Saflık ve basit bir cevher olma niteliği, Leibniz'in Monad teorisinin dayanağıdır. Her basit cevher, yani tek ve değişmez olan, evrenin bir aynası olmayı sürdürür. Eğer kainat aynası olmasaydı, Tanrı kavramı gelişmezdi. Bu kavramın yansısı olmasaydı, İnsan ve insan-ı kamil aynası olmazdı. Açıkçası yaşamın sırrı görebildiğimiz objelerin içerisinde, hissedebildiğimiz fenomenlerin eşiğindedir. Yanıbaşımızda, dibimizde, aklımızın köşesindedir.
Ayna metaforu, vahdet-i vücud düşüncesinin içerdiği çoğu problemin çözümünde ve bu çözümün ifadesinde önemli bir yere sahiptir. Evren, insanla, düşünme yeteneğiyle anlam bulmuştur bu açıdan bakıldığında. Bu tamamlayıcılık sürecinde, insan insanın kurdu olduğu kadar da panzehiridir de, ilacıdır, iyileştirici terkibidir. Birbirimizle olan imtihanımız var bizim. Kimin kimden üstün olduğu yada kamil olduğu görecelidir hatta belki de atfedildiği kadar önemli değildir. Mükemmel olduğunuz orada kendi dışınızda gelişen ve mükemmel olmayana olumlu etkiniz var mı ona bakılmalıdır. Biri, bir başkasındaki değişimlere deney öncesi alanda etki ediyorsa gerçek değerini bulmuş demektir olarak düşünüyorum. Oluşmasına katkıda bulunduğumuz mükemmelin çevrelediği tüm evrelerde varoluşumuzu talep hakkına sahip olabiliriz belki.
Her şeyi başta mümkün olarak görmek en fazla iyiliği ve adaleti ve mükemmeliği elde etmenin yöntemi olmalıdır. Hippokrates'in Sumpnoia panta, şeylerin birlikteliği ve birbirlerine olan bağlılığı teoremi uyarınca, farkında değiliz ama evrende olup biten her şeyden haberimiz var. Kuşatılmış ve küçültüldüğümüz evren son bulunca farkına varacağız muhtemelen. Belki bin yıllar sonra...
Aradaki mesafeleri fazla daralttığınızda karşıdakinin ağız kokusunu duymaya başlarsınız. Örneğin sana yerleştirmeyi kafasına koymuş adamın elini iki büklüm öpersen, akşam vakti köprüyü kapatıp kapına dayandığında şaşırırsın. Havlu kafalı çeribaşını yere göğe koyamayıp bayrağını memlekete çekersen, herifin mekanında halay çekersen teröristleri toplayıp kucağına bırakacak sanırsın. Ben onlara kedi bile teslim etmem, deyiverir de şaşırırsın kalırsın. Pisliği temizlemek için sınır ötesine on binleri gönderirsin, ne mutludur ki ''ölürlerse şehit, kalırlarsa gazi'' olacaklardır. Kahraman oğlun plastik oklarla Malkoçoğluculuk oynarken huzurlusundur nasıl olsa. Baba koltuğunda arkana doğru esner, gelen şehit raporlarını okursun.
Zamanında ''Gel bitsin bu hasret'' dediğin buruşuk kertenkele, sindiği deliğinden hala tırtıklıyordur seni. Burnunu çekip ''ne istedi de vermedik, beraber yürü-t-medik mi'' diye inlersin. Çöreklendiği yerden iade edin dersin vermezler, kılına bile dokunamazsın, her seferinde üçün birini alırsın. Ben stratejik ortağıyım diye böbürlendiğin Washington portakalı, ebeni bellemek için her fırsatta geçirmeye devam etmektedir. Kol kola fotolardaki yayık gülücükleri, elden omuza vucut temaslarını sahi sanırsın. ''Aramız onunla çok iyi'' dediğinde gülücükler atarsın. Oysa seni çoktan Gemlik'in sele zeytini gibi yemiş, çekirdeğini tükürmüştür. Seni uçak projesinden dışlamıştır, istediğin çatapat füzeni vermemiştir, rakiplerinin yanında durmuştur. Teröristlere, çocuklarımızı vuracak silahları gözünün önünde vermiştir, seni de suçuna ortak etmiştir. Stratejik dostun, trajik düşmanın olmuş, paranı pula çevirmiş, aldığına karışmış, yediğine pislemiştir.
Saftriksin, kandırılmaya müsaitsin, aldanmanın konforuna alışmışsın bir kere. Keskin sandığın siyasi zekan ancak ülkendeki garibanları ütmeye yetiyor. Eğitimin ve bildiğini sandığın yöntemler, dışardaki çakalların sofrasında çocuksu kalıyor.
Onları da kendin gibi sanıyorsun... Değiller!..
Samimi değiller, ahbap çavuş değiller, vayy bizim oğlan naber yau... Hiç değiller.
Şeytan, çakal, timsah gibiler... Acımasızca benciller.
Onlar emperyalist, kapitalist, sömürgeci, kitle katliamcıları, ırkçı ve seri katiller. Genlerinde var bu.. Gelenekleri böyle... Sende onları anlayacak basiret yok!..
Senin ataların hindi dolmasını lüpleyip, üzerine üzüm hoşafını içip, yanındaki cariyenin apış arasını kurcalarken, gaarrkk diye geğirip, zarrt diye yellenip, ohh çok şükürr ya rabbi, diye uyuklarken. Onlarınkiler dünyanın kanını emmekle, her yeri sömürgeleştirmekle, gelecek 250 yılı planlamakla meşguldüler.
Fazla yaklaşma, dümen suyuna girme, yelkenleri indirme, güvenme, aldanma, kandırılma artık, diyeceğim oluyor. Ama sen kandırılmaktan besleniyorsun ki... Aradaki mesafeleri fazla daralttığında karşıdakinin ağız kokusunu duymaya başlarsın.
Bana olmaz deme...
Hep böyle olur...
Şaşırırsın!..