Bugun...


Sibel Çağlar

facebook-paylas
Kuğu Fırtınası
Tarih: 22-04-2021 23:36:00 Güncelleme: 22-04-2021 23:38:00


İsrail sahillerinin en güzel yanı, gün doğarken gökyüzü koyu gri bir asabiyette ve Yehova'ya diklenen Nemrut gibi olmasıdır.

 

Akdeniz’in tuz kokan esintisi erik ağacının çiçeklerinin kokusunu taşıyor, parmak uçlarında çıtır çıtır kopuyor dallarından, kar beyazı hoyratlıkta savruluyorlar karanlığın tan ağarması eşliğinde.

 

Kuğu fırtınası Teşup'un elinde bronzdan bir balta, geceyi doğrayıp atıyor doğmaya çalışan yeni günün üzerine.

 

Güne yeni uyanmış guguk kuşları eğreti yerlerinde sendeliyorlar ağaçların kuytularında.

 

Kırlangıçlar kanat çırpıntısı savruyor.

 

Leylekler tak tak tak tak.

 

Balık kokusuna aşık, birbirine sokulmuş kediler sinekli sazlıkların diplerinde. Onların sessizliğine ortak gecenin gidişine seranat okuyan kurbağalar.

 

Sahile ulaşıyorum karmakarışık duygularla bir Nisan’da.

 

İbrahim'in oğlu İsrail oğulları uyuyor henüz.

 

Hırçın gitgelin yarattığı dalgaların şımarık hırçınlığı bitimsiz.

 

Yorgun, uykusuz ve de öfkeli yüzümü sıyırıyor soğuktan bir jilet gibi kesiyor.

 

Gözlerim yaşarıyor, günden kalmış rimel gözyaşıma karışıyor kum taneleri ile birlik olup yakıyorlar gözlerimde günler boyu birikmiş öfkemi.

 

Yağmurun sepkeni süzülüyor tuzlu kum taneleriyle keçe gibi olmuş saçlarıma.

 

Kulaklarımda uğultudan bir Requiem, koşuyorum ayaklarım kuma saplana saplana yerimde sayar gibi koşuyorum sabahın çığlığına.

 

Yine, denize düşüreceğim kalemsiz günlerimin anılarımı. Sesi yitik bir şairin sessiz şiirini okuyacağım, Deniz'lere.

 

Uzun zamandır yapmamıştım, dertlendim.

 

Gece ıssız bir sahile inip kumların üzerinde kamp ateşi yakmayalı, ateşten sıçrayan kıvılcımların gecenin içerisinde fırlayıp gökyüzüne savrulmalarını izlemeyeli ne çok olmuş.

 

Ne çok olmuş Taylan'a üzüntümü anlatmayalı.

 

Ahhhh Taylan….

 

Arsuz'da çocukluk aşkı yaşadığımız o günlere dönmek mümkün olsaydı ve saatleri durdurma olanağı olsaydı keşke.

 

Keşkeler…

 

Ahhh keşkeler.

 

Kaş ve Bodrum sahillerinde 15'li, 20'li yaşlarımın fantezisiydi ilk yazı denemelerim.

 

Kırık dökük bir İngilizceyle tanıştığım, çakırkeyif İngiliz lort ve Alman dunkof kızlarına gitarımla eşlik ettiğim zamanların ufka uzayan alevleri ne kadar uzak şimdi.

 

Sıklıkla şimdi olduğu gibi tek başına, bazen birkaç arkadaşla ve mutlaka birkaç şişe ''teselli'' adlı köpek öldürenle.

 

Damak zevki değil, kafayı kutsamak, damak zevki için dünyanın öteki ucundan ancak parayı bulunca oluyor işte. Anne baba parasıyla biraz delikanlılık taslamak, köpek öldürenle oluyor. Fakat işte o isyan duygusunun yeri başka güzel…

 

Karanlık ve soğuk bir denize girmeye gereken cesareti bulmak için kendime meydan okumak.

 

Korkuyu yenmek...

 

Kızıl nefretiyle kıvrılan közün mavi, turkuaz, yeşil renklerine bakarak şiirsel bir şeyleri karalamaktı, tutkum. Taylan'ın okurken biraz alaycı, biraz da huzur veren o içten nükteli sesi eşliğinde aşkı doyumsamak.

 

Izdırapla çatır çatır çatırdayan ağaç dallarının isyanlarında, martıların kanatlarında uçmaklara ulaşan dizeleri yazmak içindi belki de.

 

Nihayet zifir bir gecenin içindeyim şnorkelle dalış hazırlanmışken resiflerin büyüsü alıp götürüyor bir başka boyuta, Kızıldeniz'i hiç böyle görmemiştim.

 

Spartaküs'ün yaralarından sızan kanların döküldüğü, Kral Tereus'un savaştığı kıyıların mitlerini okurken bulmuştum yine böyle bir günde bir keresinde.

 

İzmir'den komşu kızı Rana ve ev yapımı şarabı ile Teselli buluyorum yalnızlıklara.

 

Ellerim, çıplak ayaklarımı üşüten ıslak kumlara değiyor, gözlerim açıktan geçen tek tük balıkçı teknelerinin ışıklarını yalan yanlış sayıyor. Dağıtmayı başaramıyorum beynimin loblarını şişiren düşünce yoğunluğu dayanılmaz...

 

Üzerimde gece kuşları ve ince bulutlar, ayaklarıma ilişen büyük büyük kara sinekler,

 

işte o cehennemi alaz yine şakaklarımda. Tutamıyorum gözyaşlarına teslim dudaklarımı.

 

Parmak uçlarımda yükseliyor deniz omuzlarıma.

 

Yıldızların altında sakince soluyan bir esaret ve yine o tüylerimi ürperten cesaret!..

 

İnsan azmanı iki erkek çıkıyor dalgaların başladığı yerden, asker olmalılar diye hüküm veriyorum.

 

Soruyorum kendime, kim bilir kaç masum Filistin çocuğunun acısı var ellerinde.

 

Bir boğa ipini koparmış sazlıklar arasından beliriveriyor.

 

Erkek sığırdır, damızlık olarak kullanılırlar bizim Ege köylerinde.

 

Sinirli ve agresif olmalarının temel sebebi cinsel organlarına işlem uygulanmamış olmasıdır.

 

Vay anasına, nasıl bir işlemse?

 

Hiç merak etmedim, öğrenmek için sormadım.

 

James Brown'dan birkaç pasaj kalmış aklımda "Sex Machine" mübarek.

 

İşte erkek…

 

Vur kır parçala bu maçı kazan heyheylenmesi.

 

Bizim damızlık takımı tam gaz bıçaklamaya devam ediyor. Gazeteler haber dolu, çocuklarının önünde, annesinin yanında, Haydarpaşa Gar'ında!..

 

Dur durak yok.

 

Ne desen faydasız.

 

İsterseniz müebbet hapis cezası koyun kim oralı oluyor ki.

 

Bu hep anacıl düzeni alt eden erkek egemen dünyasından kalan bakiyenin suçu!..

 

Halbuki, boğaların çiftleşme değeri, ormanı yanası babasından değil, doğurganlığı ve süt verimi yüksek olan anası tarafından belirlenirmiş.

 

Babasının kamışına değil, anasının verdiği yumurta belirleyiciymiş.

 

Yanımda öyle geçip gidiyor boğa, iki insan azmanı kadar rahatsızlık vermiyor ruhuma.

 

Eski düşünce, yeni düşünce, eski dünya, yeni dünya hepsi aşağılamış kadını.

 

İngiliz atasözü ''ceviz ağacını, kadını ve köpeği ne kadar döversen o kadar iyidir'' diyor,

 

İtalyan, "atını iyi eğerle, kadınını iyi kırbaçla" diyor.

 

Bizimki, "sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme" diyor.

 

Erkeği inançlarından çok tutku, güç, egemenlik kaynaklı günahları yönetiyor, ben onu anlıyorum bu basiretsiz tepinmeden.

 

Anasına hayran olan adam, çocuklarının anasını doğrarken hiç acımıyor.

 

Çünkü ruhunu teslim alamamış kadının.

 

Kendisini doğurana olan şefkati, kendisine doğurana göstermiyor.

 

Çünkü, yaratma bilincine, gücüne sahip değil...

 

Ne diyor Milton'un şeytanı, ruh azabın tarlasıdır. Cenneti de cehennemini de kendisi üretir.

 

Yasakların, tabuların, icat edilmiş dinlerin kurbanları olarak obscurant yaşamların insanları bunlar.

 

Öfke, hınç, kin, azap…

 

Kendisine edilen işkenceyi başkalarına tatbik etmekte haklı görüyor. Öğretileri bu erkek egemen dinlerin.

 

Ve o hakkı haklı gösterecek her dogmayı işler kılıyor kendi kafasında.

 

Dayakla mı büyüdü, dayakla büyütüyor…

 

Anasını dayak yerken mi gördü, karısını dayakla terbiye ediyor.

 

Bilmiyorum ama sanırım böyle böyle, erkek olduğunu düşünüyor!...

 

İnsan azmanı aygır üç beş adım geriden "would you like me to help you?"

 

"how about, grow taller"

 

Ayaklarıma musallat sinekler olmasaydı keşke...

 



Bu yazı 9882 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI