“Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Son Günleri:
“Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın telgrafı üzerine 25 Eylül 1971 günü Belgrad’a vardım. Daha ilk gün doktorlar beni bir kenara çekerek, Kıvılcımlı’nın ancak 10 gün kadar bir ömrü kaldığını söylediler.
“Derhal durumu kendisine ilettim. Çünkü İstanbul’daki ikinci ameliyattan sonra yapılan biyopsi sonuçlarını önceden bildiğimiz halde ona söylemedik diye bize epey çıkışmıştı.
“ Biz de doktoruz, bizden niye saklarlar?...” diyordu.
“Gene öyle olmuştu.
“İşte bu hava içinde yapılacak işleri görüşmeye başladık. İlk iş olarak “Berjnev’e Mektup”u verdi. Daktilo ettim. Düzeltmeler yaptı, yeniden yazdım.
“Beraberimde Sıkıyönetim Mahkemesi Savcılığı’nın İddianamesini götürmüştüm. Biraz gözden geçirdi, bazı notlar aldı. Ve bunun üzerine Sıkıyönetim Mahkemesine bilinen mektupları yazdırdı.
“Mektupların postalanması söz konusuydu. Belgrad’dan postaya vermenin doğru olmayacağını söyledi. Almanya’dan postaya verilmeleri kararlaştırıldı.
“Yeniden görüşemeyebileceğimizi düşünerek, ona göre bir ayrılış olmuştu benim çıkışım. Neyse ki daha birkaç günlük ömrü varmış. Almanya’dan dönüşten sonra da 5-6 gün beraber olabildik. Son iki üç günü tamamen komada geçirdi. “ (Fuat Fegan’ın YARARLI OLABİLECEK BAZI AÇIKLAMALAR başlıklı yazısından)
Ömrünün son günlerinde olduğunu öğrenen (zaten daha kaçışın ilk başlarında 3-5 ay ömrüm var diye yazmıştı) Kıvılcımlı’nın aklına ilk gelen, kalan görevleri tamamlamak oluyor.
Burada araya Günlük Anılar’la direk ilintili bir not ekleyelim. Hollanda’daki Enstitü’de bulunana Kıvılcımlı arşivinde OA Dosyası adlı bir dosya var. Bu dosyada Kıvılcımlı ile beraber yurt dışına çıkan A. Camuşçuoğlu ve O. Aksungur’un yazıları ve başka ekler var. Yakında kitap olarak yayınlamayı düşündüğümüz bu dosya tamamen Kaçışın perde arkası denecek yazılardan oluşuyor. İlk olarak A. Camuşçuoğlu’nun KURUCU DERLENİŞ KOMİTESİNE RAPOR başlıklı 5 A4 sayfası uzunluğundaki raporu var. Kaçış esnasındaki olayları kendi gözünden aktarmış A. C. Bu raporda eleştirilen O Aksungur, SAVUNMA başlıklı 12 sayfalık yazıyla cevaplamış raporu. Özellikle Kıvılcımlı’nın “parti”den atıldığı rivayetinin direk muhattabı O. A. Olduğu için anlattıkları önemli. Daha sonra F. Fegan’ın “BİR SAVUNMA ÜZERİNE” başlıklı, her iki metni de değerlendiren 4,5 sayfalık daktilo metni var. Bu yazışmalara ek olarak, O. A.’nın Bulgar makamlarına yazdığı bir rapor, son olarak da yine O. A.’nın daha ileri bir tarihte Suriye makamlarına yazdığı bir istekler mektubu var. Tüm bu metinler toplam olarak “Kaçış” la direk ilgili. Dediğimiz gibi yakın bir zamanda yayınlayacağımızı umduğumuzdan, şimdilik sadece bu bilgi notu ile yetinelim.
Nisan 1971'de Sıkıyönetim ilanı ile evinden ayrılan Kıvılcımlı, 25 Nisan 1971 gününden başlayarak günlük değerlendirmeler yazmaya başlamış. Son günlük yazının tarihi, 25 Eylül 1971. Yani yaşamının son 5 ayında, anılarını ve değerlendirmelerini aktarmış bizlere. Günlüklerinden başka, 29 Eylül 1971 tarihli ilk ve 02 Ekim 1971 tarihli ikinci mektuplarla İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine "ön savunma"sını da yazmış. Ayrıca son yazdıkları arasında 30 Eylül 1971 tarihli "Brejnev'e Mektup" da var. Kısacası, o büyük devrimci, son nefesini vermezden 1 hafta öncesine kadar yazmış, yazmış. Yayınlanan "Günlük Anılar" kitabında tüm bu yazı ve mektuplar yer alıyor.
"Şimdi üç ölüm cezası ile mahkum bulunuyorum.:
"1- Prostat Adeno Karsinom başlangıcı. Yetmişinde insanın tabii idam hükmüdür. Ona bir diyeceğim yok. Ondan kaçamam.
"2- Türkiye'de Sıkıyönetim Mahkemesi: 'Yılanın Başı', 'Azılı Komünist' olarak, idam cezasıyla tevkifime karar verdi. Bunu da sosyal ve politik bakımından 'tabii' sayıyorum. Bundan kaçtım.
"3- Nerede ve hangisi olduğunu bilmediğim bir 'Türkiye Komünist Partisi', beni bu sıra Parti'den atmış. Bu moral 'idam' kararını artık 'tabii' bulamıyorum ve kaçamıyorum. 1. ve 2. ölüm cezaları olacağına varır. 3. ölüm cezasına karşı, hiç değilse burjuva mahkemelerindeki kadar savunma hakkımı kullanmazsam, bu savaş dünyasından giderayak, son görevimi yapmamış olurum."
Anılarını, özellikle "Kim Suçlamış-Parti Anılarım" bölümünü yazmasını böyle gerekçelendiriyor Kıvılcımlı.
"Günlük Anılar"ın yazılma gerekçeleri sadece bunlar değil tabii. Tüm bir yaşamın, "bu savaş dünyasın”da her anı kıyasıya savaşarak geçmiş bir yaşamın da özeti.
İşkenceli kovuşturmalar sonucu yatılan 22 yıl hapis hayatı, zamanı doldurarak geçirilmiş bir süre olmamış hiç Kıvılcımlı için. Şöyle diyor "Brejnev'e Mektup"ta:
".... Bir Marksist-Leninist militan, Türkiye'de teorice ve pratikçe tam 50 yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapishanelerini, her defasında, Lenin'in dediği gibi: 'Alfabeden başlayıp, yüce cebiri bitirecek' bir okula çeviriyor. Sabırlıcasına ve sistemlicesine: Marks-Engels-Lenin-Stalin'i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihcil Maddeciliği klasik olarak etüd ediyor. Ve Lenin'in öğütlediği gibi: Kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini, özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40'tan aşırı kitap yayınlıyor." ( s. 369)
Anılar 9 bölümden oluşuyor. Ankara'daki ilk sığınak evindeki ve Alanya'daki notlarda, daha çok o günlerin yorumu var. Hakim sınıfların 12 Mart tezgâhı, bu tezgâhın nasıl oluştuğu, Devrimci Gençliğin nasıl bir sürek avıyla provokasyonlara sürüklendiği, son derece edebî bir dille anlatılıyor. Ancak umudu tükenmemiştir." .... Elbet dökülen masum devrimci kanı boşa gitmedi ve gidemezdi ve gitmeyecektir. Diyalektiğin öbür momenti zart zurtla hiçe indirilemez. Tepecektir. Temiz genç kanın döküldüğü toprakta, tohum kaçınılmazca çimlenecek, filiz verecektir. Buna, en başta piyesi sahneye koyan kurnaz, o çok hain parababalarının en ufak kuşkusu bulunmasın." (s. 33) der.
Bu değerlendirmenin, sıcağı sıcağına, yani 12 Mart tezgahı henüz sahnede yeni iken, 8 Mayıs 1971'de yapıldığını hatırlatalım.
Daha sonraki bölüm Suriye'de misafir edilirken yazdığı günlüklerden oluşuyor. "Şam: Tarihte Sam Oğulları" başlığında derlenmiş. Kıvılcımlı burada, büyük bir yetkinlikle, kendi Tarih Tezi'ni de işleyerek, Ortadoğu coğrafyasında Sam Oğulları'nın serüvenini tarihi gelişimiyle anlatıyor. Kutsal metinlerden ve tarihi olaylardan yararlanarak, Arap-İsrail anlaşmazlığının tarihi köklerini tartışırken, öte yandan Suriye'deki BAAS sosyalizmiyle ilgili gözlemlerini de aktarıyor.
Sofya: Yaşayan Sosyalizmden İzlenimler başlığında Bulgaristan günleri, Bulgaristan Komünist Partisi ve Dimitrof ile ilgili ilginç tespitlerde bulunuyor. Bizim tabansızlarla karşılaştırıp, bizimkilerin çapsızlığını ortaya koyuyor. Orada Dimitrof için şu değerlendirmeyi yapar:
" Biz ‘Türkiye'nin Türkleri’nin en bellibaşlı liderleri böyleydik.’Bulgarya'nın Bulgarları’ ise öyleydi. Nüfusu bir kaç kat çok Türkiye, komünistini Nazi elinden: ‘Yabancıdır, öyle işlere girişmişliği yoktur’ gibi Üniversitecil dilekçelerle kurtarıyordu. Bulgaristan, o günler, kendi içinden yetişmiş komünisti, Hitler'in asması için ferman vereceklerin elindeydi. Bulgar adsız militanı, omuzlarına düşen Dünya Devrimci görevini de yerine getirmeyi bildi. Dünya Komünizmine yalnız pratik alanda değil, teorik alanda da faşizmin ne olduğunu ve onunla nasıl dövüşüleceğini öğretti. Kendilerine Dimitrof'un ününden bir parça bulaştırmak isteyen bizim kılkuyruklardan kimisini bilirim. Moskova'da Dimitrof'un da kendileri gibi biri olduğunu sık sık anarak dururlardı. Dimitrof'ta olağanüstü poz ve çalım bulunmadığına şaşarlardı. Bulgaristan böyle şaşırtıcı insanların ülkesidir." (s. 144)
Bütün yaşamını adadığı sosyalizm ülküsünün hayata geçirilmeye çalışıldığı ülkededir. Çok az da olsa dışarıya çıkabildiğinde gördükleri mutlu eder onu. Polis kulübesinin boş olmasından, taze çörek yapıp satan ninelerin gönüllülüğüne, insanların saygıyla alışveriş kuyruklarında beklemesine kadar her işareti, yaşayan sosyalizmin izleri sayar.
Ancak Bulgaristan'da onu bir şok beklemektedir. Yıllardır proletarya anavatanlarına çöreklenmiş bir asalak sürüsünün kışkırtmasıyla, sosyalist ülkelerde barınamayacağı söylenir Kıvılcımlı ve arkadaşlarına. Brejnev'e mektubunda şöyle isyan eder buna:
"Derken, Sofya'da, pek orijinal bir yandan dokundurma ile, hayatımda ilk kez, herhangi bir 'Türk Komünist Partisi'nin (ki Moskova'da yahut Berlin'de bulunurmuş) beni kendi kanunları dışına atmış olduğu haber verildi, sonra haber inkâr edildi. Bunun mantık sonucu olarak, Moskova ile kısa bir danışıştan sonra, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile Alman Demokratik Cumhuriyeti polisleri, hiçbir izahat verilmeksizin, beni (iki arkadaşımla birlikte) kendi sosyalist sınırları dışına, Amerikan emperyalizminin askercil üssü Türkiye'nin dostları olan kapitalist ülkelere doğru ve Interpol ağlarına doğru, ne yaşıma, ne geçmişime, ne ameliyat sonrası kanser kanamalarına ve acılarıma bakmaksızın, püskürtüp attılar. "Bu sosyalist adalet midir? Cinayetim ne idi? O idam hükmünü kim vermişti? “ (s. 368)
Kitabın, geriye dönüşle, Kıbrıs'a, oradan Suriye ve Bulgaristan'a geçiş serüvenini anlatan "Finike Sularında Barışçıl Korsanlık" bölümünden sonra, "Kim Suçlamış-Parti Anılarım" bölümüne ulaşılır. Bu bölüm, "Günlük Anılar"ın 30 Temmuz 1971 ile 15 Ağustos 1971 arası günlüklerden oluşuyor. Daha önce ayrılarak "Kim Suçlamış" başlığıyla ayrı bir kitap olarak yayınlanmış. Elimizdeki "Günlük Anılar" kitabında ise bu bölümler yerlerine konularak, anıların bütünlüğü yeniden sağlanmış. Bu bölümde Kıvılcımlı, Türkiye Komünist Partisi ile ilgili anılarını yazar. Önce "eskiler" dediği yoldaşlarını hatırlar. Dr. Şefik Hüsnü, Baytar Cevdet ve Hasan Ali Ediz'i sayar "eskiler" diye. Onların bu "partiden atılma" ile ilgisinin olamayacağını inceler. Sonra "yeniler" diye bir kategori sıralar. Bunlar, hepsi de çeşitli zamanlarda Parti dışına düşmüş, ancak Moskova'da ya da Leipzig'de yeniden buluşarak, "Dış Büro" adıyla toplanıp, sonra da SBKP'nin icazetiyle "TKP" adını almış olan, Nazım Hikmet, Laz İsmail ve Zeki Baştımar grubudur. Uzun uzun onların gerçek iç yüzlerini anlatıyor Kıvılcımlı. "Parti'den atılmıştır" hükmünü veren Laz İsmail ve çevresidir. Şaşar Kıvılcımlı bu kadar küçülmelerine:
" Hey! Türkiye'de başlarından bir tek kezcik yukarıda değdiğim tevkifat geçip, üç beş yıl yattıktan sonra, Dünyanın en güçlü Sosyalist Devletine kirişi kıran ve bir daha geri dönmeksizin, orada topraklarının pek az konusunu hazmederek, eşsiz Parti Lideri, örneksiz Komünist şef rolüne çıkan, analarından mutlu ve şanslı doğmuş iki üç kişi!
“Sizleri merak ediyorum. Sizlerin merak edilecek yanınız yok. Keyfiniz yerinde. Gıcır gıcır sosyalist arabalarınız ve yetkileriniz altınızda. Merak ettiğim içlerinizin içidir.
“Türkiye'de bir insan var. İçine girince 50 yıl gözünü kırpmaksızın Hareketi yürütmekte bir an ikircilik geçirmemiş. 40 yıllık mahkûmiyetine, 50 yıl sonra bir de idam cezası katılmış. Hür veya esir olarak, çeşitli işkencelerden “Azılı Komünist” diye hınçla geçirilerek, 22 yıl zindanda yatırılmış. 50 yıl hiçbir rüyasını gardiyan kâbusundan kurtaramamış. Şakır şakır kanayan kanserli hastalıkla 70'inden sonra balıkçı kayığına atlayıp engin denize açılmış. Fırtnalarında, kovula kovula, son ümitle, bir sosyalist ülkede, birkaç yıl değil, birkaç ay dinlenip tedavi olmayı düşünmüş. Bu insan için nasıl: “Biz onu Parti'den attık” diyebildiniz? Sosyalist Devlet sınırlarından, dünkü Nazi Devletinin kucağına o insanı nasıl attırabildiniz? O insanın bir cani gibi eli kolu bağlı, her olanağı alınmış olarak püskürtülüp düşmana teslim edilmesini uygun buldunuz?
En bayağı bir siyaset suçlusu, en bayağı bir Emperyalist Devlete ‘Siyasi Mülteci’ olarak kabul edilir. Bir yaşlı, hasta insan, Militarist terörde haksız ithamlarla boşuna yok edilmemek istemiş. Her faşizmden, terörden kaçıp sığınana iyi kabul gösterme kararları alan Sosyalist ortama kaçmış. Böyle bir insanı, delilsiz yargısız, kapitalizme av olmak üzere geri püskürtmeyi başardınız!
Eğer Dr. Kıvılcımlı'nın suçlu olduğuna kanılı iseniz, onu gelir gelmez, en toleranssız halk mahkemesi önüne çıkarmayı düşünmek namusluluğunu ve haysiyetini olsun gösterirdiniz.
Yapamadınız. Onu anlayamıyorum. Onu merak ediyorum. Bu satırlarla onu anlamaya ve anlatmaya uğraşıyorum.
Ben ezeli kurbanım. Bu 50 yıldır tükenmemiş kurbanlığımın üzerine sizin de bir hâle katmanıza ihtiyacım yoktu.
Nâzım öldü. Onu bu durumda bir son kez daha gözlemek olmadı. Sizin neyinizi gözleyeyim?
Ben fakir çocuğu idim. Doğduğum gibi ölmek yeter bana. Saltanat sizin olsun. Ancak bu kertede küçülmeniz şart mıydı?
Anlamak istiyorum sizi. Hepsi o kadar.
50 yıl, 50 bin tür insan denedim. İçlerinden sizin gibilerin çıkacağını hiç ummadım. Nasıl çıktınız?
Onu merak ettiğimden bu satırları uzatıyorum.. " (s. 292-293)
Kitabın sonuna eklenen ‘Brejnev'e Mektup'ta da şöyle der bunlar için:
"Çok iyi anlıyorum. Beni suçlayanların kolektif alt-bilinçlerinde, benim politik varoluşumun ve hatta sadece var oluşumun uyandırdığı kuduruş, ancak onların gerçek Parti Tarihi önünde ve Türkiye İşçi Sınıfı önünde duydukları suçluluktan ileri geliyor..."
"Beni suçlayanların davranışları yalnız benim şahsıma dönük kalsaydı mesele basitti: Marks’ın Engels'e yazdığı gibi: 'Gülünçlük eşeklerle paylaşılamaz'dı."
"Oysa oynanan 40 milyon insanın alınyazısıdır." (s. 374)
Evet, aslında anlatılan, Türkiye'nin insan maddesidir. Türkiye insanının dramıdır. Bir avuç insanın, sırtlarını bir yerlere dayanarak Türkiye sosyalist hareketine ihanete varan zarar verişleridir.
Ve anılar, "Yugoslavya: Yolculuğun Sonu" bölümüyle sonlanır. Bu günlerdeki yazılar, hastalığın son aşamalarında yazılmıştır. Ölümünden 15 gün önceki son satırlarını buraya almadan edemeyeceğiz. "Burada belki Kaddafi Nasır'ın boşluğunu doldurmak üzere CIA'ca seçilmiş. Sedat'in yerine Arap dünyasında 'sınıflar uzlaştırıcısı' bir ajan olacak. Niçin CIA'nın bu ince, uzun hesapları vaktinde kavranıp önlenemez?" Komaya girmeden önceki son günlerde uğraşısı bu Kıvılcımlı'nın.
Günlük Anılar, ilk olarak “Yol Anıları” ismiyle, Ekim 1978’de Kıvılcım Dergisi’nde basılmış. Ancak, 30.07.1971 ile 15.08.1971 arasındaki 15 günlük Kim Suçlamış-Parti Anılarım başlıklı bölüme yer verilmemiş.
Bu bölüm, Ağustos 1979’da Fuat Fegan’ın düzenlemesiyle ayrı bir kitap olarak basılmış.
Anılar, daha sonraları, Mayıs 1994’te Diyalektik Yayınları, Ekim 1998’de de Derleniş Yayınları’nca iki defa daha basılmış. Ancak her iki baskıda da, “Kim Suçlamış-Parti Anılarım” bölümü kitaplara alınmamış. Bu bölüm, ilk yayınlanışından 30 yıl sonra, Sosyal İnsan Yayınları için yeniden baskıya hazırlarken “Kim Suçlamış-Parti Anılarım” başlıklı o 15 günlük bölümü de yerine yerleştirip bütünlüğünü tekrar kurarak yayınlamıştık. Aynı zamanda kitabın ismini de Kıvılcımlı’nın el yazılarının başlığı olan “Günlük Anılar”olarak düzeltmiştik.
Bu eser Kıvılcımlı’nın anıları ve çektiklerinden daha öte bir anlam taşıyor. Türkiye sosyalizm tarihini, özellikle de Türkiye Komünist Partisi tarihini araştırmak isteyen samimi araştırmacılar ve samimice mücadele eden sosyalistler bu eserden çok yararlanacaklardır.