Bugun...


Dr. Dinçer Bayer

facebook-paylas
Doğu Akdeniz ve Ege’de Gerilemenin Sebepleri, Bugüne İlişkin Düşünceler
Tarih: 21-08-2020 17:34:00 Güncelleme: 21-08-2020 17:34:00


 

Bugünlerde Doğu Akdeniz'de hidrokarbon kaynakların bölüşülmesine ilişkin olarak Türkiye; Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi başta olmak üzere neredeyse Libya dışındaki diğer tüm bölge ülkeleri ile rekabet halindedir. Bölgede doğal kaynaklar, halen aidiyeti tartışmalı olan deniz alanlarında yer almaktadır. Tartışmalar, Doğu Akdeniz'de deniz alanlarının hakkaniyetli ve hukuka uygun olarak paylaşılamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

 

Deniz alanlarının paylaşılamaması sorunu Doğu Akdeniz'e benzer şekilde Ege'de de mevcuttur. Sorun salt hukuki değildir. Siyasi yönü de vardır. Paylaşımın hakkaniyetli olması birinci önceliktir. Adil bir çözüm için tarihi ve jeolojik haklar da dikkate alınmalıdır. Denizlerde güçlü olmak bu hakları diğer devletlere kabul ettirebilmek açısından gereklidir.

 

Bu kapsamda, Ege ve Doğu Akdeniz'e ilişkin olarak deniz kuvvetlerinin önemi ve denizlerde zayıf kalmanın getirdiği kayıplar incelenerek, gelinen noktada bugünkü duruma ilişkin değerlendirmeler yapılacaktır.

 

Deniz Gücündeki Zayıflama, Doğu Akdeniz’de Gerileme

 

1571’deki İnebahtı yenilgisinden sonra, Türk Donanması denizlerdeki üstünlüğünü Batılı ülkelere nazaran kaybetmiştir. Osmanlı deniz gücündeki zayıflama devletin siyasi etkinliğinin de zayıflamasına sebep olmuştur. Deniz gücü, devletin ekonomik gücündeki zayıflamadan ve ayrıca bilim ve teknolojik geri kalmışlıktan ötürü, artık hiçbir zaman yeterli güç ve etkinliğe kavuşamamıştır. Bundan dolayı art arda 1770 yılında Çeşme’de, 1827 yılında Navarin’de ve 1853 yılında Sinop’ta önemli yenilgiler ve kayıplarla karşılaşmıştır.

 

16. Yüzyılın sonlarında, Osmanlıların denizlerdeki hâkimiyetini kaybetmesiyle birlikte, Mağrip ile Türkler arasındaki bağlar da gevşemeye başlamıştır. Ülkenin deniz aşırı illerinde Cezayir’de, Tunus’ta, Trablus’ta ve Mısır’da isyanlar başlamıştır. Gerilemede 1584 ile 1603 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkmış olan iki mali bunalımın da büyük etkisi vardır. Asker maaşlarının ödenememesi ve merkezi idarenin zayıflaması önemli sonuçlar doğurmuştur. Osmanlı denizlerde donanma gezdiremeyince, deniz aşırı varlıklarını da kaybetmeye başlamıştır.

 

Osmanlıların Kuzey Afrika’daki varlığı 19. Yüzyıldan itibaren tedricen ortadan kalkmıştır. Cezayir, 1830 yılında, Tunus 1881 yılında Fransa tarafından işgal edilmiştir. Osmanlılar 1912 yılında yapılan antlaşma ile Trablusgarp’ı da İtalya’ya bırakarak Doğu Akdeniz’in güneyinden çekilmişlerdir.

 

1878 yılında Rusya’ya karşı bir ittifak kapsamında imzalanan Kıbrıs Antlaşması’na göre, Rusya’nın, Osmanlı Devleti’nin Asya kıtasında kalan topraklarını ele geçirmeye kalkması durumunda İngiltere silahlı olarak Osmanlı'ya yardımcı olacak, Kıbrıs’ı Osmanlı Padişahı adına yönetecekti. Kıbrıs bu maksatla geçici olarak İngiltere’ye devredilmişti. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu ada üzerinde din, eğitim ve adalet kurumlarından yine sorumlu olacaktı. Buna rağmen, İngiltere Kıbrıs’ı sahiplenmiş ve bir daha da asla Türkiye’ye iade etmemiştir.

 

1869 yılında Kızıldeniz ile Akdeniz i birleştiren Süveyş Kanalı açılmıştır. Kanalın inşası döneminde Mısır, İngiltere ve Fransa’ya borçlanmıştı. Mısır bu borçlarını ödemekte zorlanınca, İngiltere Süveyş Kanalı hisselerini koruma gerekçesini öne sürerek 1882 yılında Mısır’ı işgal etmiştir. Osmanlı Devleti; sadece deniz gücü olmadığı ve Mısır’a ulaşamadığı için Mısır’da İngiltere ile birlikte yüksek komiser bulundurmak şartı ile bu durumu da kabul etmiştir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi ile İngiltere, Mısır’ı topraklarına kattığını açıklamıştır (1914). Böylece Mısır, tamamıyla Osmanlı Devleti kontrolünden ayrılmıştır.

 

Güçlü bir deniz kuvveti oluşturmak üzere Osmanlının gerileme döneminde farklı girişimlerde bulunulmasına rağmen, teknolojide, bilimde ve sanayide yeteri kadar katma değer üretilememesi nedeniyle ısmarlama gemilerle etkin bir donanma tesis edilememiştir. Abdülaziz döneminde İngiltere'den çok sayıda gemi alınmış, bu gemilerin maliyeti devlet bütçesine önemli oranda yük olmuş ancak eğitim ve denizcilik kültürünün yetersizliği nedeniyle donanmanın etkinliği çok sınırlı kalmıştır. Donanma’nın 1977-78 Rus Savaşı’nda yeterli başarıyı gösteremediğini düşünen ve Donanmanın kendisini tahttan indirebileceği gibi bir kuşkuya kapılan Sultan II. Abdülhamit Donanmayı uzun yıllara Haliç’te tutmuş, eğitim ve faaliyet eksikliği nedeniyle Osmanlı Donanmasının hiçbir etkinliği kalmamıştır. Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin deniz aşırı menfaatleri riske girmiştir.

 

Yunanistan’a İlişkin Kayıplar

 

Türkiye, Ege’de Lozan Barış Antlaşmasından önce yine donanması olmaması nedeniyle elinde tutamadığı, lojistik destek sağlayamadığı ve koruyamadığı Eğriboz Adası, Kuzey Sporad Adaları, Kiklad Adaları, Girit Adası, Çuha Adası (Kitara) ve Küçük Çuha Adasını (Anti Kitara) değişik zamanlarda Yunanistan’a kaybetmiştir.

 

1912 yılında I. Balkan Savaşı’nda karşılarında Osmanlı Donanması olmadığı için Yunanlar Doğu Ege’de ve İtalyan’lar Güney Ege pek çok adayı kolaylıkla ele geçirebilmişlerdir.

 

1915 yılında İngilizler’in başını çektiği müttefik donanması açık denizde herhangi bir dirençle karşılaşmadan kolaylıkla Gelibolu yarımadasına çıkarma yapabilmiştir. Osmanlı Donanması, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazındaki mayın döküş harekâtı dışında etkin olamamıştır.

 

Lozan Antlaşması ile (Madde 12) Yunanistan’ın 1. Balkan Savaşı’ndan itibaren işgali altında bulunan Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya adaları üzerinde Yunan hâkimiyetine dair 13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansı’nda kabul edilen karar teyit edilmiştir. Böylece, Yunan işgalindeki Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya adaları Yunanistan’a devredilmiştir. Md. 13 gereğince bu adalardan Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya Adalarının, silahlandırılmaması ve bu adaların askeri amaçlarla kullanılmaması konusunda Yunanistan yükümlü kılınmıştır. Antlaşmanın 12nci Maddesi ile Asya sahilinden 3 milden daha yakın mesafede olan tüm adalar Türkiye hâkimiyeti altında bırakılmıştır. Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları bu kapsamda Türkiye egemenliğinde kalmıştır.

 

Lozan Antlaşması’nın 15. maddesinde isimleri sayılarak 1911 den beri İtalya’nın işgali altında bulunan 12 Ada ve Meis Adası’nın İtalya’nın egemenliğinde olduğu teyid edilmiştir. (İtalyanlar, 1911 Trablusgarp çatışmaları esnasında 12 Adalar’a asker çıkarmıştır. İtalya ile 18 Ekim 1912 tarihinde imzalanan Uşi Antlaşması ile Osmanlı’nın; Bingazi ve Trablus’u İtalya’ya vermesi, İtalya’nın da Osmanlı’ya ait Rodos ve On İki Ada’yı Osmanlı’ya iade etmesi kararlaştırılmıştır. Ancak, Osmanlı, Trablusgarp ve Bingazi’den askeri varlığını çektiği halde İtalya antlaşmaya uymayarak On İki Ada’yı işgalci olarak elinde tutmaya devam etmiştir. Osmanlı donanmasının güçsüz durumu da adaları geri almak için müdahale imkânı vermemiştir. Bu şekilde, adalar Balkan Savaşları boyunca ve I. Dünya Savaşı başladığında İtalya’nın oldubittisi ile İtalya’nın elinde kalmıştır.) Lozan Antlaşması ile İtalya’nın egemenliğine, Stampalia (Astropalia), Rhodes (Rhodos), Calki (Kharki), Scarpanto, Casos (Casso), Piscopis (Tilos), Misiros (Nisyros), Calimnos (Kalmnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi), Cos (Kos) adaları ile bunların etrafındaki adacıklar ve Meis Adası devredilmiştir. İtalya’nın egemenliğine bırakılan bu adalar 10 Şubat 1947’de imzalanan ve Türkiye’nin katılmadığı Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi ile askerden arındırılması şartı ile Yunanistan’a verilmiştir. Türkiye; ABD’nin ve İngiltere’nin inisiyatifinde gerçekleşen ve milli menfaatleri ile doğrudan ilişkili olan bu olayda Yunanistan ile dost kalmak uğruna yeteri kadar reaksiyon gösterememiştir. Türkiye açısından son derece jeostratejik bir öneme sahip bu adaların esaslı bir müzakere olmaksızın, İngiltere ve ABD’nin baskıları altında ve SSCB tehdidi gerekçe gösterilerek 10 Şubat 1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılması, bugün dahi Türkiye’de tartışılmakta ve iç politikada istismar konusu yapılabilmektedir.

 

Lozan Antlaşması’nda doğrudan zikredilmese de Ege’de 3 millik karasuyu rejiminin yürürlükte olduğu değerlendirilmektedir. O tarihlerde tüm devletler, 3 millik top menzili dâhilinde olan bir deniz alanını karasuları olarak kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Lozan’da Türkiye ana karasına bir karasuyu mesafedeki tüm adalar Türkiye’ye bırakılmıştır. Günümüzde Ege Denizi’nde 6 millik karasuyu rejimi yürürlükte olduğundan, adları sayılarak Yunanistan’a devredilenler hariç olmak üzere Türkiye ana karasına 6 mil mesafede olan tüm ada, adacık ve kayalıkların egemenliğinin Türkiye’ye ait olması gerektiği değerlendirilmektedir.

 

Günümüzde, Türkiye kamuoyunda, Ege’de egemenliği tartışmalı olduğu belirtilen ve Türkiye’ye ait olduğu iddia edilen en az 13 ila 18 ada, adacık ve kayalığın Yunanistan tarafından işgal edildiği iddiaları gündemi meşgul etmektedir.

 

Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları

 

Denizlerin sunmuş olduğu kaynakların paylaşılması veya bu kaynakların kullanılması uluslararası hukuk prensiplerine uygun yapılmalıdır. 1982 BM. Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), deniz alanlarının hukuki statüsünü düzenleyen en önemli yazılı kaynaktır. UNCLOS, deniz alanlarını, kıyı devletlerinin egemenliğine verilmiş deniz alanları (İç sular, Karasuları), kıyı devletlerine belirli alanlarda kullanım hakkı verilmiş olan deniz alanları (Bitişik Bölge, Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge) ve bütün devletlerin ortak kullanımına verilmiş olan deniz alanları (Açık denizler) olarak farklı statülere ayırmaktadır. Doğu Akdeniz’de tartışmalı hidrokarbon potansiyel kıyı devletlerinin münhasır ekonomik bölgelerinde veya kıta sahanlıklarında yer almaktadır. UNCLOS Md. 74. ve 83 gereğince sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletlerin arasındaki münhasır ekonomik bölgenin ve kıta sahanlığının sınırlandırılması; Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesinde belirtildiği şekilde uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılmalıdır.

 

Bölgede bütün devletlerin üzerinde anlaştığı herhangi bir münhasır bölge ya da kıta sahanlığı alanı mevcut değildir. KRY, Mısır ile 2003 yılında, Lübnan ile 2007 yılında ve İsrail ile 2010 yılında münhasır ekonomik bölgelerini belirleme anlaşmaları yapmıştır. Türkiye bu anlaşmaları tanımamaktadır. Diğer taraftan Türkiye İle Libya arasında 2019 yılında yapılmış olan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması da diğer ülkeler tarafından tanınmamaktadır. Yunanistan ile Mısır arasında 2020 Ağustos ayında yapılmış olan deniz yetki alanı mutabakatı da Türkiye’nin tepkisini çekmiştir.

 

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin iki taraflı anlaşmaların yeterli olmadığı uygulamalardan anlaşılmıştır. Kıyıdaş herhangi bir devletin itirazı halinde bu anlaşmaların hukuki geçerliği kalmamaktadır. Arzu edilen, kıyıdaş tüm ülkelerin üzerinde mutabakata varabileceği hakkaniyetli bir bölüşüm olmalıdır. Bu durum, olayın salt hukuki değil ayrıca siyasi bir niteliğinin de olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda, tarihsel gerçeklere uygun ve hakkaniyetli bir çözümün ancak Doğu Akdeniz’e kıyısı olan tüm devletlerin anlaşması ile sağlanabileceği göz ardı edilmemelidir.

 

Değerlendirme

 

Ege Denizi’nde hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın sahiplik iddia ettiği belirli adalar ve kayalıklar üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Bu adaların sahipliği belli olmadığı için, deniz yetki alanlarında da belirsizlik devam etmektedir. Türkiye, anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş tüm coğrafi oluşumların kendisine ait olduğunu iddia ederken; Yunanistan, egemenliği tartışmalı adaları ve kayalıkları sahiplenmeye, bu maksatla iskâna açmaya gayret etmekte ve konuya Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Birliği’nin ilgisini çekmeye çalışmaktadır.

 

Bu kapsamda, Türkiye’nin menfaatlerini daha gerçekçi belirlemesi, hak iddia ettiği adalar için “Egemenliği Tartışmalı Adalar” söylemi yerine menfaatleri ile tutarlı “Türkiye’ye Ait Adalar” söylemini kullanmalı ve adaları sahiplenecek somut faaliyetler yürütmelidir.

 

Lozan Antlaşması, adları sayılarak Yunanistan ve İtalya egemenliğine bırakılan adaların dışındaki Anadolu Sahillerine 3 mil mesafe içindeki tüm adaları Türkiye’ye bırakmıştır. Lozan Antlaşması imzalandığında uluslararası çapta 3 millik karasuyu rejimi uygulandığı için bu düzenlemenin yapılmış olduğu değerlendirilmektedir.  Günümüzde 6 millik karasuyu rejimi yürürlükte olduğundan, adları sayılarak Yunanistan’a devredilenler hariç olmak üzere Türkiye ana karasına 6 mil mesafede olan tüm ada, adacık ve kayalıkların egemenliğinin Türkiye’ye ait olması gerekmektedir.

 

Türkiye’nin Ege’de ki tutum ve politikaları net ve tutarlı değildir. Türkiye, adaların deniz yetki alanlarının olmadığına ilişkin iddialarını daha net ifade etmelidir.

 

Türkiye, hem Ege’de hem de Doğu Akdeniz’de tutarlı ve bütüncül bir politika yürütmeli, deniz alanları üzerinde anlaşılması Türkiye’nin menfaatine olacak ise tüm olanakları ile Doğu Akdeniz ve Ege’de barışçı ve tüm ülkeleri kucaklayacak bir politika yürütmelidir.

 

 



Bu yazı 4560 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI