Bugun...


Sibel Çağlar

facebook-paylas
Deprem Değil Rant Öldürüyor
Tarih: 31-10-2020 23:43:00 Güncelleme: 31-10-2020 23:50:00


 

 

Jeolog ve mimar arkadaşlarımla depremler ve depreme dayanıklı binaların yıkılmaması için neler yapılabilir diye geçmiş yıllarda çalışma yapmıştım.

Öncelikle binaların yerle teması kesilmeli, temeli kauçuk taban izolasyonuyla yapılmalı, esneklik için su veya yağ kullanılmalı ve binanın titremesi veya bir yöne eğilmesi yerine, yatay bir şekilde belli bir mesafede sallanması sağlanmalıymış.

Ayrıca tüm bina aynı şekilde hareket etmeliymiş.

Bunun için binayı aynı şekilde hareket ettirecek iskelet maddeleri, örneğin levhalar veya hidrolik teller kullanılmalıymış.

Çökmeler deprem olurken bina her metresinde, her noktasında aynı yönde hareket etmediği için, mesela bir an bir noktanın sağa giderken diğer noktanın sola gitmeye başlaması sonucunda gerçekleşirmiş.

Temelde başlayan sallantı aynı anda tüm binaya yayılmalıymış, ağırlık merkezi yönünde.

Bina depreme direnmemeli, depremi kabul etmeli ve kendi bünyesine almalıymış.

Eğer yapı stoğu bundan oluşursa deprem Türkiye'de 5 dakika konuşulmaz bile.

Tarihe karışır gider.

Egemen rantçılar dünyasında ''İzmir'in yeni merkezi olacak'' sözleriyle parlatılan Bayraklı'ya bakıyorsunuz, pek çok gökdelenin ve plazanın dikildiği bir semt görünümü bir yanda, onbinlerce insanın yardıma muhtaç yaşadığı bir semt görünümü diğer yanda. Haydarpaşa/Sirkeci bölgesini yağmalamaya çalışırken sarfedilen ''İstanbul'un Manhattan'ı mı'' sözleri ''İzmir'in Manhattan'ı mı'' diye Bayraklı için bile söylenmişti.

Bölgenin tabanı ise herkesin malumu alüvyon.

Yani böyle bir yere şehir kurmaya çalışmak ve merkez oluşturmaya çalışmak, çevresinde cinayet işlenecek demek.

Egemenlerin tercihi bu işte.

Kolay günlük bir kazancın peşinde, sadece bütün zenginlik kaynaklarının akıtıldığı kendi binalarının ayakta kalacağı, etrafının ise dümdüz olmaya mahkum edileceği bir ''cesur yeni dünya''.

Halkın kulak kesildiği televizyonlarda bir çok şey konuşuluyor, ama bunlar hiç konuşulmuyor.

Daha çok yerin altıyla, fay hatlarıyla vs ilgilenmek kolay çünkü.

Yerin altındaki deprem yaratan güçler kaotik, belirlenemez ve spekülasyona açıktır.

Yerin üstü öyle değil.

Topluma bir öneri getirmek, bu yerin üstündeki güçlerin belirlenmişliğine, spekülasyona kapalı olmasına, belli bir sistemle yüzleşmeye ve çatışmaya açık olmaya denk düşüyor çünkü.

Televizyon toplumu ise, toplumsal bir problemi o an reyting alacak şey ne ise ona dönüştürüyor.

Problem konutlar, ama reyting alan şey yıkılmış konutlar.

Yukarda bahsettiğim mimari devrimi, konut devrimini gerçekleştirmek bu ülkede her şeyi değiştirmekle, rantçı kapitalist sistemi ayakta tutan kolonları yıkmakla ilintili.

İnsanlara lazım olan da bu.

İnsan yaşamı her yönden kendi üzerine çöküyor bu ülkede.

Yaşam koşulları toplumsal devrimin ta kendisi, kitlelerce insanın tekil yaşama tutunma, büyük kentte tutunma uğraşı devrimci bir uğraş, kolektif hak ve istemler için devrimci bir mücadele arenası olmadıkça "yerin üstündeki güçler" kendilerini saklamayı ve halka nereden geldiğini kestiremedikleri acıları ve işkenceleri çektirmeyi sürdürecekler.

Her depremden sona devlet ve AKP'li, CHP'li, MHP'li belediyeler kentsel dönüşümle ilgili bir iman tazeleme operasyonuna çıkıyor. 

Oysa deprem ile kentsel dönüşüm ilişkisi bir sorun/çözüm ilişkisi falan değil.

Kentsel dönüşüm soylulaştırmadır.

Bunun içinde 2B arazilerinin yağmasından parayla oy satın almalara, bankaların bilançolarının temizlenmesinden kara para aklamaya kadar çeşitli ve depremle uzaktan yakından ilgisi olmayan ilişki biçimleri var.

Bunun dışında kentsel dönüşüm kentin fiyatlandırılmasıdır.

Kentsel dönüşüm ne zaman gündeme geldi?

2011'de.

2011'den önceki 4 yılın özelliği, inşaat sektörünün 2007'de başlayıp bitmek bilmeyen bir küçül eğrisine girmesiydi.

Kentsel dönüşüm bir anda bütün bir şehri o zamanlar 50 kadar olup gitgide 20'ye kadar düşen rantçı kapitalistin önüne serme operasyonuydu.

Baktılar ki, çok kaçak yapı var ve belgeli iş yapılamıyor, tam da inşaat sektörünün ikinci batağa saplanma zamanında ''imar barışı'' gündeme geldi, rantçı, komisyoncu rejim bir daha kurtuldu.

Her defasında krizinin şiddeti artsa da.

Sonuçta, devletin tercihlerinin depremle ilgisi yok, sermaye birikim rejimini kurtarma çalışmasıdır bunlar.

Mesela bunlardan ''imar barışı'' dedikleri şey, onyıllar boyunca mülksüzleştirilen yoksul emekçi kitleleri kentlere yığmak, üstüste bindirmek, plansız kentleşmeye yol açmak, sonra da kaçak veya yasadışı milyonlarca harabeyi kayıt belgesi adı altında ''kentsel dönüşüm'' (zenginler için dönüşüm, yoksullar için sürgün) şirketlerine sermaye yapmaktır.

''İmar barışı'' bir başka anlamıyla en iyi kent arazilerinin devlet eliyle rantçı inşaat zenginlerine dağıtılmasıdır.

Bu rantçı kapitalizm boyunca süregiden ve kaçınılmaz olarak süregidecek bir durum.

Büyük bir köy görüntüsü altında bıraktıkları İzmir'de 811 bin kaçak yapıyı bu şekilde rantçı kapitalistlerin pazarı haline getirdiler.

Tabi kitlelerce insanın her an bir katliamla karşı karşıya kalması demek bu.

Faizci sermaye için yapılan şeyler insan hayatıyla bağdaşmaz.

Sözde kentsel dönüşümle evleri güvenli hale getiriyoruz dedikleri yerde konut fiyatları ve kira ücretleri yıllardır istikrarlı şekilde artıyor. (Türkiye bu artışlarda dünya çapında 6. sırada, 1. sıradaki ise Katar).

Hatta bir çok sektör kapitalisti yeterince rantiye artmadığından yakınıyor.

Buna rağmen kent çeperinde bile barınma sürekli pahalılaşıyor ve her genç çalışanın öncelikli ''ömür tüketme amacı'' haline getirilen ''ev sahibi olma'' hayali giderek suya düşüyor, milyonlarca insan ev demeye bin şahit isteyen çok kötü yapılarda ve yerleşim şartlarında yaşarken yüzbinlerce lüks konut boş bekliyor.

Kitleler karın tokluğuna çalışırken, inşaat maliyetleri ve konut kredileri yine de artıyor.

Çünkü çalışanlar, işçi ve emekçiler, artı-değerin bir biçimi olan karı büyütürken diğer bir biçimi olan toprak ya da arazi rantını da büyütüyor.

Kendi yoksunluklarını ve yoksulluklarını yeniden ve yeniden üretmek için ölümüne ve kölece, kelimenin gerçek anlamıyla ''kan ter içinde'' çalışıyorlar.

Kentsel dönüşümle beraber, bu sürdürülemez ve kitlelerce yıkılmaya mahkum olan birikim rejimi altında ücretli köleliğin devamlılığını sağlamak ve işçileri borçlandırarak daha çok itaat etmelerini, her türlü sömürüye rıza göstermelerini ve çalışmalarını sağlamak mümkün hale geliyor, onun kaderi buna daha çok bağlanıyor.

Çünkü kitleler önce topraktan koparılmış, kentlere sürülmüş, mülksüzleştirilmiş, işsizleştirilmişti.

Öncelikle bu olgu, konut bolluğunun temeli olduğu kadar, arz ve talep yasası dışında, halkı konut satın alabilecek kadar para kazanması için uzun vadede ücretle çalışmaya zorlayarak kapitalist üretimin sürekli kılınmasının da bir yolu haline gelmiştir.

İşçiler için konut üretilmez.

Üretildiği zaman da bu, emek-değer yasası gereği bu ücretler genel seviyesinde aşağı yönlü bir baskı yaratma ihtiyacı için yapılır.

Sermaye işçilere ev satmak istediğinde bu emek arz-talebiyle ilgilidir.

Çünkü bir işçi oturduğu evin sahibi olduğunda emeğinin yeniden üretim maliyeti düşeceğinden reel olarak ücreti de aynı oranda düşer.

Böylece bu işçi diğer işçilerin ücretleri üzerinde alçaltıcı baskı unsuru haline gelir.

Sermaye işçiyi işçiyle çarpıştırır.

Ayrıca böylece kar oranları azalan sermaye için arsa ve konut fiyatları da yukarı çekilmiş olur, spekülasyon teşvik edilir, konutun yapı malzemesinden çalma vb şekillerde maliyet düşürme taktikleri teşvik edilir ve sermaye için yeni karlılık alanı yaratılır.

İşçinin ev elde etmek için yaptığı tasarruf ise sermayeye dönüşür.

Yani işçiler hem diğer sınıfların yaşam biçimine sahip değildir, hem de tamamen sermayenin dönemsel hareketine ve ihtiyaçlarına bağlıdır.

Bu şekilde belli bir kısmı tamamen hariç ve çoğunun yaşamları tükendikten sonra işçilere düşen her zaman kent dışında ve şarta bağlı, her an ellerinden alınabilir (lokavt, kriz, borç vb birçok sebeple işçiler evleri kaybedip durur), istisnai, sağlıksız, güvensiz, küçük, sıkış tepiş bir yerleşim ve konuttur.

Bunun dışında sermaye işçilerin konut sıkıntısını asla ortadan kaldırmaz.

Sağlıksız, güvenli olmayan kötü koşullar genel bir kuraldır.

Çünkü sadece ücretleri düşürmek değil, aynı zamanda ücretle çalışılan düzeni devam ettirmek de sermayenin derdidir.

Demokratik devrim bu gibi çelişkileri yok etmek için var, çünkü sosyalizm birinin ''proje''si ya da bir bankanın ''müjde''si değildir.

Çünkü sosyalizm rantçı kapitalist üretime ait ve bu üretimden devralınan çelişkilerin neden varolduğunun ve nasıl yok edilebileceğinin bilimidir.

Bu çelişkilerin toplumsal gelişmenin belli yasalarından ve yönünden çıkarılan doğal, zorunlu ve tek çözümüdür.

Kentsel dönüşümden önce rantçı, faizci kapitalizm ve sosyalizm koşullarını anlamak zorunda yani herkes.

Konut sorunu faizci tekelci kapitalist üretim biçiminin kaldırılması yöntemiyle çözülecektir.

Konut sorununun ya da işçilerin kaderini belirleyen başka herhangi bir sorunun tek başına ve hem de kentsel dönüşüm gibi şeylerle çözülmesini ummak bir yana, bu sadece sorunu depreştirecektir.

Kaderimizi durmadan özel kişilerin ellerine emanet edecektir.

Nerede nasıl hangi evde yaşayacağı üzerinde söz sahibi olmayan bir toplumun düzenine son!

Şehri bir avuç faizcinin elinden geri al!



Bu yazı 2495 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI