1999 Helsinki Kararı’yla birlikte Türkiye’ye verilen adaylık statüsü üzerinden yürüyen ikili ilişkiler, 2016 yılındaki Türkiye-AB Göç Mutabakatıyla yeni bir boyut kazandı. Bu kararla, Türkiye-AB ilişkileri, 1999 sonrası belirleyici olan koşulluluk esasından transaksiyonel bir çerçeveye savruldu. Bu değişim, aslında özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Avrupa siyasetinde hâkim olan ve normları ve değerleri çok da dikkate almayan reelpolitik perspektifinin de bir yansımasını gösteriyordu. Aslında, ikili ilişkilerin normatif bir çerçevedense daha pragmatik ve stratejik bir içerik kazanması ve tarafların uzun vadeli ve değerlere dayanan bir ilişki sürdürmekten ziyade kısa vadeli stratejiler ve çıkarlar üzerinden ilişkilenmesi, son yıllarda küresel siyasette birçok örneğini gördüğümüz “transaksiyonel dönüşüm” ün bir diğer örneğiydi.
Türkiye’nin 2010’lu yılların başından beri deneyimlediği “Avrupa-dışılaşma” (“de-Europeanisation”) süreci ve AB’nin hali hazırda içinde bulunduğu çok katmanlı kriz de ikili ilişkilerdeki bu dönüşümün önemli birer belirleyicisi oldu. İlk kez 6 Ocak 2022 tarihinde 44 Avrupalı devlet ve hükümet başkanının katılımıyla toplanan Avrupa Siyasi Topluluğu (EPC) da yukarıda bahsedilen transaksiyonel dönüşümün bir diğer örneği olarak karşımıza çıktı. Bu bağlamda, bu çalışma, hem Türkiye-AB ilişkilerinde hem EPC’nin kurulmasında kendini gösteren “transaksiyonel dönüşüm”ün Türkiye’deki diplomatlar ve dış siyaset uzmanları tarafından nasıl algılandığını kavramayı amaçlıyor. Çalışma, yarı-yapılandırılmış mülakatlar yoluyla, dış politika, göç ve enerji alanlarında ikili ilişkilerin kazandığı transaksiyonel içeriğin mevcut küresel belirsizlikler ve zorluklar çerçevesinde ikili ilişkileri ve Avrupa’nın geleceğini nasıl şekillendireceğini analiz ediyor.
Kaynak:
https://www.euromesco.net/wp-
Kaynak:
https://www.euromesco.net/