusal menfaatine olacaktır.

 

Bundan dolayı hem Yunanistan hem de Türkiye için NATO’nun yanı sıra AB’nin ya da Fransa, ABD, Rusya gibi bölge dışı ülkelerin müdahalesinden medet ummayan, şahsi hırslarını örseleyebilen, sadece ve sadece ulusal menfaati önceleyen barışçı ve müzakereci siyasetçilerin yönetimde olmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

 

Türkiye’nin Yunanistan ile tırmanan sorunları ancak diyalog ve görüşmeler yoluyla siyaseten müzakere etmesi gerektiği anlayışı ile NATO tarafından yapılacak arabuluculuk ve koordine etme girişimlerini teşvik etmesi, Avrupa Birliği ya da Avrupa Birliği ülkelerinin müdahale girişimlerini önlemesi gerektiği değerlendirilmektedir.



Bu yazı 4558 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI