Bugun...


Fatih Akbulut

facebook-paylas
Bir Ağustos günü-2
Tarih: 03-09-2014 12:19:00 Güncelleme: 09-09-2014 14:37:00


Onların gözünde, karşı koyan herkes aynı yerde; özellikle de kadınlar ahlaksız, edepsiz, namussuz. Hamile haliyle sokakta dolaşmalarından, dondurma yiyişlerine, etek boylarından, kahkahalarına kadar herşeylerini dikiyorlar gözlerini ve akıl almaz saldırılarda bulunuyorlar. Yetmiyor, oturdukları yerde, sokakta, otobüste, parkta, yaşamın olduğu her yerde dikizliyor, kızlı-erkeli evleri basıp suçüstü “namusculuk” ve  “ahlak dedektifliği” oynuyorlar.

Biti kanlanan, en önce geçmişini satıyor; tükürdüklerini o denli süratli yalıyorlar ki sanırsınız “Guinnes Rekorlar” kitabına girecekler. Geçmiş kimliği ile dürüstçe yüzleşemeden, karakterini zamanında gizleyip şimdi ortaya çıkardığını; allayıp pulladığı kalemini açık artırma usulü sattığını  itiraf etmeden, gözümüzün içine bakarak sırıtabiliyorlar her saç stili ile... Bir yerlerini tutsanız, başka yerleriyle alkışlayabiliyorlar olan-biteni. Yanmış yağ akıyor her taraflarından.

Kukla deseniz kukla değiller, olmaları da mümkün değil; çünkü gerçek kuklalar kendilerini yaratan sanatçıların elinde muhalefet yapar zalim muktedirlere karşı mazlumu savunarak; doğadan, ezilenden, gelecekten yana taraf olurlar gerçek kukla ustalarının elinde. Bunlar olsa olsa ancak saray soytarısı mı olurlar derseniz de, onu da algılara bırakalım derim...

Ya, her sabah bakkalın önündeki tezgahta başlıklarına göz attığım gazeteler? Onların büyük çoğunluğu iktidarın ve daha doğrusu iktidarın tek iradesinin bir parmak işaretine bakıyorlar ( hele birisi dün “70 milyon Çankaya’da “ diye bir başlık atmış, neresine sığdırdı diye sorasım geldi ve güldüm kahkaha ile - iyi ki kadın değilim diye de seviniverdiğim ironisine de takılarak-  o an ); çok fazla kitleselleşemeyen ve eskinin çoğunluğu şimdinin azınlığına seslenenler ise ayrı ayrı  kendi tellerinde tek sesli “kendin çal, kendin söyle” modundalar.

Ama bu arada yeni slogan olarak ortaya çıkan “ Yeni Türkiye” sözünün önüne “Yeniden” lafı gelecek mi? O soru takılıyor aklıma. Hani vesayet- vesayet derken, kendi  daha doğrusu kendi tek adamlarının, vesayetini dayatan zihniyetin, “Yeniden” yarattığı “Yeni Vesayet” gibi...

Bilmediğim bir hüzün ve karamsarlıkla bakıyorum şu an çalışma masamın yanında olduğu penceremden. Apartmanımızın ikinci katında, sokağa bakan tarafda, hemen önünde kocaman ve budandıkça her yıl daha gürleşen bir ağaç olan bu penceremden görüş alanıma giren gökyüzünü tamamen kaplamış gri bulutları görüyorum. Belki de bu kasveti yaratan onlar. Onca güneşli günün ardından, belki de “ eli kulağında artık, şunun şurasında 22 gün sonra güz başlayacak” dercesine yoğun bir bulut yükü altında olan ağustosun bu anlamlı gününde beklenen, umulan yağmuru da getirmeyecek gibi bu görüntü.

Bundan 92 yıl öncesinde, bugünleri çok daha farklı olacağını öngörüp onun için mücadele eden ve tarihe geçen başta Mustafa Kemal ve yanındaki lider kadrosu ve o zamanki 13 Milyon nüfusu ile fakirlik içinde korkunç bir mücadeleden çıkmış bir halklar topluluğuna saygının odağına yerleştiği bir gün bu. Emperyalizmin silahlı güçleri olarak Anadolu’yu Sevr antlaşması sonucu işgal eden devletleri tek tek yenerek son kalıntılarını da İzmir’den kovalayan gerçekten inanılmazı başaran bir süreç; kurtuluş sürecini sona erdirip kuruluş sürecine yol açan anlamlı günlerinden biri. Ama her nedense bu günde bunca burukluk, bunca kasvet esasında itiraf etmek gerekirse sadece havaya, gri bulutlara yormak en azından olayı hafifsemek anlamına geleceğini itiraf etmeliyim. Ama lafı eveleyip, geveleyip de bir mazeret bulmaksa amaç o başka tabi ki. Sorun fiziksel rahatsızlık değil düşünsel rahatsızlığın ruhsal rahatsızlığa evrilmesi, hatta patlaması çokça...

Esasında artık, ne konuşmak, ne yazmak, ne tartışmak ne düşünmek, ne kızmak, ne de isyanın içselleşmiş sessiz hali içinde yaşayıp psikolojiyi bozmak istemiyorum; çevremde konuştuğum kimse de istemiyor gibi. Son günlerin bu kasveti geçtiğimiz yılların artık damla damla sabır bardağını doldurması ve bunun sınırının nerede olduğunun bilinememesi mi yoksa?

Bunları düşünürken ve yazmaya çalışırken Tv ekranındaki törenin görüntülerine gözüm takılıyor bir an ve parmaklarım klavyede hızlı hızlı dolaşıyor hemen ardından:

" ‘ Sap gibi ayakta durmanın anlamı yok...’ diyenlerin bu laflarını yemiş yutmuş da boğazlarında kalmış gibi duruşlarının ekranlara yansıması gerçekten çok anlamlı (mı?)... “

Ziverbey 30 Ağustos 2014



Bu yazı 22955 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI