Bugun...


Ahmet Kale

facebook-paylas
LOJMANDAN ÇIKARILMA VE SONRASI
Tarih: 08-01-2023 23:03:00 Güncelleme: 09-01-2023 00:07:00


 

Yayınevindeki birlikteliğimize sözlü bir tebliğle son verilmişti ama ben hala yayınevi için bana verilmiş olan “lojman” diye adlandırdığımız dairede kalmaya devam ediyordum. Çok sevdiğim bir işin sona erdirilmesinin moralsizliğinin üzerine bir de evden ne zaman çıkarılırım, çıkarılınca işsiz ve barınaksız ne yapabilirim kaygısı da eklenmişti. Allahtan bakmakla yükümlü olduğum kızım üniversite sınavında çok üstün bir başarı göstererek yüksek bir bursla Ankara Bilkent’te okumaya gitmiş, beni oldukça rahatlatmıştı. Artık yeniden yalnız yaşamaya başladığım için daha dik durabilirdim hayata karşı. Ağustos’un 11’inden Ekim ayının 11’ine dek geçen tam iki ayı bu duygularla geçirdim. Evden çıkarılacağımı bekliyordum ama yine de içimde H.Atahan’ın bana “Ahmet, tamam yayın işinde artık seninle yürümek istemiyorum ama ev konusunda kaygılanmanı istemiyorum. 8 yıldır birlikte bir hukuk oluşturduk. İşini düzenleyip kendine ev ayarlayıncaya kadar burada kal. Barınmayı dert etme” diyebileceğine dair bir umut da taşıyordum. Beni bilen bilir onu dese bile, tedirgin yaşamaya çok katlanamayacağım için kısa sürede yine ayrılırdım o mekandan. Ama bunu yapmadı.

 

2011 yılının 11 Ekim günü, daha önceki yıllarda yaptığımız gibi sabah erkenden ustamız Kıvılcımlı’nın mezarını ziyarete gittik. Daha önce de yazmıştım; mezar başı anmaları her grubun kendi başına gelip, daha önce gelenlerin kendi grup anmasını bitirmesini bekleyip, sonra anma yapmaları biçiminde oluyordu. Halen de bir iki istisna yıl dışında hep öyle yapılıyor anmalar. Bizim gibi grupsuzlar da ya kendine yakın grup anmalarına katılır ya da kendi başlarına gelip saygı duruşu yapıp dönerler. Biz de yıllardır, diğer gruplar gelmeden, kaç kişiysek mezar başına gidip saygı duruşu yapar, karanfillerimizi bırakır çıkardık. 2011 anma günü de H. Atahan, A. Öztürk ve ben üç kişi olarak gidip anmamızı yaptık. Belki başka birkaç arkadaşımız daha vardı ama biz dönüş yolunda H. Atahan’ın arabasında üç kişiydik. Tarlabaşı’ndaki ev ve yayınevinin olduğu yere dönerken, Dolapdere girişindeki bir benzinciye girdik. H. Atahan, “şurada oturup birer çay içerek biraz konuşalım” dedi.

 

Oturup çayları içerken şöyle bir konuşma geçti aramızda:

 

“Ahmet artık yayınevinde birlikte değiliz, ben senin lojmanı da boşaltmanı istiyorum.

 

“Neden ağabey, evi boşaltmamı gerektiren ne geçti ki aramızda?”

 

“Sen etrafta ben H. Atahan’ın bütün özel hayatını biliyorum, gerekirse konuşurum rezil olur diyormuşsun.”

 

“Bunu sana ulaştıran hangi puşt ise o alçağın önde gideni olmalı. Ben buradayım, o şerefsiz her kimse gelsin benim yanımda söylesin bunu. “Ahmet sen aynen bunları dedin” desin. Ben böyle bir şey demem, demeyeceğimi de en iyi sen bilmelisin. Ben birkaç kişiye “ya 8 yıldır özel-genel yaşamımız iç içe geçti burada. Abi kardeş gibiydik, şimdi ne haldeyiz”den başka bir şey demedim. O şerefsiz ya da şerefsizler kimse gelsinler benim yanımda söylesinler öyle dediğimi”

 

Bu çıkışım üzerine fazla uzatmadı lafı:

 

“Kardeşim benim o evin kirasına ihtiyacım var, çıkmanı istiyorum” diye kestirip attı. Oturduğumuz binada halen boş olan birkaç dairesi vardı. O binanın dışındaki mülklerini saymasak bile, sadece o binadaki boş dairelere bakarsak benim oturduğum dairenin kirasına ihtiyacı olmadığı kesindi ama o konuya girmeden şunları dedim:

 

“Anlaşıldığı kadarıyla sen artık beni görmek bile istemiyorsun. Bunu anlamıyorum ama diyecek bir şey de yok. Yine de sorayım; yıllardır senin dairenin anahtarı bende durur, girip çıkarım sen yokken de. Bir tek gün evini karıştırılmış mı buldun? Gelen giden misafirlerini taciz mi ettim? Çocukların gelip gittiğinde onları rahatsız mı ettim? Şimdi sen beni hem işsiz ve parasız, hem de evsiz bırakmak istiyorsun. Üç yıl her tuğlasında emek verdiğim evden çıkmamı istiyorsun. Bana ‘kendine iş ve ev bulana kadar barınmayı dert etme, halledince boşaltırsın evi’ demiş olsaydın, minnet borcum artmasın diye canımı dişime takar, çabucak çıkmaya çalışırdım. Ama ben şimdi diyorum ki, ne zaman işim olur, ev tutacak hale gelirim o zaman boşaltırım evini. Bu üç hafta da olabilir üç ay da daha uzun da. Elimden gelen neyse onu yaparım.”

 

Bu konuşmadan sonra dağıldık. Bundan sonrası daha da sıkıntılı oldu ikimiz için de. İlişkilerimiz iyice gerginleşti. Hemen belirteyim; aynı yılın Kasım ayı sonunda yani bu konuşmadan bir buçuk ay sonra ben evi boşalttım. Belirli bir işim ve gelirim olmadan dostlarımın yardım ve katkılarıyla yeni bir ev kiralayıp taşındım.

 

Bu bir buçuk ay süresinde iki defa ciddi görüşmemiz oldu. İkisi de benim oturduğum dairede oldu. Birinci görüşmede bana, “senin geçimine katkıda bulunmak istiyorum. Sen güzel yemekler yapıyorsun. Bir dükkan kiralamana ve içini döşemene yardım edeyim, sen de bir lokanta aç, geçimini öylece çıkarırsın” dedi. “Neden lokanta da başka bir işyeri, mesela yayınevi ya da kitapçı değil?” soruma da “sen hem iyi yemek yapıyorsun, hem de çok boş zamanın olur lokantada” gibi bir şeyler söyledi. Moralim çok bozuktu, kendimi çok kötü hissettiğim zamanlardı. Kırıcı olduğumu bile bile şunları söyledim: “Lokantada çok boş zaman olması mümkün değil, çok da meşgul edici olacağını düşünüyorum. Sen benim zekamla alay mı ediyorsun? Levent’te noterlik için tutmuş olduğun yer eskiden lokanta idi. Orayı devraldığında içindeki kap kacak, masa sandalye gibi eşyaları depoya kaldırmıştın. Hem onlardan kurtulacaksın, hem de bana iş yeri açmış olacaksın güya. Senin asıl amacın beni devrimci ortamın da dışına itmek. Yoksa yayınevi veya kitabevi gelirdi aklına.” Ben bunları biraz da öfkeli bir tonda söyleyince, “beni çok kırdın” deyip gitti.

 

Birkaç gün sonra tekrar görüşmek istedi. Beni böyle bir tavırla evsiz bırakmasının doğru olmadığını düşündü sanırım. Bu görüşmemizi de özetleyeyim:

 

Bana “benim katkılarımı istememeni anlayamıyorum. Birlikte çalışamayabiliriz ama ben insani ilişkilerimizin sürmesinden yanayım. Ben yardımcı olmak istiyorum.” Beni bir yıl kadar parasız bırakan, şimdi de apar topar kapıya koymaya çalışan biri değildi sanki. “Ne öneriyorsun ki” soruma karşılık, “Sen kendine buradan daha ucuz kiralı bir ev bul, o evin kirasını ben ödeyeyim” dedi. “Mesela ne kadar daha ucuz?” soruma da “700-800 lira olabilir” cevabını verdi. Tekrar sordum: ”Şimdi beni çıkardığın bu daire ne kadar kira getirir sana?” “1500 lira falan” dedi. O zaman yine öfkemi tutamadım: “Şimdi ben bu evden ayrılıp 7-800 liralık bir eve geçersem senin için daha mı kıymetli olacağım yani? Aradaki kira farkı mı benim değerim? Hem üstelik bir süre sonra ‘ben bu 700-800 lirayı da veremiyorum’ dersen daha ucuz bir yere mi çıkmalıyım, en sonunda köprü altında yaşa mı diyeceksin bana?” Bu laflarım üzerine “tamam Ahmet, gerekirse ben yatarım köprü altında” diyerek çıkıp gitti. Bunlar son diyaloglarımız oldu neredeyse. Ondan sonra bazı yerlerde karşılaştığımızda bir iki kelime hatır sordu, gönülsüzce cevapladım o kadar. Ancak daha sonra benimle ilgili, arkadaşlarıma yolladığı, beni de alıcılara ekleyip haberdar ettiği iki adet maili oldu. Üç yıl kadar arayla yollanan bu maillerdeki her iddiasını bir sonraki yazımda tek tek cevaplayacağım. Hakkını yememek için yazmadan geçmeyeyim. Hasta olduğumu ve ağır bir ameliyat geçireceğimi duyduğunda bana dayanışma ve yardım mesajı yollamıştı. Teşekkür edip, bir ihtiyacım olmadığını yazmıştım ben de.

 

Bu kopuş diyaloglarından sonra yukarda yazdığım gibi dostlarımın yardım ve katkısı ile yeni bir eve taşındım. Sekiz yıl daha İstanbul’da kalarak hem Kıvılcımlı düşüncesine hem de Türkiye devrimci hareketine katkılarda bulunmaya çalıştım.

 

GELECEK YAZI: İthamlar, İddialar ve Cevaplarım



Bu yazı 6171 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI