"1921 anayasası'' tartışması kritik önemde siyasilerin kişicil ikbalinden daha fazla öneme sahip tehlikeye ve tartışmanın açıldığı dönem ise Türk toplumunu birkaç cepheye bölmenin işaret fişeği olarak okunmalıdır.
AKP+MHP, CHP, HDP, İYİP ve meclis içi-dışı irili ufaklı bütün partiler hep beraber işaret edilen yönde konumlarını aldılar.
AKP yıkılan "laik cumhuriyetin" yeni kurucusu olmaya çalışıyor, muhalefet de elinden gelenin fazlasını vererek buna yardım ediyor.
1921 anayasası söylemiyle herkese, her partinin kitle dinamiklerine bir mesaj veriyorlar.
Ortaçağcı İslamcılara ''devletin dini İslamdır'' mesajı.
CHP'lilere ''meclis hükümeti'' mesajı.
HDP'lilere ''özerklik'' mesajı.
1921 anayasası demek, başka bir anlamda da modern çağın kazanımı teori-pratik-praxis hak ve özgürlükleri anayasadan kaldırmak demek.
1921 anayasası diye geveledikleri yeni diye pazarlamak istedikleri o anayasada böyle bir başlık yok.
Uluslararası geçerliliği olan bütün hukuk fakültelerinde en özgürlükçü anayasa olarak dersi verilen 1961 anayasası değil de, neden 1921'e işaret ediyorlar?
Çünkü cumhuriyet henüz ilan edilmemiş ve Lozan imzalanmış değil de ondan.
1921 öncesine götürmek istiyorlar, böylece hak ve özgürlükler uluslararası sermayenin istediği gibi kısmen yasamaya, ağırlıklı olarak da başkan kararnamelerine bırakılabilir.
Bu da Erdoğan'a özel verilen mesaj.
Başkanlıktan meşruti başkanlığa geçişi kabul ettiği takdirde iktidarına dokunulmayacak.
Hani 1921 söylemini biraz zorlasak bize bile mesaj var.
O anayasada geçen ''Vilayet Şuraları''nın anlamı demokratik devrim'di.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çok net biçimde Sovyet Ekim Devrimi'nin esintisiyle kaleme alınan bir metindi.
Anayasanın taslağı olan "Halkçılık Programı" ağırlıkla meclisteki sol kanadın (Halk Zümresi) programından esinlenmişti.
Budanmış ve yumuşatılmış olsa da yerellere tanınan muhtariyet de bu programdan mirastı.
Dahası, anayasa taslağının başlangıcı sayılabilecek bölümde günümüz Türkçesiyle şöyle denmişti.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı biricik ve kutsal amaç bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm baskı ve zulmünden kurtararak istenç ve egemenliğinin gerçek sahibi kılmakla amacına ulaşacağı inancındadır. (…) Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı savunmayı, dıştaki düşmanlarla birleşerek milleti kandırmaya ve karışıklık çıkarmaya çalışan içteki hainleri yola getirip orduyu cesaretlendirmeyi ve onu milletin bağımsızlığının karşılığı bilmeyi ödev sayar".
Emperyalizm ve kapitalizm ifadeleri yerli yerinde kafa ve anlam kargaşasına meydan bırakmayan net bir şekilde kullanılmış.
Zaten 1921 anayasasın özelliği bu.
Dönemin şartları ve tarihe o an hükmedenlerin çıkarları gereği Anadolu'da yaşayan herkese ve tüm politik güçlere şirin gözükmeye dikkat edilmiş.
Ama mesele 1921'in tek tek özelliklerinin ne kadar ''ilerici'', ''halkçı'' ya da ''demokrat tarzda'' olduğu, hatta Sovyet tipi Bolşevik devrimi gibi olduğu değil.
Mesele şu anda uluslararası sermaye tarafından cumhuriyetin yüzüncü yılı öncesi ''herkesin ağzına bir parmak bal çalalım ki bize dokunmasınlar'' hesabı.
Siyasal kavgalar daha bitmeyecek, bilakis artarak devam edecek, nasılsa hayaletini çağırdığımız bu anayasayı da 1924'te atıldığı gibi daha sonra çöpe atar, başkanlığa meşrutiyet mayası vurup iktidarımızı sağlamlaştırınca sazanları yeriz, hem 1921 gibi yetersiz bir taslağı vurgulamak ya da 1921'deki gibi sürüncemede bırakmak, zamanla anayasa maddelerini istediğimiz şekilde doldurma şansı da veriyor, diyebilecek durumdalar.
Mutatis Mutandis durumu.
Bizim içinse tavır belli...
2021'de 1921 tuzaktır.
Tuzağın sahibi bütün uluslararası sermaye ve partileridir.
Bugünkü Türkiye'de 1921 demek, hem rejim krizi ile karşı-devrimi anayasalaştırmak (sürekli bir OHAL'le idare edemiyorlar artık), hem de kitleleri ''herkes için anayasa'' olacakmış gibi hayaller içinde boğmak, etkisiz kılmak ve her anayasa sürecinin temel bir özelliği olarak kitleleri kendi içinde bir ''fikir'' (kağıt üzerindeki soyut ilke) kavgasıyla bölüp parçalamak, Türkiye coğrafyasının altını üstüne getirerek talan eden uluslararası sermayeye rahat ettirmektir.
Resmi muhalefetteki kimi partileri ya da hepsini referanduma ikna edebilmek için (AKP+MHP'nin kendi sayıları buna yetmiyor) bu partilere ve toplumsal gruplara bazı vaatlerle gitmeye çalışıyorlar ve 1921 bu açıdan bakıldığında Erdoğan'a yardımcı oluyor.
Buna yardımcı olan bir başka şey de, resmi muhalefetin devrimci bir çağrıdan, politik özgürlük ve tam demokratik cumhuriyet için devrimci önderliği hiçe sayarak halk devriminden olabildiğince uzaklaştırma, istibdatla, devlet düzeniyle, köşe başlarını tutan karanlık ellerle uzlaşma eğilimi.
İşte yüz yıl sonra koşullarından koparılmış AKP elinde 1921 komedisi buradan çıkıyor.
Bunlar bizim yetmez ama evetçi anayasal demokratlarımızın oportünizmini besler.
Uluslararası sermaye ince eleyip sık dokuyor.
Uluslararası sermaye piyasası, ekonomik ve politik deneyiminden hareketle, tekelci kapitalist rejim altında “düzen”in (yani kitlelerin köleleştirilmesinin) korunması için gerekli olan koşulları kavramayı öğrenmiş olmasıyla ayrılır.
Uluslararası sermaye ile bütünleşmiş işadamları, politika sorularına da katı ticari, sözlere karşı kuşkuyla yaklaşmaya alışkın ve boğayı boynuzundan yakalamayı bilen iki tarafı keskin bıçağı dikkatle kullanmayı bilen büyük ticari hesap-kitap, zeka sahibi insanlardır.
Anayasa devleti ele geçirmiş egemenlere siyasal mücadeleyi halkı baskı altında tutmak için tek başlarına kontrol altına alma fırsatı sağlıyor.
Çünkü Türkiye'de yeni bir devrim başlamadan, karşı-devrimci iktidar tam devrilmeden, kitleler ortaçağcı tarikatlarla anlaşan, örgütlenen partilerden güvenini ve desteğini çekmeden, doğru bir politik perspektif kitlelerin öncüsü arasında hakim olmadan o anayasal vaatlerin hepsi ham hayaldir.
Gerçekten anayasal bir düzen, devletin toplumla ilişkilerini düzenleyen bir iktidara kavuşma sorunu, egemenlerle halkın mücadelesinin seyrine ve sonucuna tabidir.
Önce birincisi değil, önce ikincisi yani halkın anayasası.
Uluslararası sermaye piyasasının Türk halkını uyutmak için devlet içinde devlet oluşumunu sağladığı ortaçağcı karşı-devrimle anlaşmak değil, ona ölümcül darbeler indirmeyi bilmek ve bu güce sahip olmak gerekir.
Bunun için iktidarın, halk kitleleri içindeki en ilerici, en kararlı, en devrimci, en enerjik kesimin elinde bulunması gerekir devlet organları.
Bunun için, kentlerde ve kırsalda egemenler tarafından tüm ezilen yoksul Türk halk kitlesi tarafından destekleniyor olması gerekir.
Bunun için her şeyden önce, uluslararası sermaye ve Türkiye'nin gerçek devlet düzenini elinde tutan polis-mafya-tarikat yönetiminin bütün kökleriyle tasfiye edilmesi gerekir.
Devlette siyasal iktidar, çıkarları toplumdaki çoğunluğun çıkarlarıyla uyumlu bir kitlenin elinde bulunursa, o zaman devleti çoğunluğun iradesine göre yönetmek mümkün.
Bunun dışında Türkiye'de asla ve asla bir ''anayasal düzen'' olamaz ve olmayacaktır.
''Herkes için anayasa'' söylemi tam bir kandırmacasıdır.
Çünkü çoğunluğa dayalı her türlü yönetim iddiası bir avuç uluslararası sermayenin yerli ortakları elinde kaçınılmaz olarak bu çoğunluğun ezilmesine dönüşür.
Türkiye için ve kapitalizmce gelişimini tamamlamamış bütün ülkeler için kuraldır bu.
Anayasa istediği ne kadar ''özgürlükçü'' vs. olsun.
Türkiye'de sorun ''çoğunluğun oyunu kazanma'' sorunu falan da değildir bu arada, sorun tayin edici anda yönetim içinde örgütlü olmak ve zafer kazanmaktır.
Bunun için yüzde 50+1 filan da gerekmez.
O sistemi halkın üstünde baskı aracı olarak kullananlar için.
Bizim sistemimiz devlet yaşamının, siyasal yaşamın en köklü ve tartışmalı sorunlarının uluslararası egemenlere karşı ayaklanmaya dek doğrudan tam bağımsız Türkiye mücadelesiyle ve kitlelerin mücadelesiyle karara bağlanmasıdır.
Gerçek bu, hayatın nesnelliği bu...
Diğeri, egemenlerin kurgusu.
Demokratik devrimci atılımın yükselişte olduğu bunalım karşısında tehlikeye düşen kurguyu pekiştirmek için 1921 diyorlar, egemenler.
Biz, 1919 ruhuyla, devrimci, tam bağımsız Türkiye için iktidar demeyi bileceğiz.