Sitemiz yazarı sayın Ali Rıza Gelirli'nin son kitabı "İdeolojisiz" üzerine sayın Durmuş Türker'in tanıtım yazısını sunuyoruz.
Okumayı, yaşamının merkezine almış biri için “okumak” vazgeçilmez bir eylem halini alıyor yaşadığınca. Okumak için kitaplar arıyorsunuz iş böyle olunca. Ne iyi ki kitap edinmede çok da güçlük yaşamıyorsunuz okumaya meyliniz var ve çevrenizde de kitap yazanlar bulundukça.
Kitap yazanlardan birisi de tanımış olmayı bir varsıllık saydığım sevgili kardeşim Ali Rıza Gelirli. Başlangıçta, iç dünyasında ne yaşıyor bilmediğim ama yüzünde insan olmaya ve de insan kalmaya kararlı bir duruş gördüğüm için daha ilk günden de “böylesi bir insanla arkadaş olunur” dediğim dostlardan biri kendisi. Nice kitaplar okumuş ve üstelik de okurluğunu yazarlığa çevirmiş biri. Daha önce de birkaç kitabını okumuş ve düşüncesi yanında dilini ve anlatım tekniğini de sevmiştim. Son kitabı “İDEOLOJİ/SİZ’i okuyunca ise, yazmadaki yetkinliğinin sınırlarını ne denli genişlettiğini gördüm. Kendisinin de sık sık belirttiği gibi, okumaktan yazmaya, konuşmaktan da susmaya everildiğini görüyoruz kendisinin. Bu öyle bir susuş olmuş ki onda, gerçekte bir çığlığa dönmüş yazdıklarının her satırında.
Kardeşimin, denemelerden oluşan kitabı için ben izni olursa “içe (öze) dönüş” kitabı diyeceğim. Sanıyorum her insan az ya da çok içine döner ve kendi öz denetimini gerçekleştirir. Böylesi durumlarda kişi adeta kendi kendisini yargılar ve en iyisini kendisinin bildiği düşüncelerle -bunlara delil de diye biliriz- kendisini sorgular. Eğer kendi kendisiyle barışık biriyse, bunu kendisini ve de içinde bulunduğu toplumu olabildiğince de esirgeyerek yapar. Kardeşim kitabında bu işi öylesine etkili ve de etkileyici bir biçimde yapmış ama kendini ve toplumu esirgemeyi de öylesine bir incelikle başarmış ki… Düşünceleri yer yer çok keskinlik taşısa da içinizi acıtmıyor. “İçinizi acıtmıyor” diyorum ya… bu bir gerçek çünkü yargılananların içinde siz de varsınız. Bunu derken sizin iyi bir okur olduğunuz ve okuduğunuz şeye kendinizi verdiğinizi varsayarak konuşuyorum. Kitapta ileri sürülen ve bu konular üzerinde söz etmiş olanların sözleriyle de desteklenen öyle derin anlatımlar var ki, onlar sizi bir dip dalgası gibi içine çekiyor ama kitabın o ince dili yine de sizi “vurgun yemekten” kurtarıyor.
Kardeşim kitabında sıkça “varoluştan ve de varoluşçuluktan” söz etmiş. Bunu yaparken çokça yinelemelerde bulunuş ama “izine düşme” tehlikesinden kendisini korumuş. Düşüncesini okura sunarken aşırı iddialı olmaktan, daha da doğru bir deyimle görüşünü okura dayatmaktan kaçınmış. Düşündüğünü diline ve oradan da yazdıklarına yansıtırken kararlı ama bunu olabildiğince alçakgönüllülükle yapıyor ve bu tutumu da okuru -kendimden yola çıkarak söylüyorum- kendisine yaklaştırıyor. Kendisinin de sık sık vurguladığı gibi, onun yazmadaki tek aracı sözcükler ve o bu sözcükleri bir armoni oluşturacak şekilde kullanmasını bilmiş ve kitabın çok mu çok renkli ve güzel bir örgüsü olmuş.
Ali Rıza kardeşim, bir yandan kendini esaslı bir değişime tabii tutarken, toplumu da yargılıyor ve yanlış yorumlamıyorsam, bireylerin kendi özüne dönmemeleri/ dönememeleri nedeniyle toplumun da çürümeye ve giderek de çöpleşmeye yüz tuttuğunu söylüyor. “Öze dönüşü” ise yakın geçmişle ilgili çok kötü anıları çağrıştıran “HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU” diye adlandırıyor. Bu adlandırıştan anlıyoruz ki kendine karşı, topluma olduğundan daha da acımasız. Özgürlük, etik ve estetik sevgili düzeyinde önemsediği seyler olarak görünüyor. Bunlardan yoksun olmanın kişide ve toplumda yol açtığı travmaları dile getiriyor ve bunu da yakın tarihten alıntıladığı olaylarla okurun adeta gözüne sokuyor.
Ali Rıza kardeşimin bu kitabı ile ilgili çok ama çok şey söylenebilir. Ama ben şimdilik şu kadarını söylemek isterim: Bu kitapla yazarımız bize, “bir derdin varsa içine atma, içinden at” diyor. “Eskimiş ya da kirlenmiş düşüncelerin varsa, geçmişte sana ait olmasına bakmaksızın onları değiştir, ideolojilerin seni tutsak almasına izin verme, verirsen de çöpe dönüşeceğini unutma, topluluk (aile) ve toplumların (halklar) kişiye duvar ördüğünü unutma ve bunları kutsamaktan vazgeç, emeği bile -ekmek için kullanılmıyorsa, savaşa ve insana yararı kadar zararı da olan teknolojiye yarıyorsa- kutsama” diyor…
Şuna da değinmeden geçmeyeceğim: Kardeşimin Alevilikle ilgili düşüncelerine de katılıyorum. Alevilik bir dinin, bir inancın içine sıkıştırılamaz. Alevilik bir felsefedir ve bu felsefe, felsefenin alt dalları içinde olsa olsa en çok “varoluş” felsefesine yakındır, özünde sevgiyi barındırır ve Kâbe’sini “insan” diye tanımlar, yüzünü insana, daha da ötesi özüne döndürür ve darağacına çekilse de “enel- hak” demekten geri durmaz. Kitap bu bölüm için bile okumayı hak ediyor dersen yanlış olmaz.
Son sözüm şu olsun. Ali Rıza kardeşimin bu kitabını mutlaka edinin derim. Okudukça orada konuşanın ya da susanın sizden biri, daha da ötesi “siz” olduğunuzu görecek ve bu düşünceleri bütünüyle kabullenip kabullenmeseniz bile, düşüncelerinizin biraz olsun değişeceğini ve bu değişimin sizi düşünme üretmeye, kendinize sorular sormaya, kendi kendinizi sorgulamaya, götüreceğini göreceksiniz. Böylece siz de özünüze dönecek, varoluşunuzun anlamını kavrayacak, maddi olarak değilse bile düşünsel varsıllığa kavuşacaksınız.
Yazarın bu kitabını ve diğer kitaplarını, kitabevleri ve internet kitap satış siteleri ya da “HASAT” adlı sanat atölyemizde -Kartal Eski İstasyon yolunda- bulabilirsiniz. İyi okumalar… Durmuş Türker