Bugun...


Özden İlhan

facebook-paylas
TATLI TESLİMİYETÇİLİK
Tarih: 03-07-2023 14:55:00 Güncelleme: 03-07-2023 15:07:00


Hepimiz sık sorarız.

 

Evren nasıl yaratıldı? Tesadüfen mi oluştu? Bir yaratıcı var mı? Dünya ile bağlantım nedir? Var olmanızın amacı nedir? Neden bu dünyada bu kadar adaletsizlik var?

 

Ölümler, doğa afetler, gençlerin, hatta bebeklerin ölümü, adalet sistemi çökmesi, yaşam mücadelesinde açlıkla karşı karşıya kaldığımızda zaman, yukarıdaki soruları sormaya başlıyoruz.

 

Çünkü bizler işler yolunda giderken, mutluluk dolu bir yaşamımız varken, hayatı sorgulamayız. Ne zaman ülkemizin yaşadığımız gibi felaketler veya maddi sıkıntılar başlar veya sevdiklerimizi kaybederiz, yaşadığımız hayatı sorgulamaya başlarız.

 

Yeryüzündeki pek çok toplumda insanın yaşayacaklarının önceden ilahi bir güç tarafından belirlendiğine inanılır. Kader anlayışı insanın başına geleceklerin büyük bir kısmının kendi elinde olmadığı inancı yaygındır.

 

Bu nedenle bir süre sonra dinlerin öğretisi olan kadere insanlar teslim olurlar.  Sanırım mutlu olmanın yolu, kader denilen öğretiye teslimiyetçilikten geçiyor.

 

İnsan öldüren, şiddet uygulayan, terörist, soyguncu, rüşvetçi, tecavüzce kim varsa, suçtan içeriye giren herkese “kader kurbanı” diyen, bir ülkede yaşıyoruz.

 

Teslimiyet veya kadercilik; ne kadar samimi ve dürüst olabilir ki, buna bir isim verelim. Tatlı teslimiyetçilik,  içsel ve dışsal maskeleme yapmaktan öte gidemez. Kendimizi kandırmak, hatalarımızı, acılarımızı kabul etmeyip, gerçeği örtbas etmek;  uçurumun üstüne derme çatma kurulmuş bir köprünün üstünden geçmek veya dar bir yolda uçurumun kenarında yürümek gibidir.

 

Bunu en güzel Leo Tolstoy, Anna Karenina adlı romanında,  "uçurum hayatın ta kendisiydi" diye yazmıştı.

 

İnsanlar kendini aklamak ve rahatlatmak için bahaneler üretir ve kendine "yapay yaşam köprüsü" oluşturur. Kendi yarattığı kaosu görme yerine kendini rahatlatacak yalanlara sığınır, daha da rahatlamak isterse, “benimde kaderim buymuş” diyerek, kendine “yapay köprü” oluşturur.

 

Hatalarının farkına vararak kendini düzeltmediği zaman,  kendi kurduğu “yapay köprüsü” ayakta kalsa bile,  bir süre sonra köprüsünün yıkılma riskiyle baş başa kalabilme olasılığı yüksektir.

 

İnsanlar, kendi yaptıkları işlerden para kazanırken, kendine sahip çıkıyor. “Ben en iyisiyim. Ben parayı veya ünü hak ettim” diye, kendi için her olumlu gelişmeye sahip çıkıyor.

 

Her nedense bu parayı kazanırken yaptığı haksızlıkları varsa, ünlemek için basamak yaptığı insanları, genelde hiç hatırlamaz veya hatırlamak istemez.

 

Nietzsche, hatalarımız kabulüne bilmemizin bir yolunu, gerçek bir sanatçıyla örneklendirir. Karakterimizin iyi gözlenmesini bilirsek,  kusurlarımızı görebileceğimizi anlatır. Tabii anlattıklarını anlamak için son yılların insanlara şırınga edilen egomuzu da bir kenara bırakmamız gerekiyor.  Egoyu kenara bırakmayıp seçim yapmaya kalkarsak, “zevkime uygunsa iyidir” düşüncesi hâkim olabilir.

 

Bir sanat eseri yapılmaya başlandığında birçok kusurlar içerir. Bu kusurları görmemezlikten gelen veya iyi gözlenmeyen sanatçı, “değerli sanat eseri” üretemez.  Gerçek sanatçı yaptığı eseri deneyimlerinden faydalanarak, çok iyi gözlemler, yaptığı kusurları görür ve defalarca resmi düzeltir ve “değerli sanat eseri” yapar.

 

Hepimiz aslında bu dünya içerisinde “varlığımız nedenlerini”  anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bunu anlamak için yeteneklerimizin ve karakterimizi fark etmemiz gerekiyor. İnsan kendini bütünüyle anlamlandırmak ve yeteneklerinin farkına varması ve iyi, kötü, zayıf, güçlü karakter özelliklerimizi bilmesi gerekiyor.

 

Biz ilk önce başkasını değil, kendimizi değiştirmek zorundayız. Aslında bizi biz yapan değerlerimize ulaşmak, kendimizi iyi tanımaktan geçiyor.

 

 İnsan kendini sorguladığı zaman eksik veya zayıf yönlerinin neler olduğunun da farkına varır. Bunları düzeltmek için harekete geçer.

 

Rus yazar ve tarihçi Aleksandr, “Kötülük hakkında sessiz kalarak, onu yüzeyde hiçbir iz görünmeyecek kadar içimize gömerek, onu ekiyoruz ve gelecekte bin kat yükselecek. Suçluları ne cezalandırdığımızda ne de kınadığımızda, sadece onların önemsiz yaşlılıklarını korumakla kalmıyoruz, böylece yeni nesillerin altından adaletin temellerini söküyoruz.”

 

Aleksandr I. Solzhenitsyn, Gulag takımadaları bize önerdiği, yanlışı görmezden gelerek, her şeyi kader bağlayarak, görmezden gelme veya örtbas etmek pratiğinin bir eleştirisidir. Eğer buna izin vermeye devam edersek, daha da kronikleştireceğimizi, suç işleyenlerden hesap sorulmamasının sadece önemsiz hayatlarını korumakla kalmayıp, aynı zamanda gelecek nesiller için adaletin temellerini de baltaladığını savunuyor. 

 

Rus yazar Aleksandr, özetle toplumdaki hesap verebilirlik ve adaletin önemini ve adaletsizliğe göz yummanın tehlikelerini vurguluyor.

 

Tatlı teslimiyetçilikle yeni nesillerin altından adaletin temellerini sökülmesine izin verilmemesi gerekiyor.



Bu yazı 2650 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI