Türkiye'nin uluslararası tekelci kapitalist ticaret üzerinden emperyalizmle ve özelde de yeni ipek yolu projesiyle gerçek ilişkisinin özeti gibi. Trenin beyaz eşya taşıyacağı açıklanmıştı.
Türkiye ile Çin arasında böyle bir alışveriş yok.
Türkiye Çin sanayisini besleyen bir ülke.
Başlıca da mermer ve traverten, krom, bakır, kurşun, demir, çinko, doğal borat cevherleri, bor oksitleri ve borik asitler tedarik ederek bunu yapıyor.
Yani, Çin Türkiye'yi hammadde tedarik ettiği pazarı olarak görüyor.
Yerli yabancı şirketlerin ülkenin dört bir tarafında yürüttüğü maden yağmasının arkasındaki sebeplerden biri de bu.
Ama sorsanız, hükümet yanlısı olanların sevdiği şu sözdeki gibi, "bir dünya kurulacak Türkiye yerini alacak" ve sonra da zenginlik gürül gürül akacak!
Halkalı Garı'nda yatıyor iktidarın hayali.
Gerçek ise Çin emek pazarının aynısının tekeller için Türkiye'de kurulması, asgari ücretin Çin seviyesinin altına düşmesi, Türkiye'nin insanıyla ve her şeyiyle uluslararası rekabete kırdırılması, ülkenin bir cent'e muhtaç bırakılmış olması, sömürgeleşmesidir.
Toplam kamu açığı 2017'de 56.2 milyar dolar, şimdi ise tahminen 297 milyar dolar.
İki yılda milli gelir içindeki borçluluk oranı da %167,8 arttı.
Yani Türkiye toplamda büyümemiş, kümülatif %5.2, yıllık %2.6 küçülmüş.
Bunu, virüs konusunda olduğu gibi, halkın üzerine nasıl yıkacaklarını yarından itibaren 12 gün boyunca oturup kararlaştıracaklar. 12 gün sonunda vergilerinizin yüzde 16, faiz ödemelerinizin yüzde 31 artacağını ilan edecekler.
Biz de insanca yaşanacak ücretten bahsediyoruz.
''İnsanca yaşanacak ücret'' ne demek?
Öyle bir ücret mi var?
Hiçbir ücret halkı insanca yaşatamaz.
İşçi bu yüzden işçidir. Sadece ücretli kölelik sistemine isyan emekçi halkı insanca yaşatır. Sadece bu isyanın içinde insan gibi hisseder.
Mesela, asgari ücret için peş peşe saatler süren toplantılar yapmaya gerek yok, yeterli ve sağlıklı beslenebilmek için gerekli aylık gıda harcaması kadar, 2400 lira kadar zamla asgari ücreti 4700 küsur liraya çıkarmak 5 dakikalık iştir.
Ama halk, söz-yetki ve karar sahibi olması için AKP ve muhalefet görünümlü tüm siyasi yapıyı iktidardan düşürülürse, demokratik devrim iktidarı şimdiden sokakta kurulursa. Uluslararası sermaye ulusal egemenlik altına alınırsa, ''insanca yaşanacak ücret'' sloganından kurtulmak mümkün olur.
Eğer mesele böyle bir söylemle halka bu uluslararası sermaye düzeninde insanca yaşayamadığını anlatmaksa, onu anlatabilmek için, madem insanca yaşamaya önem veriyoruz ve onu ajitasyonda kullanacağız, somut bir talep belirlemek ve insanca yaşanacak toplumsal düzen ile tekelci kapitalizmi net bir şekilde ayırmamız gerekir.
Bu somut talep de emekçi milyonların yakıcı ihtiyaçlarına değinmeli ve ajitasyonumuz onların karşılanmasında hükümetin çaresizliğini, etkisizliğini ortaya koymalı, emekçileri belli bir eyleme yöneltmelidir.
Bunun için "hedef 4700" de diyebiliriz.
Önemli olan 4700 lira değil, emekçi kitlelerin belli bir hedef için ve bizim koyduğumuz bir hedef için açıkça, dolayımsız olarak düşmanlarının karşısına ulusal kurtuluş savaşı sloganıyla çıkabilmesi.
Bir bakıma göre asgari ücrete zam tartışılacak konu değil.
Tam bağımsız Türkiye için hükümeti boykot etmesi, merkezi devlet bütçesi üzerinde söz, yetki ve karar hakkını istemesi, talepleriyle ve sloganlarıyla karşısına örülen duvarlarını titretmesi, kendi kararlarını alıp uygulayabileceği yeni tipte iktidar organlarını savunabilmesi bir şeydir.
İnsan gibi yaşayabilmek için gerçek güvence budur. Yoksa zaten bugün TBMM'de toplanan uluslararası finans kapitalistlerin temsilcisi olanlar halk için insanca olmayan yaşamı sürdürmekte.
Onların 12 gününe karşılık kendi 12 günümüzün şartlarını öne sürecek bir halk gücü oluşturamıyor isek havanda su dövüyoruz!
İlk adımda ilk slogan "mevcut hükümetin yerine, acil ve özgür kampanyalı seçimlerle derhal geçici bir hükümetin oluşturulması talebiyle kurucu meclis çağrısında birlik" talebi yaratacak siyasi bir güçten yoksunuz, mesele bu!
Ambargo, kısıtlama, yasaklama, yaptırım, paçadan kaptırım bildim bilesi başımızdadır ülke olarak.
Yapmayacaksın, çekileceksin, bırakacaksın, görmeyeceksin, geçireceksin, sileceksin, sineye çekeceksin, emir gelir, emir alırız devamlı.
Yaparsın, yapmazsın ama buna cüret edilebilmesi senin hakkında fikir verir ele güne.
Gözünün önündeki adada mangal yapıp göbek attıklarında ses çıkartmazsan, Heybeli'den küçük Meis için Akdeniz’i kapatmaya cesaret ederler.
Ne diyor Granny meraklısı Fransız antikacı, Türkler sertlikten anlar!..
Korkaktırlar, diyor adam açıkça açılımı bu.
Ama bunu bize Türk halkına demiyor, diyemezler de, 1919 ruhunun neleri yoktan var ettiğini acı tecrübe ettiler, devleti yönetenlere diyor, bizi bilir Antep’ten, Ege'nin serin sularından, sana diyor hükümet!
İstanbul'un 1/3 nüfuslu Konya kadar Yunan, Kangal'a diklenen Chihuahua misali yürek yemiş halini sürdürüyor.
Mısır kabarıyor.
Aşiretlere pincik edilmiş Libya elinin tersiyle iteliyor.
Suriye, hatta Kıbrıs Cipriotları bile gözüne kestirdi, yeşilleniyor.
Avrupa yaptırım diyor.
Amerika Yunanın arkasından ayrılmıyor ki senatosunun yarısı Avrupa-Yunan-Ermeni kökenlidir.
Bu kadar pervasız olmalarının nedeni caydırıcılığını kaybetmiş, pusulasını yitirmiş bir ülke oluşumuzdur.
Dış işlerindeki beceriksizlikler, içteki huzursuzluklar karşımızdakilere güç veriyor.
İşi bilmeyen bir dış ilişkiler kadromuz var demek.
En iyi okulları bitiren, geçerli bir ekolü takip eden ama aşağılanan monşerlerin! işini, kaba ve ham dinci-milliyetçiliği öngören dünyadan bihaber kasaba çocuklarına teslim edersen böyle oluyor neticede.
Hepsini geçtim de, kıçını kumla silen Arap bile Türk mallarına yasak koyuyor.
Orada burada arkandan konuşuyor.
Entarili yalelli biliyor, kuzu kuzu gelecekler nasıl olsa hacca diyor.
Dini bir vecibeyi bile turistik para kaynağı yapan deve salyaları, kendilerini Türk'ün üzerinde görmeye devam ediyor.
Kim Türkiye'ye dayılanıyorsa, bilin ki gemi aslanı durumunu fark etmiştir.
Bizim aslanın arkası hamur, zemini çamur!..
New York ara sokaklarında hayatta kalmak için gittiğim bir spor salonunda öğretmişlerdi.
Biri sizi göğsünüzden iterse parmaklarını kırmanın, eini bilekten çatırdatmanın, kolunu omzundan çıkartmanın yolları vardır.
100 yıl önce kurucu babamız emperyalistlerin kollarını sökmüştü omuzlarından, sonra Bülent Ecevit kişiliğinde Kıbrıs’ta parmaklarını kırmıştık cesaretimizi deneyenlerin.
Bunları yapan Türkler, hiç bağırmamışlardı, ses yükseltmemişlerdi, eyyy heyyy diye tehdit etmemişlerdi,
Sadece cüret edip,
Yapmışlardı!
Misakı milli sınırlarımızı fazla değil 1919 ruhuyla on yıl kapatmak bile yeterli demokratik devrim üzerinden sıçramak için.
Sadece cüret gerekiyor.