27 Mayısçılar Kuvayı Milliyeci atalarımızın devrimci rotasına gerektiği gibi giremeyince devlet içinde ABD'nin kuklası bürokratlar Marshall Planına dahil kalabilmek için Türkiye'yi OECD'ye üye yapmıştı.
Bugün 27 Mayıs mirasından sözde nefret eden Erdoğan OECD İstanbul'a merkez açıyor diye övünüp duruyor.
1948'de de Türkiye o zamanki adı OEEC olan birliğe destek vererek yıkılışın eşiğine gelen emperyalizme kan taşımıştı. Bu ülkede ihanet Atatürk'ün bedenen toprak olması ile başladı derken somut bir durum tespiti yapıyoruz.
NATO'nun ekonomik uzantısı olan OECD İstanbul'da merkez açtığına göre emperyalizmin başı yine belada.
AKP hükümeti yönetimindeki Türkiye kurtarmaya koşuyor.
Özellikle güçten düşen NATO'nun revize edilip Biden'la beraber yeni emperyalist dalaşma ve savaşlara hazırlanacağını zaten biliyoruz.
NATO Türkiye'yi yeni bir üsse çevirmek ve bölgesel nüfuzunu artırmak için Türkiye'yi kullanmak istiyor.
Devletleri hizaya sokmak, ülke yönetimleri üzerinde nüfuz kurmak, milletlerin sadakatini satın almak, pazarlar için savaşımı kızıştırmak, ekonomileri militarize etmek gibi bir Biden planıyla NATO diktatörlüğü sağlamlaştırılmaya çalışılacak.
OECD NATO'nun girişimlerinin ve ekonomik cephe kurma programının aleti.
İstanbul'a yerleşmek istemeleri Türkiye üzerindeki kontrollerini artırmak için. ''Karşı-ayaklanma doktrini'' bunların izledikleri programdır.
Ya da buna 2008'de yayınladıkları belgedeki gibi ''İsyan Bastırma Müttefik Savunma'' planı diyebiliriz.
Küresel tekelci kapitalizmin tahakküm hukukunu uygulayan ve yeri geldiğinde bölgesel savaşlarla, cinayetle, toplu kıyımla, psikolojik harple saldıran bir ideolojik aygıtlar, kurumlar, sermayeler, endüstriler bileşkesidir bu.
Şimdi bu kendisini nasıl sunuyor?
Kötü, pis, şeytan Trump'tan kurtarıcı olarak.
"Zihinsel tedaviye ihtiyacı var" dediği Macron'a "sevgili Emmanuel" diye mektup yazan Erdoğan da bu "kurtarıcı"ların halkla ilişkiler memurluğunu yapmanın derdinde şu an.
O yüzden merkezi Paris'te bulunan OECD İstanbul'a kapak atıyor.
Küreselci küreselci diyenler de, iktidarda kalabilmek için, küreselcilerin prensi denilen "sevgili Emmanuel"leriyle Türkiye'yi karşı-devrimci "kutsal ittifak"ın kirli plan ve projelerine meze yapıyor.
Çin tarihinde ilk kez AB ülkelerinin toplamının verdiği bütçe fazlasından fazla bütçe fazlası verdi.
Çin-Rusya emperyalizminin alan genişletmesi sonucu ABD emperyalizmi denize düştü ve yılan mılan ne bulursa sarılacak.
Erdoğan ''Efendim işte bizim şu kadar borcumuz var bu borcu neyle ödeyeceğim, bu borcu yüksek faizle dışardan kendimize imkan sağlamakla değil kendi kaynaklarımızla bunu nasıl öderiz onun çalışmasını yapacağız'' derken ekonomik krizi artık yönetmeye takarları kalmadığını söylemiş oluyor.
Hazine nakit açığı 181,8 milyar lira, net borçlanma 240,8 milyar lira.
Yani devlet, ihtiyacının tam 59 milyar lira üzerinde borçlandı.
Niye?
Çünkü hükümet Merkez Bankası'nın rezervleriyle beraber kamu bankalarının döviz rezervlerini de yutuyor.
2017 sonunda 876,5 milyar lira olan merkezi yönetim borç stoku, 2020 sonunda 1 trilyon 872 milyar liraya yükseldi.
Üç yıldaki artış oranı yüzde 113, artış miktarı 996 milyar lira.
Erdoğan kime ne anlatıyor acaba?
Ekonomik ve siyasi kriz altında ezilerek yok olmak yerine emperyalizmin yeni oyununda rol almak "neden olmasın" umudu olabilir mi? arayış fırsatı kaçırmak istemez.
Kendi kaynağımız dediği ya iç borçlanma ya vergi.
Vergi işi zor, sosyal patlama rizkini daha fazla göze alamazlar. Zira, zaten halkın iç edilen deprem paralarını unutmadığını, ÖTV ve KDV'yi bir miktar daha artırmak ise imkansız sınıra ulaşmasına ramak var.
İç borçlanma zaten sonuna kadar fırlatılıyor. İç ve dış borç stoku arttıkça bu defa faizin, enflasyonun önüne set çekmiyorlar.
Yani sistematik açıktan beslenen mali oligarşinin sözde açığı kapama adına devlete para satmasıda artık mümkün görünmüyor.
Türkiye'de en karlı iş devlete faizle para satmak, fakat bu defa bütçe açığı sorun oluyor.
Devleti söğüşlemek güzel, ancak devlet batarsa herşey biter.
Ucu kaçtığı an devlet diye bir şey kalmaz, iflasını ilan eder. Faizden beslenen mali oligarşi o sınırı Erdoğan'dan ve adamlarından daha iyi bilir.
Bu da borca çare değil yani.
Faiz ve ranttan beslenen bir ülkede yaşamanın ödettiği bedel bu.
Açık kapatılmak ve halk koruma altına alınmak isteniyorsa dış ticarete devlet tekeliyle, mali oligarşinin vergilendirilmesiyle, büyük sanayide kontrol ve üretim-tüketim denetimiyle, MB'nin faizci kapitalistlerle, uluslararası sermaye piyasasıyla ve yüksek bürokrasisiyle bağının koparılmasıyla işe başlamak gerekir.
Bunu da sadece bir devrimci irade başarabilir.
Emperyalistlerin gölgesinde uydu sisteminin depresif bir çağa girdiği, akıl almaz çelişkiler içinde boğulduğu ve boğuldukça da dengesizleştiği, o dengesizleştikçe, ki şu anda gündemdeki bütün politik tartışmalar, kavgalar bunun göstergesidir, Türk halkı bu tartışma ve kavgalardan sıyrılıp kader birliğini kurmada ve Türkiye'yi demokratik devrime götürmede daha bilinçli ve eylemli davranmak zorunda.
Erdoğan şefliğinde emperyalist politikalara tesne, yalan saltanatına son, Türk halkının demokratik devrimci cumhuriyet davasına evet deme zamanı!