Yoğun bir saygısızlık, küstah fırıldaklık, toplumsal kurallarla alay edip hiçe sayma, varlık gerçeğiyle aşık atma, önemsememe….
Çarşılarda sokaklarda rastladığımız bu!..
Ölmek serbest...
Türk toplumunu heran öldürmekte !..
Altı yüz yıl teba olarak yaşamış bir topluluğu özgür bireyler, vatan bütünlüğü, ulus devlet koşullarında yaşatmak Atatürk’e ve silah arkadaşlarına rağmen gerçekleşmek istemiyorsa siz bilirsiniz.
Her ölümün ardından “mekanı cennet olsun” deyip içinden de “iyi ki o ben değilim” diyerek hayatı sürdürmeyi düşünüyorsanız siz bilirsiniz.
Bilimsel olan her fikre, önermeye, hangi çukurdan çıktığı bilinmeyen argümanlarla yanıt vermek ve karşı durmak istiyorsanız siz bilirsiniz!
Birkaç insanın oturup “dünya’nın nüfusunu azaltmak gerekiyor “ dediklerini ve bunun için de hastalıklar icat ettiğini düşünüyorsanız onu da siz bilirsiniz!..
Bu durumu aklınızın, hayatınızın neresine koyacaksınız peki?
Bunu bilerek ve o “birkaç insan“ın varlığını kabul ederek yaşamak, Tor’un öfkesinin geçmesini bekleyen Vikingliler gibi olmak istiyorsanız valla yine siz bilirsiniz!
İnsan dediğin bir şey demek değil.
Bir gün öleceğini bilerek yaşamakta kahramanlık falan değil.
Köpekler de öyle yapıyorlar, kediler de, börtü böcek bütün canlılar öyle yapıyor.
İnsan ayağa kalkmayı başarmış bir canlı, dil icad edebilmiş, ortak üretim yapmayı akıl etmiş diğer canlılardan daha ileri bir canlı, hepsi bu!
İnsan dediğin insan varlığı ile birlikte bütün canlıların ve doğanın devamlılığı için vardır.
Geleceği kurmak için.
Bunu başaramayan bütün canlılar dinazorlar gibi silinip giderler.
Nesilleri tükenip biter.
100 bin yıl önce en az altı farklı insan türü varken (Yuval Noah Harari-Homo Sapiens) bu gün sadece tek bir tür var olması giderek insanın yok olmaya yüz tuttuğunu gösteriyor.
Kendinizi sonsuzluğa kadar var olacak mı sanıyorsunuz?
Görmezden geldiğiniz insanımsı yaratıkların yönettiği ekonominin geleceği yer burası.
Açıklanan enflasyon yılın zirvesinde.
İki hafta önce faiz artışı hakkında söylediklerimiz adım adım bugün gerçekleşiyor:
''Enflasyon üzerinde ise sanılanın aksine olumlu bir etkide bulunmayacak. Fiilen uyguladığı oranı resmileştirmiş oldu sadece. Uygulanan faizle resmi oran arasındaki 4,3 puanlık fark Erdoğan'ın dogmasına yani itibarına dokun(a)muyoruz farkı idi. Bunun üzerine Erdoğan'ın da farkında olduğu gibi çizik atıldı. Erdoğan ve hükümet enflasyon yükselmeye başlayınca ve halkın inlemesi yükselince bu durumu ''gördünüz mü, ben demiştim, yoluma geldiniz işte'' demek için kullanacak. Onların derdi halkı kendi kucaklarına düşürmek. O yüzden kimse Erdoğan bugün bir çalım yemiş gibi davranmamalı, olayı hafife almamalı. Bununla beraber, faiz bindirip ekonomiyi soğutmak için salgının şiddetlenmesini ve zaten ekonomiyi zorlayacak kısıtlama/kapatma ortamını beklediler mi, beklediler. İşte bu, tekelci faizci rantçı kapitalizmin canavarlığının, insan hayatını müthiş bir örneğidir.
Faiz enflasyonun sebebi mi sonucu mu diye vülger tartışmaların köpürtüldüğü yerde oluyor bu. Baştan saçma bir tartışma. Faizleri yükseltirseniz de düşürürseniz de bugünkü hükümet ve ekonomik anlayışla varacağınız yer enflasyondur.
Türkiye hükümet ve muhalefetin yürüttüğü bu tartışmayla halka vakit kaybettiriyor.
Vakitten de fazlasını kaybettiriyor.
Yoksullaştırıyor.
Ucuz, demokratik hak yoksunu, çalışmaktan daha fazla alıkonulmuş ve geçim araçlarından daha uzağa savrulmuş, ezilmiş ve sıkı bir diktatörlükle kontrol edilen köle emeği inşa ediliyor.
Bugünkü tartışmaların özü bu.
Uluslararası sermaye bu inşayı istiyor, hükümet de veriyor.
Faiz, döviz, enflasyon ve büyüme rakamlarından, finansal tablolarından ibaret bir tartışmaya odaklanmış ekonomiden başka şey çıkmaz zaten.
Bizim gündemimiz faiz değil.
Öncelikle bunu reddetmeyi bilmek gerekir.
Çünkü yürütülmekte olan tartışma halkın ürettiği artı-değere sermayenin hangi kesiminin hangi oranda ve ne kadar süreyle el koyacağının tartışmasıdır.
Ekonomiyi tartışmak isteyen biri, önce bunu karşısına alacak.
Sonra diyecek ki, parababaları faiz yükselsin istiyor. Müteahhitler ise vatandaşa evleri satabilmek için düşük faizden yana.
Bankalar her durumda karının peşinde.
Düşük faiz enflasyonu daha fazla arttırdığında ekmeği küçülen emekçi halk.
Yüksek faiz yüzünden yatırımlar kısıldığında ise işsizlikle bedeli ödeyen yine emekçi halk.
İki durumda da enflasyon etkisi apaçık.
Emekçi halkın çıkarı faizin tamamen kaldırılmasındadır.
Bizim programımız faizle oynamak değil, çıkarları faize bağlı olanların diktatörlüğünü kazıyıp atmaktır''
Şimdi sanayici fiyatları da zirvenin zirvesinde.
Egemenler bunları da tüketiciye yansıtacak.
Döviz ve altına yönelim artacak ve bunların fiyatları cumhuriyet tarihinin en yüksek zirvesine yükselecek.
Bu hükümet adına da can sıkıcı bir sorun.
Banka sahipleri adına da, rantçı müteahhit adına da, faizci tefeci adına da...
Azalan kar hadleri yukarıdan sıkıştırırken, artan enflasyon da aşağıdan sıkıştırıyor.
Ana akım enflasyon teorileri de faizci tekelci kapitalist üretim tarzına ait değer yasasını temel almadıkları için sarsılıyor.
Hem parasalcı hem de Keynesgil teoriler bu nedenle başarısız oluyor.
Çünkü Türkiye'de ücretlere resmen dadanan bir sistem var, gelirler vahşi bir şekilde baskılanıyor ve sermaye üretimi çok sık aralıklarla sürekli baltalıyor.
Emeğin üretkenliği de belli bir eşikte çakılı kalmaktan kurtulamıyor.
Kurtulmaya çalışmak yerine üretimle ilgisi olmayan fiktif sermayenin kolay kazanç yollarına kaçıyorlar.
Çünkü eşikten ötede, ufukta allah korusun demokratik devrim var, sosyalizm var.
Egemenlerin uluslararası finans kapital sermayesinin politikasızlığı Türkiye'de daha fazlasını başaramıyor.
Çünkü Türkiye'de üretici güçlerin ve teknolojinin bugün ulaştığı düzey modern üretim ilişkileriyle bağdaşmıyor.
Bağdaşıyormuş gibi gözüktüğü anda da kendi bağrından atılım yapmasını sağlayacak güçleri bulup çıkaracak takatten yoksun yakalanıyor.
Emeğin toplumsal üretkenliğinin geçmişteki büyümesi, sabit sermayeyi de büyüttü ve bununla beraber sermayenin toplamda ücretlere ayrılan kısmı azaldı.
İşçi sınıfı büyüdü, ama iş bulabilen bölümü ve bölüşümden aldığı pay küçüldü.
Aktif işçi sayısındaki azalmanın artı-değer üretiminde yaratacağı düşüş, tekelci kapitalistlerin işçiler üzerindeki sömürü derecesini yoğunlaştırmasıyla telafi edilmeye çalışılsa da, artı-değeri yaratan emek-gücüdür, azalırsa ortalama kar düşer ve düşüyor.
İşte bu gibi iç çelişkileriyle tekelci kapitalizm bizzat kendi çıkmazını yaratan bir sistemdir.
Sonuç pahalılık ve enflasyon.
Ki, 2005'ten beri vatandaşın hissettiği enflasyonun en önemli kalemi olan bazı gıdalar ve ürünler resmi hesaplama sepetinden dışlanmış ve ağırlıkları azaltılmış olmasına rağmen.
Türkiye açısından oldukça zor bir süreç bizi bekliyor.
Tasarrufu kamu harcamalarından kısarak, sosyal yardımda kesintiye giderek, işten atarak ve çalışanların haklarını tırpanlayarak, yeni sömürü ve kölelik modellerini devreye sokarak gerçekleştirecekler.
Çünkü hükümet olarak uzun yıllar boyunca emekçi halkın sömürüsüne dayanan cafcaflı bir tüketim dünyasını, kredi mekanizmasını pompalayarak yarattılar.
Ne var ki, kurtarıcı addedilen kredi mekanizması giderek yeni bozulmaların ve krizlerin tohumunu eken acımasız koca bir canavara dönüştü.
Yine de, ne tekelci kapitalizm kredi mekanizmasından vazgeçebilir, ne de kredi mekanizması rantçı kapitalizme ölümsüz bir yaşam vadedebilir.
Tüm cennet öykünmelerine karşın, rantçı, faizci üretim ilişkilerinin niteliği gereği, bölüşümde geniş kitlelerin payına büyüyen bir yoksulluk düşmeye devam ediyor.
Bir çok eleştiri ve itiraz duyacağım biliyorum, ancak Marksizm teori ve praxsis bakımından şahane bir zafer daha kazandı.
Elbette bu teorik bir zafer.
Bu zaferin ekmeğini de meyvesini de yemenin tek yolu, mevcut ortaçağcı siyasete karşı mücadele ve mücadele içinde gelişen demokratik devrim.
Uluslararası sermayenin yarattığı eşitsizlik, adaletsizlik ve zulmün geniş kitlelerin bağrında uyandırdığı isyan duygusu ya da kimilerinin dediği gibi ''dip dalga'' halkın öfkesinin zaferleriyle birleşir, teori kitlelerin elinde maddi bir güce dönüşür, ya da yıkılma zamanı gelmiş sistem ülkeyi, toplumu, insanı çürütür, yıkımı büyütür.
Tarihsel değeri olan iki soru somut durumu görmek isteyenlere yol gösterecektir.
Mustafa Kemal Atatürk ve yoldaşları Samsun'a bir yıl geç çıkmış olsaydı ulusal kurtuluş savaşı nasıl bir seyir alırdı, acaba.
Çanakkale zaferini yaratan Mustafa Kemal'i Çanakkale savaşından çıkarırsınız Bolşevik devriminde seyir nasıl olurdu, acaba.
Ne diyelim yani, canınız nasıl isterse!
Tarih kaçılmaz bir şekilde Türk halkına yeniden tarihi bir misyon yüklüyor.