Sabahtan başladım evin önündeki karları küremeye. Ahıra da yol açtım. Keçilere yem vermek lazım. Komşu evlere de cılga yol gerekli o işi de sonraya bıraktım.
İki gündür aralıksız yağan kar bir metreyi geçmiş, yollar, ağaçlar ve çalılar gözükmez olmuştu. Her taraf bembeyaz. Kimse evinde çıkamıyordu.
Komşum Bekir seslendi, “Hüseyin, evlerin üstündeki karı kürüyelim. Allah etmesin, çatısız damlarımız çöker. Ben logu getiriyorum. Senin damdan başlarız. “
“Tamam, bekliyorum seni. “
Damın üstünü kardan temizledik. Yağmur yaş ve karı eritir, kaymasına sebep olur. Tavandan sular damlamaya başlar. Neyseki hal etik.
Akşam yemekte hanım arabaşı çorbası yapmış. Bir piliç kesmiş çorba için. Sıcacık çorba soğuk havada öyle iyi geldi ki günlerdir üşüyen bedenimiz ısındı. Uyku bastırdı. Erkenden uyuduk.
“Zeze sen misin? “
“Benim Hüseyin, kapıdayım. Seni bekliyorum. Çabuk gel, kimse yokken kaçalım buralardan. Hadi acele et. “
“Hızlıca evden çıktım. Kapıda Zeze duruyordu. Sarıldım. Elimden tuttu. Başladık koşmaya. Vurduk kendimizi dağ yoluna. Gece yarısını çoktan geçmişti. Her taraf beyaz karlarla kaplı, gökte parlayan ay, ortalık gündüz gibi aydınlık. Elim, kavuşamadığım biricik aşkım Zeze’nin elinde, karları yara yara tepeleri sırayla geçiyoruz. Köyden epey uzaklaştık, iki kilometre kadar. Emniyetteyiz diye düşünüyordum. Keklik Ali köyünün yamacına vardık.
Ayağım kaydı. Uçurumdan aşağı düştüğümü hatırlıyorum. Gerisini titrek Hüseyin yani ben anlatayım size.
Soğuktan aralıksız titremelerden kendime geldim. Karların içindeyim. Karların üzerinde kırmızılıklar var. Burnum sızlıyor. Elimi burnuma götürdüm, ağrı var. Elimde kan gördüm. Düşerken çarpmışım demekki.
Titremem artıyor dişlerim çarpma sesleri çıkarıyordu. Elimi cebime attım. Ne cebi! Geceliklerle evden çıkmışım. Gece yarısı, bu soğukta, karda kışta evden neredeyse çıplak çıkmışım. Ne oldu bana.
Aklıma geldi. Zeze beni çağırmıştı. Zeze öleli otuz yıl oluyor. Gördüğüm rüyanın peşine mi düştüm. Cinler periler mi beni çağırdı. Uzaylı mı olmuştu Zeze, beni kandırmak için. Uyur gezer mi oldum. Bu karların içinde ancak uyuyan gerzek olabilirdim. Tüh, Allah kahretsin.
Karlarla kaplı olsa da ilçemizin ve Yerköy’ün ışıklarından ve bulunduğum yamacı düşününce nerede olduğumu anladım.
Telaşı, tereddütü, düşünme ve yorum yapmayı bıraktım. Donmadan köye varmalıydım. Yürümeye başladım. Çıplak ayaklarımın sızısı dayanılacak gibi değildi. Kendi kendime,” inşallah donmamıştır, kangren olmam, ayaklarımı kesmezler “diye dua etmeye başladım.
Karda gözükmeyip ayağıma batan dikenleri hissetmez olmuştum. Ha gayret, Hüso derken bir sesle irkildim. Arkamı döndüm bir kurt. Ben durunca o da durdu. Ben yürüyünce o da peşimden gelmeye başladı. Takatsiz kalıp yere yığılma mı bekleyecek galiba. Saldırabilir de. Soğu unuttum. Durdum, Kurt da durdu. Bana biraz daha yaklaştığını anladım. Okuduğum dualar işe yaramadı. Kurt Arapça bilmiyor diye düşündüm. Bir şey yapmam lazım ama ne!
Üstümdeki siyah geceliğin üst kısım gömleği çıkardım. Kolun ucundan tuttum ve karın üzerinden sürüklemeye başladım. Ben bu şekilde yürürken yan gözle kurda baktım. Kurt durmuş beni izliyor ve beni anlamaya çalışıyordu. Merak ediyordu, sürüklediğim siyah şey neydi acaba. Bu numarayla epey yol alıp köye yaklaşınca bağırmaya başladım ve köpekleri çağırdım. Köpekler havlamaya başladı. Çok geçmeden benim köpeğim ile iki köpek daha bize doğru yaklaşınca kurt kaçtı gitti. Kurttan kurtulmuşum. Ama bir ara kurdun midesinin sıcak olacağını ve orada ısınmış olacağımı düşünmüştüm. Nasip işte!
Eve geldim. Kapıyı yumrukladım. Konu komşu başıma toplandı. Konuşamıyordum, sadece titriyor ve inliyordum.
Beni hemen koyun ağılına götürdüler. Üzerimdeki gecelik ve iç çamaşırı çıkarıp çırılçıplak hayvan gübresinin içine koydular. Soğuktan donmuş insanları sıcak sobadan uzak tutmak lazımmış. Gübre içinde yavaş yavaş bedenim ısınırmış. Kurdun sıcak midesi düşünmüştüm, şimdi de gübrenin içindeyim, neticede tek parçayım ona da bin şükür. Bu gübrede de hayır vardır dedim!
Gübrenin içinde iki gün yattım. Yavaş yavaş kendime geldim. Ayak parmaklarımı zayiat vermeden kurtardım.
Köylüler günlerce beni soru yağmuruna tuttular. “Niye gittin, seni birisi mi çağırdı, kimler ile görüştün, nereye gittin “
Defalarca hatırladığım aynı şeyleri anlattım durdum. Yine de kafalarında ki, şüpheleri, kuşkuları ve masum meraklarını gideremedim.
Kimi bana deli diyor kimi ermiş. Şimdi anladım ermişlik ile delilik arasında ince bir zarın var olduğunu. Bu ikisine kardeş bir de bunların küçük kardeşi sarhoşluk var.
Artık düğünde, dernekte, taziye evinde beni baş köşeye oturtuyorlar. Müthiş saygı görüyorum köylümüz ve çevre köy kasabaların halkı tarafından. Yarı deli yarı derviş muamelesi görüyor. Mümkün olduğu kadar konuşmamaya çalışıyorum. Ağzımdan çıkan her sözü ölçüp biçip yorumlayıp bir anlam çıkarmaya çalışıyorlar. Şaşıp kalıyorum onların haline.
Ben yine baş köşede, etin yağlı kısmı önümde, ballı kaymaklı hayatım devam ediyorum.
“Zeze, sen öleli yıllar geçti. Küçük bir dokunuş ile beni böyle mutlu, keyifli, saygın bir adam ettin. Senin ki gerçek aşkmış. O zaman anlamamıştım. Söyle Zeze, merak ediyorum. O kurt kimdi acaba? “
Mübarek adam, şeyh, şıh, ermiş, evliya Hüseyin Efendi benim yeni ünvanlarım, makamlarım.
Gençler bana takılıp eğlenmeyi çok seviyorlar.
“Şıhım, bu yıl çok ürün alacak mıyız? “
“Bereketli olacak, çok yılan olacak, rüşvet avanta yolsuzluk zirve yapacak.”
“Ha ha.. Şıhım, seçimi kim kazanır? “
“Kim çok makarna dağıtırsa seçimi o kazanır. “
“Şıhım, sen bizim ile eğleniyorsun.
Gençlere diyeceğin bir öğüt var mı? “
“Burnumdan gübre kokusu hiç gitmedi. Gençler mi? Memleketi bir an önce terk etsinler. Burada iyi kokular yok. “
“Sağlıklı beslenme için neler yiyelim? “
“Her gün, üç öğün yemeklerden önce ve sonra orta boy bir porsiyon hıyar yiyin. Uzun ve sağlıklı bir ömür için. Kazık yemekten iyidir. Yetiştirilmesi ve üretimi kolay, bol ürün verir. “
“Ha ha “
“Gülmeyin gençler. Biraz ciddi olun. “
“Şıhım, sen ermeden yani üşütmeden önce ne iş yapardın. Mesleğin neydi? “
“Ben koyun yetiştiriciliği yaptım. Koyun çobanlığı yaptım. Koyunların dilinden anlarım. Onları nasıl güdeceğimi çok iyi bilirim. Bir tutam ot ile onları kandırıp uçurumdan aşağı atmam bir ıslığıma, kavalımın sesine bakar. Siz koyunları bana sorun. Koyunların bir kez beynine girdin mi onlara kötülük de yapsan, aç bıraksam da yine de peşinden usul usul gelirler.
Bildiğim en büyük koyun çobanı, bizim pirimiz, allah'ın elçisi Musa peygamberdir.
Onun hikayeleri, misalleri ve felsefesi ile binlerce yıldır trilyonlarca koyun yeryüzünde otlatıldı ve halen güdülmeye devam ediyor.
Koyunları kandırdığı gibi Yahudileri Mısır ülkesinden çıkarmak için kandırmış ve ikna etmiştir.
Siz dalga geçin benimle. Koyun çobanlığını küçümsemeye devam edin.
Ama şimdi Anadolu'da çoban bulamıyorlar. Bizimkiler beceremiyor. Bir ara Afganlılar yapıyordu, onlarda bırakmış. Gel zaman git zaman yine Hz. Musa’nın soyundan olan İsrailli ve Amerikalı yahudiler çobanlığa merak sarmış, kıta kıta dolaşıyorlar. En iyi koyun sürülerinin yine Orta Doğu'da ve Kenan ülkesi civarında olduğunu biliyorlar. Kadim tarih, kadim kültür, kadim genlerin aktarımı sürüyor.
“Şıhım, sen gerçekten iyi üşütmüşsün. Kafan gitmiş haberin yok. Sen artık konuşma. ”