Bugun...


Mehmet Akkaya

facebook-paylas
KÖYLÜ KURNAZLIĞI’NDAN KENTSEL YABANCILAŞMAYA
Tarih: 20-09-2017 18:21:00 Güncelleme: 20-09-2017 18:21:00



 

Kent yaşamında orta yere ocak kurup ateş yakmak; pek çok görülmez kural, fiziksel sınırlar ve yasalarca engellenmiştir. Kent yaşamında odun yakmak; ateşinde biber, domates ve patlıcan közlemek de kolay değildir. Köyün ise bu açıdan çevresi, olanakları, doğası, dağları oldukça geniştir. Birçok coğrafyada ırmaklar, kirlenmemiş havasıyla dikkat çeker. Kırsal yaşamın olmazsa olmazı sayılan ateş, hava, su ve illa da toprak, ilk kuşak filozofların da ilgisini çekmişti. Çünkü toplumsal yaşam bu dört unsur tarafından sıkıca kuşatılmıştı. Yalnızca canlının canlılığını sürdürmesinde değil üretimin gerçekleşmesi bakımından da belirleyici oldular.

Tarım toplumu ve evvelinde; suyun vazgeçilmezliği, ateşin kültürel evrimdeki katkısı, havanın nefes almayı sağlaması ve toprağın tarımsal üretime imkan veren biricik olgu olması çağın düşünüş ve davranış biçimlerini de belirlemiştir. Dolayısıyla Herakleitos ateşin değişen, değiştiren, pişiren ve olgunlaştıran gücünü görmekte gecikmedi. Thales ise onu önceleyerek yaşamdaki suyu sudaki yaşamı, felsefesinin merkezine koyarken bir rastlantı içinde değildi. Keza Anaksimenes de suda ve ateşte içkin öge olarak havaya (oksijen) dikkat çekerken ne düşündüğünün farkında idi. Oysa Empedokles için tüm bunlara zemin teşkil edecek bir unsurun da bunlara eşlik etmesi gerekirdi: Toprak.

Toplumsal Düşüncenin Motivasyonları:
Toplumsal Varlık ve Toplumsal Davranış

Son zamanlarda kır-kent diyalektiğini konu edinen ya da bu ilişkiye gönderme yapan paylaşımlar yapıyorum. Bu tarz bir yönelmeye farklı sebepler yanında elbette ki bir süredir kır yaşamı içinde vakit geçiriyor olmam neden olmaktadır. Zira koşullar; düşünüş biçimlerini etkiliyor, kuşatıyor. Düşünme eyleminde pratik süreçler etkili olsa bile yine de bu ilişkiyi mutlaklaştırmamak gerekiyor. Çünkü kır koşullarında kentli gibi düşünen, kent koşullarında ise köylü gibi düşünen insanlara rastlamak olasıdır. Zira düşünme etkinliğinde bir eğilimin baskın olmasını söylemekle onu mutlaklaştırmak birbirinden farklıdır. Dolayısıyla da söylediklerimi mutlaklaştırmak gerekmez; zira yazılanları Malatya’nın Akçadağ ve Yazıhan ilçelerinden bakıldığında yapılan tespitler olarak düşünmek gerekiyor. Bu yüzden bu tespitlerin, Malatya’yı olmadığı gibi ülkemizi yansıttığı da hele hele dünyaya özgü olduğu da ileri sürülemez.

Kır ve kent yaşamının sınıf mücadelesindeki pozisyonları değişiktir. Kır yaşamında feodal “köylü kurnazlığı”ndan söz edilir. Kent yaşamında ise bunun yerini kapitalist “yabancılaşma” almaktadır. Köy yaşamında kır emekçisi, ürettiği ürüne, ürünün üretim sürecine, kendisine ve doğaya/toprağa –bir genelleme içinde söylenirse- yabancı değildir. İlkinde makineleşmiş olmakla birlikte tarımsal üretim ve onun kültürel özellikleri belirgindir. İkincisinde ise sanayi üretimi egemendir ve düşünsel ve davranışsal özellikler kapitalizmi izlemektedir. Kapitalizmin giderek dünya düzeyinde baskın hale gelmesi köy yaşamını ve düşünüş tarzını da etkiliyor.

Sanayi, Yönünü Kırlara Çeviriyor
Kır Emekçisi ise Yüzünü Şehre Dönüyor

Buradan bakıldığında kapitalizmin, kırsal alana, köylü yaşamına öncelikle üretim araçlarıyla değil kültürel araçlarla girdiği anlaşılıyor. Kitle iletişim araçları sayesinde kırsal alana moda, marka, magazin türünden “kent kültürü” nü şırınga ediyor. Kır topluluklarının, tarımsal üretim içinde olmalarına karşın kendilerine şırınga edilen “kent kültürü” arasında yüksek bir gerilim yaşadıkları söylenebilir. Yakından bakınca görülüyor ki, sanayi ve kapitalizmin yönü kırlık bölgelere dönükken, köy yaşamının içindeki genç, olgun nesillerin yönü ise şehirlere doğrudur. Kır nüfusunun büyükçe bir kesimi kentte özgürlük bulmanın hayalini kuruyor ve o umutla yaşıyor. Bu karşılaştırma biçimindeki düşünme bizi şu tartışmaya götürebilir: Kırsallık ile kentlilik arasındaki, eşdeyişle tarımsal üretim biçimiyle endüstriyel üretim biçimi arasındaki ilişki, niceliksel midir yoksa niteliksel midir? Yanıtı uzun bu tartışmaya şimdilik girme niyetinde değilim.

Kır ve köy yaşamı, çocukların ve yaşlıların da üretime katıldığı, sosyalleştiği bir ortam olarak görülüyor. Ağa, bey ve paşalarca yağmalanmamış topraklardaki köylüler için geçerli burada söylenenler. Yani sınıfsal baskının olmadığı ayrıca, ulusal, cinsel, dinsel ve faşist devlet baskısının olmadığı ya da geriletildiği coğrafyalarda geçerlidir. İngiliz nüfus bilimci ve filozof Thomas Robert Malthus, insan nüfusunun artması ile besinlerin azaldığını ileri sürmüştü. Bu tez, kent örneğinden hareketle çürütülebilir elbette; ama Malthus’un hipotezini kırsal alandaki üretimin biçimine bakarak yanlışlamak daha da kolay olsa gerek.

Nüfus Bilimcisi Malthus’un Yanlışı
İnsan Değil “Hayvan Sosyolojisi”

Sanayinin “yedek işçi ordusu” olarak adeta örgütlediği bir işsizler kitlesi olmadığı için genç yaşlı, kadın erkek sağlıklı her birey üretime katılabiliyor köy yaşamında. Sanayi tarzı bir ihtisaslaşma olmadığı için herkes her işi de yapabiliyor. Traktör gibi iş makinelerini kullanmaktan tutalım da kürek, kazma, balta, bıçak gibi el aletlerini pek çok köylü kullanabiliyor. Çocuklar tavuklara yem verebilir, yaşlılar hayvanlar içsin diye su vanasını açabilir. Üstelik bu “işler”i, çoğu zaman zorlanmadan, sosyal yaşamın parçası içinde gerçekleştirebilir. Kanaatimce Malthus, insan dünyasını hayvan dünyasından hareketle açıklamaya çalıştığı için yanlışa düşmüştür. Zira söyledikleri, hayvan dünyası için geçerlidir. Günümüzün ana akım sosyolojisi de Malthus’un izinden giderek bir bakıma “hayvan sosyolojisi” düzeyinde kalmaktadır. İnsanın üreten, daha doğrusu kendisine yeteninden fazlasını üreten bir varlık olduğunu dikkate almıyor.

Köylüler, kendi alanlarında yaşadıkları sürece kapitalizm onlarla ilgilenecektir. Köylere elektrik götürüyor, asfalt yol yapıyor, köprüler inşa ediyor. Ne var ki pek çok köylü kitlesi, tüm bunların köylüye hizmet için yapıldığına inanıyor. Bu “gelişmeler”den sonra elektrikli aletler, otomobiller, elektronik araçlar satılmaya başlıyor, fişler, faturalar birbirini izliyor. Yeni elektronik tarım makineleri almak için krediler, faizler yoluyla borçlanan bir toplum ortaya çıkıyor. Pek az sayıda köylü olup biteni, kendisine kurulanın bir tezgah olduğunu anlayabiliyor. Kırın yoksul üreticilerine bakılırsa tarımda makineleşme işleri kolaylaştırmadı; ama ürünü –bazı- hallerde artırdı. Makineleşme ve endüstriyel uygulamaların tarıma girmesi ürünü artırsa da toprağı, doğayı ve suyu büyük oranda kirletti. Yüzlerce yıl doğaya karışmayacak olan plastik kullanım nesnelerinin kırlara serilmiş olması söylenenlere yalnızca bir örnektir.



Bu yazı 8289 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI