“Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.” Churchill
Petrol, milyonlarca yılda oluşan, koyu renkli, kendine has keskin kokusu olan yağ özelliğine sahip doğal bir mineraldir. İnsanoğlunun petrole dair ilgi ve bilgisi, eskiçağlara kadar gider. Örneğin, her üç semavi kitaba da konu olan Nuh’un gemisi, suya dayanıklılığını arttırmak için petrolün bir çeşidi olan ve Lût Gölü (Zift Gölü) kenarından toplanan zift ile sıvanmıştı. Yine, eskiçağlardaki Mezopotamya (Irak) halkları, petrolü binalarında harç ve gemileri kalafatlamakta da zifti kullanmışlardır. Günlük hayatta kullanımı olan bu madenden, tıbbi alanda da yararlanılmıştır. Romalı Pilinius ziftin, romatizmalar, kanamalar, yaralar, öksürük ve diş ağrıları için tedavi edici olduğunu kaydetmiştir. Bütün bu bilgiler, özellikle Mezopotamya halklarının petrolü eski zamanlardan beri bildiğini ve günlük hayatlarında da yaygın bir şekilde kullandığını göstermektedir. Petrol ve ateşi, bazı toplumların dini hayatında da etkisini göstermiştir. Kökeni anlaşılamadığı için neft ateşi, İran’da Zerdüştler (Mecusiler) tarafından kutsal kabul edilmiş ve adına tapınaklar yapılmıştır. Petrol üretimi ve kullanımı Orta Çağ Arap dünyasında yaygındı. Nitekim Arap yazarlar, sızıntı halinde kendiliğinden yüzeye çıkan petrolü eserlerine konu etmişlerdir. Orta Çağ savaşlarında Rum ateşiyle birlikte önemli bir mühimmat haline gelen petrol, modern çağlarda bu defa savaşlara sebep olan bir meta haline gelecektir.
Modern çağlardaki petrol, yeraltından insan ve teknoloji marifetiyle çıkarılan bir metadır. Bilinen anlamda yer altından ilk petrol sondajı, 27 Ağustos 1859’da Albay Drake tarafından Pensilvanya Titusville’de yapıldı. 1854 yılında gazyağı lambasının icat edilmesi, petrol talebini büyük ölçüde arttırmıştı. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak da ABD ve Avrupa, 19. yüzyılın petrol üreticileri olarak ortaya çıkmışlar ve kendi petrol endüstrilerini kurmuşlardır. Böylece, “kara altın”a hücum da başlamış oldu. Petrol ile ilgili bundan sonraki önemli safhalar şöyledir: 1860-1885 dönemi: bu dönemde petrol, sadece gazyağı olarak ve aydınlatmada kullanıldı. 1885-1900 dönemi: petrol yağları, sanayide ve evlerde yağlama yağı olarak kullanıldı. 1900-1914 dönemi: bu dönemde otomobil üretimi ve kullanımı yaygınlaştığından yeni petrol yatakları bulunarak işletilmeye başlandı. 1914-1930 Dönemi: sürekli damıtmanın ortaya çıktığı ve fueloillerin kullanılmaya başlandığı dönemdir. 1930 sonrası dönem: petrol ürünlerinin kalitesini yükselten çeşitli yöntemlerin yerleştiği ve modern arıtma ve petrokimya tekniklerinin geliştiği dönemdir. Günümüzde petrol, sadece yakıt olarak değil, tarım (gübre), tıp (ilaç yapımı), sağlık (deterjanlar), plastik maddeler ile sentetik elyaf ve kauçukların üretimi gibi çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır.
Ortadoğu’da Petrol
Günümüzde petrol ve Ortadoğu kelimeleri çoğu zaman birbirinin yerine kullanıl- maktadır. Eğer Ortadoğu, bu kadar petrole sahip olmasaydı, global jeopolitik gelişmelerde kilit bir nokta haline gelemezdi. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’ndan sonra başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere sömürgeci devletlerin kendi menfaatleri doğrultusunda çizdiği sınırlar sayesinde, petrol coğrafyasının ayrıntılarını da içine alan “yeni Ortadoğu” oluşturulmuştur. Bu noktada, birçok Ortadoğu ülkesinin, petrol paylaşımının bir sonucu olarak ortaya çıktığını, yani varoluş nedeninin petrol olduğunu söylemek mümkündür.
Bu yeni dönemde, Osmanlı Devleti’nin birer vilayeti olan memleketler, sömürgeci devletlerin mandası altında birer devlet haline getirilmişlerdi. Dahası, bütün bu yapay devletlerin başına, yine aynı devletlerin uygun gördüğü kimseler idareci olarak atanmışlardı. Ancak bu idarelerin devamı, mandası altında oldukları devletlerle işbirliği yapmalarına bağlıydı. Bu işbirliği, ülke petrolünün çıkarılması, işletilmesi ve dolayısıyla paylaşılmasını da kapsamaktaydı. Zira, bütün bu savaşlar, Ortadoğu’nun zengin kaynakları için yapılmıştı ve Avrupa devletlerinin güçlü konumlarını sürdürebilmeleri, büyük oranda petrole bağlıydı. Neticede, Avrupalıların kurdukları uluslararası petrol şirketleri, Ortadoğu’nun zengin petrollerini işletmek için boy göstermeye başladılar. Bunlardan, çok uluslu Irak Petrol Şirketi (IPC), İngilizler tarafından daha 1912 yılında Türk Petrol Şirketi adıyla kurulmuştu. Manda idaresiyle birlikte Irak’ın zengin petrol yatakları bu şirket tarafından işletilmeye başlandı. Amerikan sermayeli Arap-Amerikan Petrol Şirketi (ARAMCO) ise, Suudi Arabistan’ın zengin petrollerini işleterek, zamanla dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri haline geldi.
Dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin %48’inin Ortadoğu’da bulunmaktadır. Bu da dünya toplamının yaklaşık yarısına tekabül eder. Dünya petrol rezervlerinin %16’sına sahip olan Suudi Arabistan, bu bakımdan (dünyada ikinci) Ortadoğu’da ilk sırada yer almaktadır. Dünyanın geriye kalan %52’lik rezervi ise, Ortadoğu dışındaki ülkelerin (Venezuela, Rusya, ABD, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika, Nijerya vs) toplam rezervini ifade etmektedir.[1]
Günümüzde dünya toplam petrol üretiminin yaklaşık %33’ü (üçte biri) Ortadoğu ülkeleri tarafından sağlanmaktadır. Petrol rezervleri 1980’lerden bu yana yaklaşık %60 oranında artmasına rağmen, Ortadoğu’nun ispatlanmış petrol rezervlerine (%48) kıyasla, dünya yıllık petrol üretimin- deki payı (%33) daha azdır. Bu husus, diğer petrol üreticisi bölgelere göre Ortadoğu’nun uzunca bir zaman daha sanayileşmiş ülkelerin enerji ihtiyacını karşılayacağını göstermektedir. Dolayısıyla, Ortadoğu coğrafyasının politik ve ekonomik açılardan başta ABD ve Avrupa olmak üzere gelişmiş ülkeler tarafın- dan kontrol altında tutulması, bu ülkelerin enerji ihtiyacı ve geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Ortadoğu’da en azından son yüz elli yıldır meydana gelen politik, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Ortadoğu petrolü, günümüzde dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmeleri kontrol etme noktasında kilit bir role sahip olup, gelecekte de bu işlevini sürdürecektir.
Dünya petrol tüketiminde ABD tek başına dünya petrolünün dörtte birini; Avrupa Birliği beşte birini, her ikisi ise %44 ile neredeyse yarısını tüketmektedir. Buna karşın, dünya rezervlerinin yaklaşık yarısına; üretiminin ise üçte birine sahip olan Ortadoğu ülkeleri, üretilen petrolün ise sadece %7’sini tüketmektedirler. Bu durum, Ortadoğu petrolünün, temelde zengin ve sanayileşmiş ülkelerin enerji ihtiyacını karşıladığını göstermektedir. Ortadoğu’da üretilip ihraç edilen petrolün yaklaşık üçte biri Asya-Pasifik bölgesine, beşte biri Japonya’ya, altıda biri Avrupa’ya, sekizde biri ABD’ne sevk edilmektedir. Bu durumla bağlantılı olarak, Japonya petrol ihtiyacının yaklaşık %80’ini; Asya-Pasifik bölgesi %60’ını; Avrupa %20’sini; Çin %20’sini; ABD ise %15’ini Ortadoğu petrolünden karşılamaktadır.
Ortadoğu Petrolünün Stratejik, Ekonomik ve Siyasi Etkileri Dünya ana karasının merkezinde yer alan Ortadoğu, çevresinde bulunan denizler sayesinde okyanuslara ve diğer kıtalara ulaşım sağlama konusunda son derece önemli bir yere sahiptir. Bu konumu, ürettiği petrol ve doğalgazı dünya pazarlarına rahatça ulaştırmasını sağlamaktadır. Oluşturulan geniş boru hatları şebekeleri ise, petrolün uluslararası piyasalara ulaşmasında kritik öneme sahip olan Hürmüz ve Bâbülmendeb Boğazları ile Süveyş Kanalı gibi geçiş yolları stratejik tıkanma noktalarının olumsuz etkilerini de azaltmaktadır. Ayrıca, bölgede petrol rafinerileri ve gaz dönüşüm tesislerinin yapımı, üretici ülkelerin kaynaklarının değerini daha da arttırmaktadır.
Günümüzde petrol, dünya ticaretine en fazla konu olan emtia durumundadır. Dolayısıyla, hemen her ülke petrol ve endüstrisinden doğrudan etkilenmektedir. Petrolün, başta kara, hava ve deniz taşımacılığı olmak üzere her türlü ekonomik, sınai ve ticari faaliyet üzerinde son derece önemli bir etkisi vardır. Kısacası petrol, dünya ekonomisine ve ticaretine, dolayısıyla da siyasetine hükmetmektedir. Öte yandan, petrol üreten ve tüketen bölgelerin farklı olması da önem taşımaktadır.
Şöyle ki, dünyanın gelişmiş ülkeleri genellikle petrol tüketicisi durumunda iken, üretici ülkeler ise genellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler olduğundan petrolü daha az oranda tüketmektedirler. Bu ise, iki taraf arasında, aşağıda ayrıntılarını verdiğimiz bir ilişkiler yumağının şekillenmesini de sağlamaktadır.
Ortadoğu’da modern sondaj tekniğiyle petrol ilk kez, 1908 yılında, İngiliz nüfuzu altındaki İran’da, İngiliz sermayedar D’Arcy tarafından çıkarıldı. 1909’da ise D’Arcy, İngiliz-İran Petrol Şirketi APOC (Anglo-Persian Oil Company)’u kurdu. Böylece, İran petrolleri uluslararası rekabetin ana unsurlarından biri haline geldi. 1912 yılında ise, İngiliz Kraliyet donanmasındaki gemilerin kömürden petrole geçmesiyle, Ortadoğu petrolü stratejik açıdan önem kazanmaya başladı. 1920’lerin sonları ile 1930’lu yıllarda Ortadoğu’daki petrol keşifleri yaygınlaşmaya başladı: Irak-Kerkük, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Kuveyt petrolleri keşfedilip çıkarılmaya başlandı. Hatta, 1934 yılına gelindiğinde, Kerkük’ten Trablusşam ve Hayfa’ya doğru ilk uzun mesafeli petrol boru hattı inşa edildi. Buna rağmen, Ortadoğu bölgesi, 1940’ların başlarına kadar dünya petrol üretiminin yalnızca %5’ini karşılamaktaydı. Petrolün ticari amaçlı olarak büyük miktarlarda üretilmesi ise, II. Dünya savaşından sonraki yıllara rastlar. Nitekim, bölgenin petrol üretimi 1950’ye kadar %15’e, 1960’a kadar %25’e ve 1979’a kadar da %39’a yükselmiştir.
Çokuluslu Petrol Şirketleri ve Ortadoğu Petrolü
Dünya üzerindeki yedi (daha sonraları sekiz) büyük çok uluslu şirket, 1910’lardan 1970’lerin başlarına kadar, petrol endüstrisinin hemen tamamını kontrol altında tutmuşlardır. 1928 yılında Ortadoğu petrolünün paylaşımı konusunda gizli bir anlaşma yapan bu şirketler, “Yedi Kızkardeş”[2] olarak anılmıştır: Standard Oil of New Jersey (Exxon), Royal Dutch Shell (Shell), British Petroleum (BP), Gulf Oil (Gulf), Texas Oil (Texaco), Standard Oil of California (Chevron) ve Mobil Oil (Mobil). Bunlara daha sonra Fransız şirketi Française des Petroles (CFP) de eklenmiştir.
1950 ve 1960’lı yıllarda otuz kadar küçük boyutlu ve bağımsız olarak adlandırılan şirketlerin bu endüstriye girmesiyle, yukarıdaki şirketlerin hakimiyeti nispeten azaldı. Bununla birlikte ABD ve Avrupa’nın (dolayısıyla Yedi Kızkardeş’in) başrolde olduğu “petrol emperyalizmi” hep devam etti. Ortadoğu’daki petrol endüstrisinin gelişimi (üretim, rafineri ve pazarlama) büyük oranda kendi hükümetleri tarafından desteklenen uluslararası petrol şirketlerince yürütüldüğü gibi, üretici ülkelere teknik konularda herhangi bir aktarım da söz konusu olmadı.
Petrol emperyalizmi konusundaki en aktif devlet, tahmin edileceği üzere İngiltere idi. İngiltere, gösterdiği ısrarlı politikayla Musul-Kerkük petrollerini elinde tuttuğu gibi, ABD’yi bile Ortadoğu petrolünün dışında bırakmak için büyük bir çaba gösterdi. Buna rağmen ABD, 1930’larda Bahreyn’de ve bütün Suudi Arabistan’da petrol çıkarma ve işletme imtiyazları elde etti.
Bu tarihlerde, ABD ve Avrupalı şirketler tarafından sağlanan petrol imtiyazları, genelde çok geniş alanları ve üretimden ihraç ve rafine etmeye kadar geniş hakları ve ayrıca 75 yıla kadar varan uzun süreleri kapsıyordu ki bütün bunlar, petrolün tüm yönleri üzerinde geniş bir kontrolü beraberinde getiriyordu. Ortadoğu hükümetleriyle son derece basit sözleşmeler yapılarak petrolün kontrolü sağlanıyordu. Ton başına 20-25 cent olarak genelde sabit imtiyaz bedeli veya satışlar üzerinden yüzdelik ücret söz konusuydu. Petrol karşılığında hükümetlere ödenen ücretler çok düşük seviyelerde kalıyordu. Dev şirketler, petrolü ihraç ve ithal etme konusunda geniş hak ve özgürlüklere sahip oldukları gibi, vergi muafiyetlerine de sahiptiler. Bütün bunlar, uluslararası petrol şirketlerini “devlet içinde devlet” haline getirmekteydi.
Petrolün Siyaseti: OPEC’in Kurulması
II. Dünya Savaşı’ndan OPEC’in (Organization of Petroleum Exporting Countries/Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı) kurulduğu 1960’a kadarki dönemde, yukarıda belirtilen durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Petrole dair müzakereler ve yapılan millileştirmeler sonucunda, uluslararası şirketlerin ve temsil ettikleri devletlerin Ortadoğu petrolü üzerindeki gücü ve etkisi azalmaya başladı. Bu dönemde petrol üretiminin çoğalması, üretici ülkelere büyük gelirler sağlarken petrolün önemini de arttırdı.
Ortadoğu’nun petrol üreticisi ülkelerinin, gelişmiş ülkelerin ve dünya endüstrisinin kontrolü altında kalmaları petrol konusunda önemli bir teşkilatın ortaya çıkmasını da sağladı. 1959 yılına gelindiğinde, büyük petrol şirketleri petrol fiyatlarını düşürünce, petrol üreten ülkelerin gelirleri azaldı. Sonuçta, bir tedbir olarak Suudi Arabistan, Irak, İran, Kuveyt ve Venezuela gibi kilit üretici ülkeler, 1960’ta Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı OPEC’i kurdular. Cidde merkezli teşkilat daha sonra genişleyerek on üç ülkeyi daha bünyesine kattı. Batılı ülkeler bu teşkilatın etkili olabileceğini düşünmüyordu. Buna rağmen ABD ve Avrupa devletleri, teşkilata katılan ülkeleri engellemeye çalıştı. Sonuçta üretici ülkelerin girişimi etkili oldu ve 1960’lı yıllarda petrol karteli, dünya petrol fiyatlarını artık etkileyemedi. Dahası Ortadoğu ülkeleri, ekonomik açıdan bağımsız olarak petrol konusunda kendi geleceklerini tayin etmeye çalıştılar. Arap ülkelerinin petrol endüstrisinde hâkim konuma gelmesi ile de 1968 yılında Petrol İhraç Eden Arap Ülkeler Teşkilatı OAPEC (Organisation of Arab Petroleum Exporting Countries)’in kurulmasına da önayak oldu.
OPEC’in kurulmasının temel sebebi, üye ülkelerin en değerli doğal kaynaklarının kontrolünü elde tutmaktı. Bu dönemde, Arap devletleri için bağımsızlık önemli bir meseleydi. Teşkilat, Nasır döneminde 1960’ta kurulmuştu. Nasırcılığın en önemli özelliklerinden biri de II. Dünya Savaşı sonrasında beliren yeni sömürgeciliğin etkilerini ortadan kaldırmaktı. Teşkilatın ilk amacı, üye ülkelerin pazarlık gücünü kullanarak büyük petrol şirketlerine petrol fiyatlarını yükseltme konusunda baskı yapmaktı. Ucuz ve bol petrol, savaş sonrası Avrupa ve Japonya’nın kalkınmalarını sağlayan ve ABD’ye de ekonomik üstünlük getiren enerji kaynağıydı. Otomobil ve trenlerin gittikçe yaygınlaşması da kömüre dayalı ekonomileri hızla petrole bağımlı hale getirmişti. Bütün bunlar, petrolün uygun fiyatla ve hep var olmasına bağlıydı. Ancak sanayileşmenin getirdiği hızlı petrol tüketimi, Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığı gün geçtikçe attırmaktaydı.
1967’deki altı gün savaşının bir sonucu olarak, Nasır tarafından kamulaştırılan (1956) Süveyş Kanalı’nın yine Nasır tarafından kapatılması, petrol endüstrisini büyük ölçüde etkiledi. Ama petrol fiyatlarının fırlamasından dolayı parayı kazanan yine büyük petrol şirketleri yani Yedi Kızkardeş oldu. Kanalın kapatılmasıyla petrol nakil yollarının altüst olması, bulunduğu coğrafi konumları sebebiyle bun- dan etkilenmeyen petrol üreticileri Libya ve Nijerya’ya yaradı. Libya, 1969’da petrol fiyatlarını yükselttiği gibi, üretimi azaltmakla da tehdit ediyordu. Bu gelişmelere paralel olarak İran, Irak ve Suudi Arabistan, 1971’deki Tahran Antlaşması’yla beş yıl için petrol fiyatlarını belirleme konusunda anlaştılar.
II. Dünya Savaşı’nın sonundan 1970’e kadarki dönemde petrol fiyatları genel hatlarıyla dengeli, hatta düşük bir seyir takip etti. Yeni bir Arap-İsrail savaşı (Yom Kippur) Ekim 1973’te göstermiştir ki o tarihte petrol üretiminin %40’ını karşılayan OPEC sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi bir güç haline de geldi. Bu tarihte, Ortadoğu’nun petrol üreten ülkeleri, İsrail’i destekleyen ABD ve diğer devletlere petrol satışını keserek (petrol Boykotu/Krizi), petrol üretimini azaltma ve fiyatları yükseltme konusunda anlaştılar. Arap-İsrail savaşı sona erip yaptırımlar kaldırıldığında, petrol fiyatları bir yılda tam dört kat artarak varili 11,65 dolara fırlamıştı. Fiyatlardaki keskin yükseliş, bu kararları alan petrol üreticisi ülkeleri zengin etmiş; Suudi Arabistan ve Irak gibi petrol üreticisi ülkelerin gelirleri de 1973-1974 yıllarında 8-10 kat kadar artmıştı. Bu dönemde petrol ABD’de bile çok az bulunmasına rağmen, OPEC’in her fiyat yükseltmesinde olduğu gibi, büyük petrol şirketleri (Yedi Kızkardeş) de çok büyük kazançlar elde ediyordu. Öte yandan bu gidişten etkilenen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Japonya’nın, 1973 sonunda Filistin haklarını tanıyan ve İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği yerleri boşaltmasını isteyen bildiriler yayınlamaları petrolün ekonomik silah olmanın yanında siyasal bir silah haline de geldiğini gösteriyordu.
1973 petrol kriziyle ortaya çıkan petrol zenginlerinin paraları ise, batı bankalarına yatırılmaktaydı. Böylece petrol zengini Ortadoğu ülkeleri, dünya bankacılık sisteminde de etkili olmaya başladı. Bu durum, petrolün bir silah olarak kullanılmasında uzun vadeli bir etki yarattığı gibi, “kaynak jeopolitiği” denen kavramı da ortaya çıkardı. Petrolün bir silah olarak kullanılmasına karşılık olarak ise, petrol kaynaklarını koruma ve keşfetme çabaları arttırıldı. 1973 petrol ambargosu, petrol sanayinde bir dizi gelişmeyi de beraberinde getirdi. Bunların başında OPEC ülkelerinin petrol çıkarma, işleme, dağıtım ve pazarlama işlerine girişmesiydi. Çokuluslu petrol şirketleri ise orta bir yol bularak üretici ülkelere gerekli teknoloji ve uzmanlığı sağlamaya devam ederek yerli şirketlerle ortaklıklar kurdular.
1979’daki İran devrimi sonrasında ülke petrol üretiminin durdurulmasıyla fiyatlar bir kez daha fırlayarak 1980 başında 43 dolara kadar çıktı. Bundan sonra Petrol fiyatları Roterdam gibi spot borsalarda belirlenmeye başlandı. Uzun süreli neticesi ise, şirketler uç noktalarda petrol fiyatlarının kontrolünden feragat ettiler ve daha çok spot borsalara bağlı kaldılar. Petrol fiyatları, artık elde edilebilirlik durumuna göre değil de ticari sistem tarafından ve psikolojik şartlara göre belirlenmeye başlandı.
Şattülarap suyolu üzerindeki anlaşmazlıktan kaynaklanan ve sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı (1980-1988), iki ülkedeki petrol altyapısını büyük oranda yok ettiği gibi, İran ve Irak’ın petrol gelirini de büyük oranda azalttı. Savaş sürerken, 1984 yılında, iki ülke arasında bu kez de “tanker savaşı” başladı.[3] Bundan petrol taşımacılığı ve ticareti ciddi ölçüde etkilendi. Bununla birlikte, 1986 yılında, petrol fiyatlarında %50’den fazla bir düşüş yaşandı. İran-Irak savaşı devam ederken böyle bir şeyin yaşanması ilginçti. Bu düşüşün sebebi ABD kaynaklıydı. Şöyle ki, ABD Başkanı Reagan, 1980’lerin başında, petrol üretimini arttırma konusunda Suudi Kralını ikna etmiş ve artan üretimle birlikte fiyatlar (13 dolar) dibe vurmuştu. Reagan’ın amacı ise, petrol geliriyle ayakta duran Sovyetler Birliği’ni çökertmekti. 1991’de bu amaca ulaşıldı ve Birlik dağıldı. Petrol bir kez daha politik bir silah olarak kullanılmıştı.
ABD ve Petrol
Ortadoğu petrolüne gittikçe bağımlı hale gelen ABD, fiyat artışlarından etkile- nen ülkeler arasında yer almaktadır. ABD, 1970’lerin sonunda bu bağımlılığını azaltarak, doğan boşluğu Amerika kıtası petrolüyle dengelemeye çalıştı. 1997 yılı verilerine göre dünya petrol rezervlerinin yalnızca %2,9’u ABD’de bulunmaktadır. Bu ise, ABD’nin kendi petrol kaynaklarının çok sınırlı ve yakın bir gelecekte de tükenmesinin mümkün olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, ABD’nin Ortadoğu ve Amerika kıtası (Venezuela ve Meksika) petrolüne olan ihtiyacı önemli boyuttadır. Ancak, Ortadoğu dışındaki opsiyonlar da oldukça sınırlıdır. Bu yüzdendir ki ABD, olağanüstü durumlarda kendisine birkaç yıl yetecek kadar büyük miktardaki petrolü “stratejik rezerv” olarak muhafaza etmektedir. Ancak, başta Japonya, Çin ve Asya-Pasifik ülkeleri olmak üzere Ortadoğu petrolüne bağımlı olan diğer sanayileşmiş ülkeler ise, petrolün bir silah olarak kullanılmasından doğrudan etkilenmektedirler.
Petrol Ülkelerinin Sosyo-Ekonomik Yapıları
2000’li yıllarda dünya petrol fiyatları yeniden yükselmeye başladı. Eylül 2000’de İsrail işgaline karşı beliren Filistinli ayaklanması ve ABD’ye karşı yapılan 11 Eylül 2001 saldırısı ve bunun sonucunda ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesiyle ortaya çıkan bölgesel istikrarsızlıklar, yükselmenin başlıca nedenleriydi. 2005’te fiyatlar, Irak’taki savaş ve ABD’deki Katrina kasırgası nedeniyle en yüksek seviyeye çıktı. Bu durum, Ortadoğu’nun petrol üreten ülkelerini doğrudan etkiledi ve kazançlarını kat kat arttırdı. Petrol üreten ülkelerin kendi petrol kaynaklarını kontrol altında tutmak suretiyle gösterdikleri başarı, bazı önemli sonuçlar doğurdu. Öncelikle, petrolden elde edilen büyük gelir, ülkelerinin gelişmesi doğrultusunda kullanıldığı gibi, bazen de halka fayda sağlamayan müsrif projeler için kullanıldı. Özellikle Körfez ülkelerindeki petrol geliri, devleti yöneten ailelerin elinde önemli bir güç oldu. Bu zenginlik, modernleşme ve halkın refahı için yeterince kullanılmadığı gibi, aynı zamanda muhaliflerin susturulmasında ve sorunların üzerinin örtülmesinde, dolayısıyla antidemokratik siyasal sistemlerin sürmesinde de etkili oldu.
Büyük petrol geliri, ekonomik ve sosyal değişimi de beraberinde getirmiştir. Kent hayatı hızla değişmeye başlamış, lüks ve israfa varan modern hayat etkisini göstermiştir. Ulaşım altyapısı büyük gelişme kaydetmiş; eğitim, sosyal hizmetler, tarım ve sanayiye büyük paralar harcanmıştır. Ancak özellikle İran-Irak savaşı, bu imkanları önemli ölçüde azalttı. Öte yandan, bütün ekonomik ve toplumsal gelişmelerin sadece petrol ve doğalgaza bağlı olması da başlı başına bir sorun teşkil etmiştir.
Dünya ekonomik sistemi içerisinde stratejik enerji kaynağı olan petrol, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için büyük önem taşımaktadır. Bu durum, Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin petrol ve doğalgaz gibi doğal enerji kaynaklarına ödediği miktarlar, yıllık on milyar dolarları bulmaktadır. Ekonomileri bu denli belirleyici bir role sahip olan petrolün, dünyadaki pek çok başka mal ve hizmetin fiyatını da belirlediğini ayrıca belirtmek gerekir.
Günlük on milyonlarca varil ham petrol tankerler vasıtasıyla yani denizyoluyla taşınmaktadır. Bunun çok büyük bir kısmı da dar hatlı denizyolları ve petrol boru hatları üzerinden nakledilmektedir. Petrol arzını doğrudan etkileyen bu tıkanma/daralma noktalarının bir hedef olarak saldırıya açık olması, Ortadoğu merkezli siyasi ve ekonomik gelişmeleri de doğrudan etkilemektedir. Bu husus, kriz dönemlerinde Batı Avrupa ve Japonya gibi ülke ve bölgeleri daha fazla etkilemektedir. Son dönemlerde el-Kaide gibi bazı radikal gurupların, bu tür stratejik hedefler üzerine büyük saldırılar yapma kapasitesi açıkça ortaya çıkmıştır. Böyle bir saldırı olması durumunda, petrol fiyatlarının ani bir şekilde artması ve neticede dünya ekonomik dengelerinin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden, Ortadoğu petrolünü, dünya pazarlarına daha kolay ve risksiz bir şekilde nakletmek üzere, özellikle Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne ulaşan çok sayıda boru hattı yapılmıştır.
Basra Körfezi, dünya petrol taşımacılığı açısından kilit bir role sahiptir. Orta- doğu merkezli petrol taşımacılığında hassas olan bölgeler içinde, Basra Körfezi’nin çıkışını kontrol eden stratejik mevkideki Hürmüz Boğazı ise ilk sırada gelmektedir. Basra Körfezi çıkışlı petrolün ilk tıkanma noktası burasıdır. Oldukça dar olan Hürmüz Boğazı’nın bir tarafı Birleşik Arap Emirlikleri toprakları iken, diğer tarafı da İran topraklarıdır. Dünya petrol sevkiyatının beşte birinin gerçekleştirildiği bu boğaz vasıtasıyla Ortadoğu petrolü dünya pazarlarına ulaşmaktadır. Ancak, daha önceki yıllarda da benzer girişimlerde bulunan İran, ABD liderliğinde uygulanan petrol geliri yaptırımlarına bir cevap olarak stratejik Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehditlerini sürdürmektedir. Bu da petrol üreticisi bölge ülkelerini yeni arayışlara itmektedir. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri, Hürmüz Boğazı’nı devre dışı bırakan bir petrol boru hattını yakın zamanda (Temmuz 2012) hizmete açtı.
Ortadoğu petrol sevkiyatının bir diğer tıkanma noktası, Arabistan yarımadasının güneyinde Yemen ile Cibuti arasında olan ve Kızıldeniz-Basra Körfezi bağlantısını sağlayan Bâbülmendeb Boğazı’dır. Günlük 3-3,5 milyon varil petrol, boğazdan geçerek Akdeniz ve Avrupa’ya ulaşmaktadır. Buradan geçişi engelleyecek herhangi bir istikrarsızlık, petrol ulaşımını da doğrudan etkilemektedir. Nitekim, son yıllarda Somalili deniz korsanları, tankerler de dahil bölgedeki gemi trafiğini büyük ölçüde etkilediğinden, güvenliği sağlamak üzere NATO’ya dahil savaş gemileri bölgede devriye görevi yapmaktadır.
Akdeniz’e ulaşan hattaki üçüncü ve sonuncu tıkanma noktası ise, 1869’da açılan Süveyş Kanalı ve çevresidir. İnsan yapımı olan bu kanal sayesinde, günlük 2 milyon varil petrol Akdeniz’e ulaşmaktadır. Bununla birlikte, kanalın Kızıl Deniz girişini Kahire ve İskenderiye üzerinden Akdeniz’e bağlayan Mısır’ın boru hattı kompleksi, Süveyş Kanalı’nı devre dışı bırakarak, Ortadoğu petrolünü Akdeniz’e ulaştıran ikinci bir kanal gibidir. Buradan da günlük 3 milyon ton petrol nakledildiğinden, Kanal bölgesinden Akdeniz’e ulaştırılan günlük petrolün miktarı 5 milyon tona yaklaşmaktadır.
Sonuç
Dünyada her şey ham madde kaynaklarına bağlıdır. Savaş ve barış, ham madde kaynakları üzerinde ve bu kaynakların bulunduğu bölgelerde meydana gelen gizli ve korkunç birtakım mücadelelerin eseridir. Yirminci yüzyılın başlangıcı dünya ham madde kaynaklarına sahip olmak, dünyaya bu yoldan hâkimiyet ve üstünlüğünü kabul ettirmek isteyen devletlerin mücadelesine şahit olmuştur ve bu mücadele halen devam etmektedir.
Petrol, 20. Yüzyılında ham maddelerin başında yer almış bulunmaktadır. Denilebilir ki dünya bugün eğer teknik sahada korkunç bir ilerleme kaydetmiş ise bu ilerlemeyi petrole borçludur. Petrol, insan hayatının her safhasında ve her derecesinde etkisini ortaya koymuş bir ham maddedir. Dünyanın en güçlü ve rakipsiz ham maddesi haline geldikten sonra, yeryüzüne çıkarıldığı her yerde ihtilaller, katliamlar, darbeler birbirini kovalamış ve petrole sahip ülkelerin halkları hiçbir zaman rahat bir nefes alamamıştır. İran’da keşfedildiği günlerden beri İran rahat ve huzur yüzü görmemiştir. İran’ın son asır tarihi, petrol yüzünden meydana gelen ihtilallere, katliamlara, darbelere ve hanedan değişikliklerine şahit olmuştur.
1926 yılında, Churchill Avam Kamarasında petrol ve İngiltere’nin çıkarlarını müzakere edilirken, petrolün önemini şüpheye yer vermeyecek şu sözleri ile dünya kamuoyuna açıklamıştır: “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.” Fransa Başbakanı Clemanceau ise Amerikan Başkanı Wilson’a gönderdiği bir telgrafta şunları yazmıştır: “Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa, Fransa’nın kana olduğu kadar petrole de muhtaç olduğunu bilmelidirler.”
Petrol her türlü diplomatik kaidenin dışındadır. Petrol, öyle sihirli bir madde haline gelmiştir ki buna sahip olabilmek için dost ve müttefik bildiğimiz Almanya dâhil Rusya, İngiltere ve Fransa birleşerek 600 yıllık bir imparatorluğu idama mahkûm etmişti. Petrol sadece bir imparatorluğu değil, fakat tarihlerin içine sığmayan adil, civanmert ve asil bir milleti de yok etmek pahasına harekete geçirilmişti.
2011 yılı istatistiklerine göre, dünyadaki ham petrol rezervlerinin yaklaşık yarı- sının Ortadoğu coğrafyasında, geri kalanının da ABD, Güney Amerika ve Kuzey Denizi’nde bulunduğu ifade edilmektedir. Bu rakamlar Ortadoğu ile petrolün ne kadar iç içe girmiş kavramlar olduğunu göstermektedir. Petrol, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyıldaki Avrupa sömürgeciliğinin temel itici güçlerinden ve Ortadoğu’da meydana gelen çatılmaların temel sebeplerinden biridir. Petrol aynı zamanda büyük miktarda keşfedildiği Arap vilayetlerini elinde tutan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında da önemli bir rol oymamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından günümüze kadar geçen süreç ise, Ortadoğu’da petrol ile uluslararası siyasetin birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu göstermiştir.
1. 2011 yılı verilerine göre Ortadoğu ülkelerinin ham petrol rezervleri şu şekildedir: Suudi Arabistan %16,1. İran %9,1. Irak %8,7. BAE %5,9. Kuveyt%6,1. Ortadoğu Toplam %48,1.
2. Yedi Kızkardeş (Seven Sisters): 28 Ağustos 1928’de av partisi adı altında İskoçya’daki bir şatoda toplanan büyük petrol şirketleri, “dünyanın petrol kaynakları dürüstçe paylaşılmalıdır” sonucuna varmışlardı. Alınan kararlar, Ortadoğu petrolleri üzerinde uygulamaya konuldu. Bu gizli toplantı, aslında yeni ABD ve Avrupa emperyalizminin de bir uzantısıydı.
3. Tanker savaşı: İran, Irak, Suudi Arabistan ve Kuveyt ve diğer ülkelere ait olan 44 petrol tankeri, İran veya Irak tarafından vurularak hasar gördü. Başlangıçta Irak tarafından başlatılan tanker savaşında her iki ülke, birbirinin petrol ihracatını çökertmeyi amaçlıyordu. Petrol taşımacılığını da doğrudan etkileyen bu durum, zamanla dünya piyasalarına petrol arzını etkileyen global bir sorun haline geldi.
Kaynaklar
Ayhan, Veysel, Ortadoğu ve Petrol, İmparatorluk Yolu, İstanbul, 2009.
Karadağ, Raif, Petrol Fırtınası, İstanbul, 2003.
Kurşun, Zekeriya (ed.), Modern Ortadoğu Tarihi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2019.
Yergin, Daniel, Petrol, (çev. Kamuran Tuncay), İstanbul, 2013.
[1] 2011 yılı verilerine göre Ortadoğu ülkelerinin ham petrol rezervleri şu şekildedir: Suudi Arabistan %16,1. İran %9,1. Irak %8,7. BAE %5,9. Kuveyt%6,1. Ortadoğu Toplam %48,1.
[2] Yedi Kızkardeş (Seven Sisters): 28 Ağustos 1928’de av partisi adı altında İskoçya’daki bir şatoda toplanan büyük petrol şirketleri, “dünyanın petrol kaynakları dürüstçe paylaşılmalıdır” sonucuna varmışlardı. Alınan kararlar, Ortadoğu petrolleri üzerinde uygulamaya konuldu. Bu gizli toplantı, aslında yeni ABD ve Avrupa emperyalizminin de bir uzantısıydı.
[3] Tanker savaşı: İran, Irak, Suudi Arabistan ve Kuveyt ve diğer ülkelere ait olan 44 petrol tankeri, İran veya Irak tarafından vurularak hasar gördü. Başlangıçta Irak tarafından başlatılan tanker savaşında her iki ülke, birbirinin petrol ihracatını çökertmeyi amaçlıyordu. Petrol taşımacılığını da doğrudan etkileyen bu durum, zamanla dünya piyasalarına petrol arzını etkileyen global bir sorun haline geldi.