Bugun...


Mehmet Özkan

facebook-paylas
Çok Çocuklu Günler
Tarih: 28-06-2021 10:05:00 Güncelleme: 28-06-2021 10:05:00


Doğduğum mezra Karatahta'yı facebook’ta meşhur ettim. Şu anda bir tane bile ev yok. Geçmişinde çok canlı, yaklaşık on hanesi olan bir dağ köyü veya mezrasıymış. Bizim kasaba kökenli sanatçımız Sibel Bilgiç'in babası ve amcası da bana Karatahta anılarını anlatmışlardı. Geçmiş de orada çok kişi yaşamış.

 

Bir gün küçük beldemize, bir araba, yolcu getirmişti. Şoför aşağıda çeşmenin başında bekliyordu. Bütün çocuklar etrafına toplanmıştı. Şoför bir evlere baktı, bir çocuklara baktı, hayretler içinde kaldı. Altı yedi kadar ev, en az elli çocuk arabanın çevresindeydi.

 

"Bu çocukların hepsi buranın mı" diye sormuştu.

 

Çocuk aşılarının yaygın kullanıldığı yetmişli yıllar. Nüfus patlamasının başladığı dönem.

 

Lise birinci sınıftaydım. Bilimle tanışmış, kendimce sorgulamalar yapıyordum. Kafamın içinde zararlı böcekler dolaşmaya başlamıştı.

 

Karatahta’da,  "bu kadar çocuğu, aileler nasıl besleyecek, okutacak, meslek sahibi edecek gibi düşüncelerimi" yaşıtım birilerine anlatıyordum.

 

Yanımızdan geçmekte olan, Gülistan adında yaşlı kadın, sözlerimi duymuştu. Yanımıza geldi ve iki eliyle benim boğazımı sıktı. "Sen bu fikirleri kimden duydun? Allah hepsinin rızkını verir. Bir daha böyle şeyleri anlattığını duymayayım” dedi.

 

Boğazımın sıkılması hayatımda gördüğüm ilk uyarıydı. Ama ben durmadım. Kafamdaki böcekleri takip etmeyi hep sürdürdüm.

 

Kadının dediği gibi, o çocukların hepsinin rızkını Allah verdi. Ama nerede ve nasıl? Hepsi orayı terk etti. Dünyanın ve ülkenin her tarafına dağıldılar.

 

O çocuklardan bir tanesinin Allah tarafından verilen rızk serüvenin anlatayım.

 

Çocukluk arkadaşım Bekir'in hayatı ve rızkını bulma mücadelesini.

 

Birinci rızkı: Bekir kekeme idi. Yoksulluk, parasızlık ve bilgisizlik vardı. İyi bir tedavi görmedi. Hacı ve hocaların dua ve üfürükleri de Bekir'i tedavi edemedi. Liseyi yarıda bıraktı. Çalışmak zorundaydı. Çok değişik işlerde çalışıyordu. Mezrayı terk edip büyük şehirlere gitti. Kekemelik halen var.

 

İkinci rızkı: Önce, İzmir'de benim çalıştığım firmada tünel kalıp ekibinde çalışmaya başladı. Bir gün tahta iskele üzerine devrildi. Tepecik hastanesinde ameliyat oldu. Öldürmeyen Allah öldürmüyor.

 

Üçüncü rızkı: Ailesi Bekir'i evlendirmek istiyordu. Kendi köyü ve yakın köylerden kız bulamadılar. Babası uzak köylerden birinde akraba kızı buldu. Babası, kızın ailesinden kızı istemiş, onlarda “Tamam gelin isteyin“ demişler. Bekir “Baba ben kızı görmedim” demiş. Babası “Senin görmene gerek yok, ben gördüm, görüp de ne yapacaksın, görmene gerek yok “demiş.

 

Bekir bu kız ile evlendi. Bekir'in eşi ağır depresyondaymış fark etmemişler. Salzburg'da hastanenin dördüncü katından, depresyonun verdiği bunalımdan dolayı kendini aşağı attı. Belden aşağısı hareket etmiyor ve tekerlekli sandalye ile yaşıyor.

 

Gelelim dördüncü rızkına: Abisi Salzburg'da işçiydi. Bekir de turist olarak gitmeye çalışıyordu. Farklı ülkelerin sınır kapılarında beş defa yakalanıp Türkiye'ye geri gönderildi. Bir seferinde abisi özel arabasının şoför koltuğunu sökmüş, Bekir'i koltuğun yerine kendi altına kıvrılmış bir şekilde yatırıp üstüne oturmuş ve bu şekilde arabasını sürmüş. Bir Balkan ülkesinde polis kontrolde durumu fark edip durdurmuş.

 

Polis “Bu ne yahu! Sen ne zamandan beri bu adamın üstünde oturuyorsun. Siz nasıl insanlarsınız” demiş. Allah Bekir'in rızkını vermeye devam ediyordu. Yine sınır dışı olmuştu.

 

İlginç beşinci rızkını anlatayım. Bekir en sonunda bir şekilde Salzburg'a ulaştı. Abisi Salzburg belediye başkanının dağ evinde çalışıyordu. Kendi işini Bekir'e verdi. Bekir de artık yurtdışında iş sahibi ve işçi olmuştu. Başkanın dağ evinde çalışıyordu.

 

Başkanın av merakı vardı. Başkan dağ evinin olduğu bölgedeki Alp dağlarında geyik avına çıkmayı çok seviyordu.

 

Ben Salzburg'a gittiğimde Bekir ile bir kafede buluştuk. Çocukluğumuzu, mezramızı ve memleketi konuştuk. Çok mutlu oldu. Ertesi gün beni bölgedeki gezilecek yerlere götürmeyi önerdi.

 

Dediği gibi ertesi gün beni arabasına aldı dağların arasında gezdiriyordu. Eski çalıştığı belediye başkanının evini, gölleri, güzel doğa manzaralarını, köy evlerini ve Alp dağlarını gösterdi. Sonra da Belediye Başkanın geyik avındaki kendi görevi ve yaşadıklarının anlattı.

 

Başkan ava giderken Bekir'i yanında götürüyormuş. Bekir'e koruyucu kask, kalın bot ve iki kat koruyucu elbise giydiriyormuş. Bekir dağların zirvesinde bekliyor, başkan geyiği vurduğu zaman Bekir'in görevi geyiği alıp getirmek. Ancak yüksek dağların yamacında yuvarlanan geyik dereye aşağıya doğru karlar ve buzlar üzerinde kayarken ağaçlara takılıyor. Geyiği kurtarmak Bekir'in işiymiş. Bekir kayarak ve yuvarlanarak geyiğe ulaşıp onu ağaçtan almaya çalışıyormuş. Bazen geyiğe denk gelmiyor aşağı derenin dibine kadar kar buz ve kayalarla boğuşarak yuvarlanıyor. Tekrar yukarı çıkıp bir daha kaymak ve yuvarlanmak zorunda kalıyormuş. Bazen defalarca tekrarlanıyormuş bu riskli iş.

 

Karlı ve buzlu dikey dağ yamaçlarında dondurucu soğukta hayatta kalması mucizeymiş. Hayatını kaybetse iş kazası olarak kayıtlara geçecek. Çağdaş köle efendi ilişkisini anımsatan bu serüven beni hayli üzdü. Allah rızkını vermişti, ama ne pahasına

 

Bekir gibi bizim kuşak hep maceralı riskli bir yaşam mücadelesinden geçti. Çocuklarımız rahata ve hazıra kondular. Bekir'in iki çocuğu Avusturya vatandaşı. İyi eğitim aldılar. Çok güzel meslekleri ve işleri var. Onlara güzel yaşamak kaldı.



Bu yazı 3246 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI