Bu yazı dizisinde 5 yıldan fazla yöneticiliğini yaptığım Sosyal İnsan Yayınları’nın öyküsünü anlatmaya çalıştım. Bu yazıyla birlikte 28 hafta yani 6,5 aydır aksatmadan düzenli olarak yazdığım dizinin sonuna gelmiş oluyorum. Neredeyse 150-160 sayfalık bir kitap oldu. Üstelik yayın hayatını ilgilendirmeyen konulara hiç girmediğim halde. Bana yapılan saldırıları, küfür ve hakaretleri ciddiye alıp, yapan ve yaptıranların kişisel durumlarına girsem hacim çok daha kabarırdı ama amacım o değildi.
Amacım, 3 yılı “hazırlık süreci”, 5 yılı da yayıncılık dönemi olarak geçirdiğimiz bu 8 yılın, Kıvılcımlı yayıncılığı açısından bir dökümünü ve değerlendirmesini yapmaktı. Bunun için, bu dizide;
1- “Hazırlık dönemi” denilen 3 yıllık dönemde 15 dairenin restorasyonunda çektiğim sıkıntıları paylaştım. Bu kadar uzun sürecek bir inşaat dönemine razı olup dayanmam benim önemli bir tavizimdir. Hem evladımın velayetini aldığımda barındıracak bir yere olan ihtiyacım, hem de yayınlar için finansman sağlanacağı taahhüdü bu tavizi vermeme yol açmıştı.
2- Nasıl bir yayıncılık anlayışıyla yayın yaptığımızı, yalnız bırakılmam bir yana, “kurumsallaşma” diyerek çapsız ve niyetsiz kimi insanların yönetime eklenerek yükümün artırılmasını yazdım. Yayınlar hazırlanırken, daha önce yapılmış baskıların gözden geçirilmesi bir yana kitabın konusuyla ilgili ek metinler bulunarak kitaba eklenmiş, belge yönünden zenginleştirilmişlerdi. Bunları bu yazı dizisinin içinde yeri geldiğinde ayrıntıyla yazmış oldum.
3- Bütün olumsuz şartlara rağmen 5 yılda hem yayın kalitesi hem de yayınevi prestijinin nerelere taşındığını sergiledim. 5 yılda 55 adet Kıvılcımlı eseri (2 kitap da tarafımdan hazırlandı, benden sonra basıldı), 8 adet broşür, 6 adet de Kıvılcımlı’nın olmayan kitabın hazırlanması, basılıp dağıtılması sağlandı benim dönemimde. 2008-2011 arası bütün kitap fuarlarına katılındı, çoğunda yayınevi panelleri yapıldı. Ayrıca başka yayınevi ve grupların panellerine de yayınevi adına katılındı. Dolayısıyla Sosyal İnsan Yayınları tanınan, bilinen, saygı duyulan bir kurum olmuştu.
4- Son olarak da H. Atahan’ın hem ayrılıktan hemen sonra, hem de 2,5 yıl sonra yazıp çevremize yolladığı maillerindeki iddia ve ithamları cevaplamalıydım. Ayrılığın üzerinden 11 yıl geçtikten sonra ancak yapabildim bunu. Bunda devrimci kamuoyunun o iddia ve ithamları çok ciddiye almamasının etkisi oldu elbette. Ayrıca hem yayın, hem de geçim işlerim vardı. H. Atahan’ın “sorumlum” diye ortaya saldığı bir müptezelin neredeyse 10 yıldır sürekli bana küfür ve hakaretlerle saldırmasını anlamlandırmak mümkün değil. H. Atahan maşa kullanıyordur dedim çünkü küfürbazla ortak bir yayın geçmişimiz olmamıştı. Bir çıkar çatışmamız olamazdı. Benim yayınevinden ayrılmamdan 2 yıl sonra “sorumlu” yapılmıştı. İnsan olarak bu rezillikten olumsuz etkilenmemem mümkün değildi. Ancak ben küfürler yerine H. Atahan’ın maillerini cevapladım. Muhatabım sadece oydu çünkü.
5- Orada geçen toplam 8 yılda çok yoğun bir emek sarf edilmişti. Bütün zamanım, bütün enerjim, bütün birikimim ve bedensel sağlığımı vermiştim o yıllarda. Bizler başkalarının emeğinin hakkı için hayatını bile ortaya koyan insanlarız ama kendi haklarımız konusunda o kadar duyarlı olmayı eksiklik sayarız. Ortaya konan emek başkasının olsaydı ben daha cansiperane savunurdum onu. Bu yazı dizisiyle bu eksiğimi kısmen azaltmış oluyorum. Kendi emeğimi ve haklarımı savunmayı da denemiş oldum biraz. Bu konuda bir tekrar cümlesi kullanayım: H. Atahan’a, onun adına bana küfür ve hakaret edenlere ve “ya Haşmet’in de şu kadar parası… “ diyenlere tekrar soruyorum; hani “emek en yüce değerdi.”
Sosyal İnsan Yayınları’nın 2006-2011 arası dönemi (sonrasında bir yayınevi çalışması değil, eldeki stokların eritildiği bir pazarlama dönemidir bence) daha ciddi bir değerlendirmeyle değerlendirilip eleştirilebilirdi. “Beni şu kadar zarara soktu, sürdürülebilir olmaktan çıktı” derken, aynı zamanda, “şu şu işler de yapıldı. Eksiklerimiz şunlardı ama şu başarılı işleri de yapabildik” denebilirdi, denmeliydi. Nitekim ayrılırken yönetime verdiğim “5 Yılın Raporu” başlıklı metnimde bu konuya dikkat çekmiş ve şunları demişim:
“Kanaatimce Sosyal İnsan Yayınları, içinde bulunduğu şartlarda olağan dışı işler başarmıştır. Siyasi olmasa da önemli bir yayın ve danışma odağı olmuş, siyaseten her yerde hatırı sayılmıştır. Bu prestijin sağlanmasında, neredeyse kitapların tamamını tek başına yapacak şekilde, hazırlanmasında katkıda bulunmuş biri olarak, tüm eksik ve aksaklıklarıma rağmen “gurur duyulacak bir proje arkadaşı” olarak görülüp, eksikliklerimin ve aksaklıklarımın, niyetim de göz önüne alınarak, hoşgörü içinde yapıcı ve beni de ilerletici biçimde eleştirilmesini beklerdim. 61 kitap, 8 broşürün içeriklerinin hazırlanması konusunda pek az eleştiri ve uyarı aldım. Ayrıca anma toplantıları ve çok sayıda paneller yaptık. Ev sahibi veya misafir konuşmacı olarak çok konuşmalar yaptım. Bunların kayıtları, yayınevinin arşivinde mevcut. Onlar için de elle tutulur eleştiri, uyarı da, herhangi bir övgü de almadım.
“…Ancak bu kadar zamanki bir yayın faaliyetinin, yayın ve siyaset açısından da gözden geçirilmesi iyi olurdu. O fırsatı kaçırdığımız için üzgünüm. Belki ek olarak öyle bir muhasebe, bizi mali konulardaki muhasebeleşmeye ek olarak daha ilerletici olurdu.” (Rapor’dan)
Ayrılık sonrasında da yayınevi çevresinden (H. Atahan ve “sorumlu”sundan oluşuyor) kitapların yayına hazırlanmasıyla ve içerik düzenlemesiyle ilgili herhangi bir eleştiri almadım. Sık sık gevelenen “çok tashih yanlışı var” ise aradan 11 yıl geçtiği için anlamsız kaldı. Neredeyse 11 yılda yeni yayın yapamamanın gerekçesi yapılmaya başlandı. Tashih yanlışı önemsiz değildir ama eğer içeriği etkileyecek bir yanlış değilse, sonraki baskıda düzeltilip geçilir, lafı edilmez. Eğer içeriği etkileyecek kadar önemliyse, bu konuda okurlara açıklama yayınlamak gerekir. Yayınların hazırlanışı ve içeriğiyle ilgili bir şey söyleyemeyip, tashih yanlışlarını gevelemeyi H. Atahan’ın içeriğe ve hazırlık çalışmalarına ilgisizliği (benim zamanımda da öyleydi), “sorumlusunun” da çapsızlığıyla açıklamak mümkün olur ancak. Günlük Anılar eserine Nazım Hikmet’in askerlikten çıkarılması ile ilgili kaynak bulup yazdığım dipnotun çıkarıldığından belki haberi bile yoktur H. Atahan’ın. Yine de yayınların içeriğindeki değişikliklerin sorumlusu benim nezdimde kendisidir. Sonraki baskılara hiç bakma gereği duymadım ama benim ta USTE’den temin edip kitaplara eklediğim belgelerin akıbetinden de endişeliyim şimdi.
Yayıncılık değil belki ama bizim yapmaya çalıştığımız külliyat yayıncılığı özellikle fedakârlık ve adanmışlık istiyor. Öncelikle yapılan iş siyasi bir çalışmadır ve yayını yapanlar düzgün, şaibesiz siyasiler olmak zorundadırlar. Sonra eserlerini yayınladığınız kişi insanlığın kurtuluşu yolunda usta saydığınız bir kişilik ise daha titiz, daha dikkatli ve daha adanmış olmak gerekiyor. Benim ayrılmamdan bu yana geçen 11 yılda yeni hiçbir Kıvılcımlı eserinin basılamamış olması, o yayınevinde saydığım kriterlerin bitmesi anlamına gelir. İstenildiği kadar “yayınevi bitmedi, dimdik ayaktayız” densin sonuçta olan budur. Eskiden beri yayınlanmış olan 60’ı aşkın kitabın yarısının yeniden basılamamış olması da cabası. Eldeki kitapların bitirilmesine yönelik bir amaç kalıyor geriye.
Yaşamımın son 20 yılı aralıksız biçimde ustam Kıvılcımlı’nın eserlerini okumak, yayınlanmamış eserlerini bulmak, yeni yazıya çevirtip yayına hazırlamak ve her mecrada onları tanıtmakla geçti. Sosyal İnsan Yayınları’ndan ayrıldıktan sonra da bu çabalarım aksamadan sürdü. İlk aşamada arkadaşlarımla oluşturduğum Kıvılcımlı Okumaları Grubu ile birçok eserini topluca okuduk. O dönemde gerekli olan eserleri renkli fotokopi ile çoğaltarak okuyorduk. Daha sonra grubumuzun girişimiyle Kıvılcımlı Enstitüsü Derneği kuruldu. Enstitü’nün kurucular kurulu, Kıvılcımlı yayıncılığı ve tanıtım çalışmalarımızda ulaştığımızın göstergesidir adeta. 41 kişilik kurucuların içinde 4 sosyalist parti başkanı, Kıvılcımlı ekolünden gelmeyen tanınmış sosyalistler, yayıncılar, aydınlar, gazeteciler, sendikacılar vardı. Bu insanlar Kıvılcımlı’nın eserleri ve görüşlerinin tanıtılmasında gönüllü hizmetler yaptılar. 2012 yılında sosyalist kadın, büyüğümüz Fatma Nudiye Yalçı’yı andık ve benim imzamla Fatma Nudiye Yalçı; Hayatı ve Eserleri derlenip, benim imzamla yayınlandı. 2014 yılında ustamızın 68 adet kitap ve broşürünün tanıtımını içeren Kıvılcımlı Külliyatı (Ayrıntılı Bibliyografya) kitabını hazırlayıp yayınladım. 2015 yılında Dipnot Yayınları için 500 sayfalık Hikmet Kıvılcımlı Kitabı’nı hazırlayıp yayınlattım. 2016 Ekim ayında Kıvılcımlı’nın Hapishanenin İç Yüzü (Cezaevi Etüdü) incelemesini eski yazıdan çevirtip kitap olarak yayınladık. Geçim için özel bir iş yerinde çalıştığım sırada 2018 yılında Günlük Anılar kitabında ustanın yazdıklarının arka planı olabilecek yazılardan oluşan OA Dosyası (Hikmet Kıvılcımlı’nın Kaçış Öyküsü)’nı ve Kıvılcımlı’nın Tarihsel Maddecilik eserini yayınladık. Nihayet 50. Ölüm yıldönümünde en önemli eserlerinden Hegel kitabını da yine eski yazıdan çevirtip bastık. Yine bu yıllarda sayısız panele katıldım, outube videoları ve TV programlarıyla tanıtım görevimi sürdürdüm. 2016’dan bu yana yayınlanmış olan Kıvılcımlı konulu 8 adet (2016 öncesinde sadece 1 tane tez vardı) yüksek lisans ve doktora tezinin 7’sine katkıda bulunmuşum. Girişlerinde teşekkür var bana. Yani imkansızlıklara, sağlık sorunlarına rağmen Kıvılcımlı öğrencisi olmanın bana yüklediği görevleri yapmaya çalışmışım. Bir arkadaşımın deyimiyle “Kıvılcımlı Emektarı” olmuşum. Yayınevinde de aynı görev bilinciyle 5 yıl geçirmiştim. Ayrılırken şunları yazmıştım dostlarıma ‘Veda Mektubu’mda;
“Bu 5 yıllık süre içinde Sosyal İnsan Yayınları, tümü Kıvılcımlı kitapları olmak üzere 55 kitap, 8 de broşür yayınladı. Ayrıca 6 adet de Kıvılcımlı’nın olmayan kitap yayınlandı. On binlerce sayfalık hazine yani. Bu hazinenin ortaya çıkarılıp okura ulaştırılmasında neredeyse tek başına gece gündüz çalışan biri olarak, sonu ne kadar hüzünlü olsa da çok mutlu bir 5 yıl geçirdim. Çok yoksul, çok yoksun, çok yorucu ve yıpratıcı ama çok da mutlu. Bu 5 yıla daha önceki 3 yıl hazırlanma dönemini de katarsak, toplam 8 yıl. Yani tüm yaşamımın 1/7 sini bu göreve adamışım. Ben görevini yapmaya çalışmış birinin huzurunu taşıyorum.
“Çoğunuzla hep dayanıştık, hep yanımdaydınız. Bundan sonra da açık alınla karşınızda ve yanınızda olacağım.” (Sıfırdan Başlamanın Tadı başlıklı veda mektubumdan)
Geldik son satırlara. Yukarda da yazdığım gibi bu yazı dizisi 150-160 sayfalık bir kitap oldu nerdeyse. Kağıt, karton alıp kitap halinde bastıracak gücüm yok. Çok özel bir konu olduğu için herhangi bir dost yayınevine de teklif etmeyi düşünmüyorum. Yeniden okuyup, hafızamın ve notlarımın yardımıyla bazı eklemeler veya çıkarmalar yaptıktan sonra kitap halinde düzenleyip, PDF formatında sosyal medya mecrasında paylaşmak en uygunu olacak. İsteyen arkadaşlara mail yoluyla yollama şansım da olur o zaman.
Bu metinde ister istemez bazı insanların isimleri geçti. Bazı tanıklık gerektiren durumlarda, bugün yaşamayan insanların adını anmadım. Oysa Suat Şükrü Kundakçı ağabeyin ve Hüseyin Budak kardeşimizin önemli tanıklıkları vardı. Daha az olsa bile Sadık Göksu ve Emin Karaca ağabeylerin de öyle. Yaşayan arkadaşlardan da konuyla direk ilgili olanların adını geçirdim. Tekrar edeyim bütün bu süreçte asıl muhatabım Haşmet Atahan’dır. Hemen her durum onunla yaşanmıştır. Cevapları olursa tartışmaya hazırım. Yanıldığım noktalar varsa düzeltir, yanlışım varsa özür dilemesini bilirim. Devrimci arkadaşların önünde yüz yüze gelip bunları tartışmak isterse ona da varım. Yayınevi ile ilgili bütün hesaplar, raporlar, muhasebe kayıtları onda. Buyursun düzeltsin. Konuyla ilgili olmayan yani 2003-2011 arasında yayınevinde olmayan, kenardan köşeden yardımcı olan kişiler zahmet edip sahibinin sesi pozlarında saldırmasınlar, kaale almayacağım. Kitapların benim dönemlerimdeki baskıları ortada. Fuar panel kayıtları ellerinde olmalı. Yayınlar ve konuşmalarıma ilişkin şimdiye kadar bir eleştiri almadım. Dışardan aldığım destek ve övgüler yetti de arttı zaten. Bu kitabı da tüm bu yıllarda ve çabalarımda hep yanımda olan, benimle maddi manevi danışma içinde olan dostlarıma adıyorum.
İzmir- 30.01.2023