Bugun...


Prof.Dr.Behçet Kemal Yeşilbursa

facebook-paylas
İngiliz Diplomatların Gözünden Türkiye'de 12 Eylül Cunta Rejimi (1980–1983)
Tarih: 12-09-2025 09:15:00 Güncelleme: 12-09-2025 09:15:00


Giriş

 

1980, modern Türkiye tarihinde üçüncü askeri müdahaleye sahne oldu. Eğer bu müdahale gerçekleşmemiş olsaydı, yıl muhtemelen Ocak 1980’de azınlık Demirel Hükümeti tarafından başlatılan yeni ekonomik toparlanma politikasıyla hatırlanacaktı. Ancak Demirel’in başarısı bununla sınırlı kaldı. Parlamento kilitlendi ve yeni Cumhurbaşkanı bile seçilemedi. Hükümetin kontrolü giderek zayıfladı, siyasi şiddet arttı. Generaller, 12 Eylül’de şiddeti sona erdirmek amacıyla yönetime el koydu; bu durum genel bir rahatlama yarattı. Etkisi anında hissedildi: Aşırılık yanlılarına karşı operasyonlar kararlılıkla yürütüldü ve Cunta ilk zaferini kazandı.

 

Ancak yasama yetkisini tamamen üstlenmiş olan Generaller büyük bir sorumluluk almış oldular. Parlamentoda sıkışmış önemli yasa tasarılarını geçirdiler ve önceki hükümetin ekonomik politikasını kısmen etkili bir şekilde sürdürdüler; özellikle IMF ve OECD ülkelerini daha fazla yardım sağlamaya teşvik ettiler. Buna rağmen ihracat yavaş tepki verdi, ödemeler dengesi, bütçe açığı ve dış borçlar azalmadı. 4-5 yıl içinde toparlanma beklentisi iyimser görünüyordu.

 

Siyasi faaliyetler yasaklanmıştı ve güvenlik güçleri sert davranmak zorundaydı. Ancak basına sansür uygulanmadı ve kötü muameleyle suçlanan bazı güvenlik görevlileri hakkında işlem yapıldı. Generaller, kendilerini adadıkları normalleşme süreciyle karşı karşıya kaldılar. 21 Eylül’de bir Sivil Hükümet atandı. Anayasanın yeniden düzenlenmesi için çalışmalar başladı. 15 Ocak 1981’de General Evren, en geç 29 Ekim’e kadar Kurucu Meclis toplanacağını açıkladı.

 

Dış İlişkiler

 

Avrupa Topluluğu (AT) ile Ortaklık Anlaşması yeniden etkinleştirildi. Türkler, Ege’de sivil havacılığın yeniden başlamasını kolaylaştırdılar; ilişkilerin iyileştiği Yunanistan’ın NATO’nun askeri yapısına dönüşünü sağladılar; ayrıca Kıbrıs’taki toplumlararası görüşmelerin yeniden başlamasına katkıda bulundular. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline karşı kararlı bir tutum benimsediler. Irak ve İran arasındaki savaşta –ki bu iki ülke Türkiye’nin başlıca petrol tedarikçileriydi– kamuoyuna açık şekilde tarafsız bir duruş sergilediler.

 

Ancak Batı ile olan ilişkiler, Batı Almanya ve bazı diğer ülkelerin Türk vatandaşlarına vize uygulaması getirmesiyle ve Türklerin Avrupa Konseyi ve diğer yerlerde kendi iç işlerine yönelik aşırı müdahale olarak gördükleri tutumlarla gölgelendi. Yine de İngiltere’nin Türkiye ile sahip olduğu diplomatik ve ekonomik varlıklar etkili bir şekilde kullanıldı.

 

1981 yılı, Atatürk yılı olarak kutlanıyordu. Bu yıl, Atatürk’ün ilkeleri ile askeri otoritenin ve Türk sağduyusunun birleşiminin, Türkiye’nin demokrasi deneyiminde bir sonraki adım için yeterli bir hazırlık olup olmadığını gösterecekti.

 

Atatürk Yılı Kutlamaları

 

1981 yılı boyunca yapılan Atatürk yılı kutlamaları, halkta vatansever duyguları ve generallere yönelik halk desteğini canlandırmak amacıyla kullanıldı. Genel olarak yıl olumlu sonuçlar verdi. Hukuk ve düzen daha da sağlamlaştırıldı; ekonomi ise önemli ilerleme kaydetti. Özellikle ihracattaki yukarı yönlü eğilim güçlü bir şekilde devam etti.

 

Fakat Türkiye hâlâ büyük bir borç yükü altındaydı, ancak borçların yeniden yapılandırılması sayesinde yeni yıla daha iyi bir kredi notuyla başladı. Generallerin vaat ettiği Kurucu Meclis, üyeleri seçilmiş değil atanmış olsa da Ekim ayında toplandı. Ayrıca uzun süredir üzerinde çalışılan yeni Üniversiteler Yasası açıklandı. Bu yasa, yükseköğretim kurumları üzerinde hükümete daha fazla idari kontrol sağladı.

 

Siyasi Hakların Kısıtlanması ve Dış Tepkiler

 

Öte yandan, siyasi ve sendikal hakların ve basın özgürlüğünün sürekli olarak kısıtlanması, ayrıca mevcut siyasi partilerin kapatılması –ki bu sonuncusu içeride çok az tepkiyle karşılandı– önemli gelişmelerdi. Ancak yurtdışında, özellikle Avrupa Konseyi’nde bu olumsuz unsurlar büyük dikkat çekti.

 

Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden çıkarma yönündeki girişimler, General Evren’in 30 Aralık’ta demokrasiye dönüş için açıkladığı takvim ve yeni yılın başında Türkiye’yi ziyaret eden bir parlamento heyeti sayesinde durduruldu. Ancak insan hakları konusundaki kısıtlamalar Türk gururunu incitti.

 

Almanya Federal Cumhuriyeti ile ilişkiler zorlaştı, Fransa ile ise daha da kötüleşti. Buna karşılık, ABD ve İngiltere ile ilişkiler güçlendi; İngiliz ihracatı yaklaşık %40 oranında arttı. Türkiye, doğu, güney ve Balkan komşularıyla ekonomik avantajlar sağlayan ilişkiler geliştirmeye devam etti. Yunanistan ile ilişkiler ise Papandreou’nun iktidara gelişiyle olumsuz etkilendi. Buna rağmen Türkiye, Kıbrıs’taki toplumlararası görüşmelere olan desteğini sürdürdü.

 

1982: Zorlu Bir Yıl

 

1982 yılı Türkiye için zorlu geçti. İç politikada, generallere yönelik halk desteği, parlamenter sistemin yeniden tesisine yönelik somut ilerlemelere bağlıydı. Dış politikada ise, Türkiye’nin ekonomik toparlanması için gerekli olan mali yardımlar, Avrupa Konseyi’nin insan hakları gerekçesiyle bu yardımları geri çekme ihtimali nedeniyle tehlikeye girmişti. Bu durum, Türkiye’nin Avrupa müttefiklerinden uzaklaşmasına yol açabilirdi. Bu sırada Yunanistan’ın Ege’de olası bir saldırısı, ciddi bir Türk tepkisini tetikleyebilirdi. Tüm bu risklere rağmen, Türkiye’nin 1982 yılında siyasi ve ekonomik ilerlemesini sürdüreceğine dair hâlâ iyimserlik için nedenler vardı.

 

Sonuç olarak, Türkiye 1982 yılını tatmin edici şekilde atlattı. Yılın büyük kısmı, yeni anayasanın hazırlanmasıyla geçti. Yavaş bir başlangıcın ardından, Kasım ayında yapılan halk oylamasında ezici bir çoğunlukla kabul edildi. Oylama aynı zamanda General Evren’i yedi yıllığına Cumhurbaşkanı olarak onayladı ve esasen ona duyulan güvenin bir göstergesiydi.

 

Anayasa Üzerine Uluslararası Tepkiler ve Türkiye'nin Dış İlişkileri

 

Dış dünya, yeni anayasayı fazla kısıtlayıcı buldu ve bu durum Türk hükümetini rahatsız etti. Türkiye ile Batı Avrupa arasındaki gerginlik hem siyasi hem de ekonomik alanlarda arttı. Türkler Batı’ya olan bağlılıklarını sürdürdüler, ancak artan hayal kırıklığı, diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirme çabalarını artırmalarına neden oldu – en azından kendilerini tek seçeneğe sahip olmadıklarına ikna etmek için. Yunanistan’ın tutumu işleri kolaylaştırmadı, ancak Türkler Papandreou’nun “dur-kalk” taktiklerine aşırı tepki göstermediler.

 

Temmuz ayında yaşanan para simsarı skandalı nedeniyle ekonominin başındaki isim olan Turgut Özal’ın ani ayrılışı, toparlanma programının uygulanmasındaki ivmeyi azalttı. Ancak hükümet programa bağlı kaldı ve IMF ile OECD’nin son değerlendirmeleri olumlu yöndeydi.

 

1983’e Girerken İç Siyasi Hazırlıklar

 

Türkler, 1983 yılına iç işlerde daha büyük bir özgüvenle girdiler. Yeni parti ve seçim yasalarının birkaç ay içinde tamamlanması bekleniyordu ve genel seçimler Ekim ayında yapılacaktı. Ancak bazı önemsiz düzenlemelerin sert uygulanması halk arasında hoşnutsuzluk yarattı. Bu düzenlemeler ve siyasi faaliyetlere getirilecek olası kısıtlamalar, Batılı eleştirmenler tarafından muhtemelen gündeme getirilecekti.

 

Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve Avrupa Topluluğu ile olan ilişkilerindeki gerginlik, seçimler yapılana kadar devam edeceğe benziyordu. Öte yandan, Birleşik Krallık müttefik olarak güvenilirliğini korudu. Bu durum, Ocak 1983’te ilk İngiliz Büyükelçisinin atanmasının 400. yıldönümünün kutlanmasıyla vurgulandı. İngiltere’nin etkisi, NATO’nun ortak hedeflerine katkı sağladı.

 

1983 Genel Seçimi ve Sivil Yönetime Geçiş

 

Türkiye'nin askeri liderleri tarafından başlatılan çok partili sivil yönetime geçiş süreci, 6 Kasım’da yapılan genel seçimle tamamlandı. Turgut Özal’ın Anavatan Partisi, rakip Popülist ve Milliyetçi Demokrasi Partileri’ni geride bırakarak açık bir çoğunlukla iktidara geldi.

 

Seçim sürecindeki kısıtlamalar nedeniyle bu henüz tam anlamıyla bir demokrasi sayılmasa da artık yönetimde ordu değil, Özal’ın hükümeti vardı. Önceki iki yılın umut verici ekonomik eğilimleri devam etmedi; bir durgunluk hissi hâkim oldu. İhracat çok az arttı, enflasyon yükseldi. Özal, durumu kontrol altına almak için hızlı ve radikal önlemler aldı.

 

Türkiye’nin NATO ve Avrupa’ya olan bağlılığı devam etti. Ancak Avrupa Konseyi ile olan gergin ilişkiler ve Kıbrıs’taki “bağımsızlık” ilanı nedeniyle Yunanistan ile ilişkiler bozuldu. İslam dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi dış politikada giderek daha önemli bir tema haline geldi; bu, Türkiye’nin Batı’ya olan temel yönelimiyle çelişmeyen tamamlayıcı bir yaklaşımdı.

 

Kıbrıs meselesi, İngiltere ile olan ilişkiler açısından özellikle iyi geçen bir yılda tek olumsuz nokta oldu. İngiltere’nin ihracatında artış yaşandı, iki büyük savunma sözleşmesi imzalandı ve karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşti.

 

Özal’ın Liderliği ve Riskler

 

Turgut Özal, önümüzdeki beş yıl boyunca ülkeyi yönetme ve Anavatan Partisi’ni Türk siyasetinde kalıcı bir güç haline getirme fırsatını elde etti. Ancak özellikle ekonomi yönetiminde yapılacak herhangi bir hata hem Meclis içindeki hem de dışındaki muhalefet tarafından hızla değerlendirilecekti.

 

Ordu geri planda kalmıştı, fakat Cumhurbaşkanı Evren denetleyici rolünü sürdürüyordu. Türkiye’nin önümüzdeki beş yıldan makul bir şekilde çıkması olası görünüyordu. Ancak Özal büyük riskler alıyordu ve iç başarısızlık, Batı’nın daha geniş çıkarları açısından zarar verici sonuçlar doğurabilirdi.

 

1983’te Türkiye’nin Dış Politikası ve Kıbrıs Meselesi

 

Türkiye’nin NATO ve Avrupa ile olan ilişkileri sağlam kaldı. Ancak Avrupa Konseyi ile olan gerginlik ve Kıbrıs’taki “bağımsızlık” ilanı nedeniyle Yunanistan ile ilişkiler bozuldu. İslam dünyasıyla bağların geliştirilmesi, dış politikada giderek daha önemli bir tema haline geldi. Bu yaklaşım, Türkiye’nin Batı’ya olan temel yönelimiyle çelişmeyen, onu tamamlayan bir strateji olarak değerlendirildi.

 

Kıbrıs meselesi, İngiltere ile olan ilişkiler açısından özellikle iyi geçen bir yılda tek olumsuz nokta oldu. İngiltere’nin ihracatında artış yaşandı, iki büyük savunma sözleşmesi imzalandı ve karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşti.

 

Özal, Türkiye’nin dış ilişkilerini çeşitlendirme yönünde adımlar attı. Ancak Kıbrıs’taki gelişmeler, özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, Batı’da Türkiye’nin imajını olumsuz etkiledi. Bu durum, İngiltere ile ikili ilişkilerde de gerilim yarattı.

 

Ekonomik Zorluklar ve Özal’ın Reformları

 

1983 yılı boyunca Türkiye’nin ekonomik performansı güçlü değildi. Önceki iki yılda elde edilen başarılar sürdürülemedi. Özellikle ihracattaki büyüme yavaşladı, enflasyon düşmek yerine yeniden yükselmeye başladı. İhracatın artması, Türkiye’nin finansman açığını yönetilebilir seviyeye çekmesi, yeni ticari krediler alabilmesi ve borçlarını yeniden yapılandırmaktan kaçınması için hayati öneme sahipti. Ancak 1983’ün ilk on ayında ihracat yalnızca %2,2 oranında arttı.

 

Dış etkenler bu duruma katkı sağladı, ancak hükümetin ihracatı teşvik etmek için yeterli adım atmaması da etkili oldu. Aynı zamanda işçi dövizleri, turizm gelirleri ve yabancı yatırımlar ya azaldı ya da yerinde saydı. İthalat ise petrol fiyatlarındaki düşüşe rağmen %4,9 oranında arttı.

 

Maliye Bakanı yaz sonuna kadar enflasyonun %20’de tutulacağını iddia etti. Ancak bu tahminin aşırı iyimser olduğu kısa sürede anlaşıldı. Kötü hasatlar, pahalı şirket kurtarma operasyonları, değer kaybeden Türk lirası ve seçim öncesi durgunluğu hafifletme çabaları enflasyonu hızlandırdı. Yıl sonu enflasyonu %40’a yaklaştı.

 

Özal, bu zor ekonomik tabloyu devraldı ve hızla harekete geçti. Faiz oranlarını artırarak tasarruf ve yatırımı teşvik etti, enflasyonu düşürmeye çalıştı. İhracatçılar ve tasarruf sahipleri için vergi teşvikleri getirdi, vergilerin zamanında ve dürüst şekilde ödenmesini kolaylaştıracak düzenlemeler yaptı. Döviz düzenlemeleri ve korumacı ithalat rejimi büyük ölçüde sadeleştirildi ve serbestleştirildi. Bakanlıklar ve kurumlar arasında daha iyi koordinasyon sağlamak amacıyla kapsamlı bir yeniden yapılanma gerçekleştirildi. Bu önlemlerin etkisi henüz tam olarak görülmemişti, ancak ekonomik durgunluk yerini hareketliliğe ve kararlılığa bırakmıştı.

 

Türkiye’nin 1983 Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu

 

1983 yılında Türkiye’nin dış politikasında temel unsurlar değişmedi. Olumlu tarafta, NATO ile dayanışma, ABD ve Almanya ile yakın ilişkiler (Almanya ile olan ilişkiler misafir işçi sorunu nedeniyle karmaşıktı), Birleşik Krallık ile gelişen bağlar ve Avrupa topluluğuna tam üyelik hedefi yer aldı. Olumsuz tarafta ise Avrupa Konseyi ile gergin ilişkiler ve Kıbrıs’taki “bağımsızlık” ilanının Yunanistan ile ilişkileri daha da kötüleştirmesi öne çıktı.

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı ve Türkiye’nin bunu hemen tanıması, Yunanistan ile ilişkilerin iyileşmesini ve Kıbrıs sorununun çözümünü daha da zorlaştırdı. Bu durum, Türkiye’nin Batı’daki imajına zarar verdi. Sorunun çözümü için BM Genel Sekreteri’nin öncülüğünde, ABD, İngiltere, Almanya ve belki de İtalya’nın diplomatik baskısı gerekebilirdi – ancak Fransa’nın bu sürece katkı sağlaması beklenmiyordu. Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin dış politikasında temel bir sorun olarak kalmaya devam etti.

 

Türkiye’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri ve Bölgesel Güvenlik Endişeleri

 

1983 yılında Türkiye’nin dış politika ilgisi doğuya ve İslam dünyasına doğru belirgin şekilde arttı. Ticaret, Arap petrol üreticilerinden alınabilecek yardım ve yatırımlar, İran-Irak savaşı, terörizm ve Kuzey Kıbrıs’ın İslam ülkeleri tarafından tanınması arayışı gibi faktörler bu ilgiyi derinleştirdi.

 

İran ve Irak, Türkiye’nin en önemli ihracat pazarları arasında yer alıyordu. Türkiye’nin güvenlik çıkarları da bu savaşın bir an önce sona ermesini gerekli kılıyordu. Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran gibi istikrarsız komşularla olan uzun güneydoğu sınırı, Ankara’nın bölgeye yönelik hassasiyetini artırdı.

 

Türkiye’nin bu bölgede yaşayan milyonlarca Kürt vatandaşına yönelik olası huzursuzlukları önleme çabası, Mayıs 1983’te Irak’a düzenlenen sınır ötesi operasyonla açıkça ortaya kondu. Tüm bu nedenlerle, İngiliz hükümeti, Türkiye’nin Orta Doğu diplomasisindeki hızlanmış temposunun önümüzdeki yıl da devam etmesini bekliyordu.

 

İncirlik Üssü, ABD ile İlişkiler ve Ortadoğu Dengesi

 

İsrail meselesi ufukta belirmeye başladı. Türkiye, Arap-İsrail çatışmasına dahil olmaktan özenle kaçınmıştı. Ancak ABD’nin Lübnan’daki varlığı, Türkiye için zor kararları gündeme getirdi. Türkiye, NATO’daki rolünü yerine getirebilmek ve silahlı kuvvetlerini modernize edebilmek için ABD askeri yardımına ihtiyaç duyuyordu.

 

Bu bağlamda, ABD Deniz Piyadeleri’ne destek sağlamak amacıyla İncirlik Üssü’nün kullanımı talep edildi. Türkiye sınırlı erişim izni verdi. Ancak bu adım, iç kamuoyunda eleştirilere yol açtı ve Türkiye’yi, Ortadoğu’daki bazı ülkeler nezdinde “Amerikan-İsrail yanlısı” olmakla suçlanma riskiyle karşı karşıya bıraktı. Türkiye’nin bu dengeyi koruması oldukça hassas bir meseleydi.

 

Özal’ın Doğu Politikası ve Batı ile Dengeli İlişki Arayışı

 

Özal’ın liderliğinde Türkiye’nin doğuya yönelik politikası korumacı olmaktan çıkıp daha aktif ve stratejik bir yön kazandı. Özal, Türkiye’nin coğrafi konumunu ve Müslüman kimliğini kullanarak ülkenin ekonomik ve siyasi gücünü artırma niyetindeydi. Ancak bu yaklaşımı, Batı’dan uzaklaşmak olarak değil; Türkiye’nin mevcut Batı yönelimine tamamlayıcı bir strateji olarak görüyordu. Özal’ın bu konuda sergilediği gerçekçilik, Avrupa Topluluğu için de bir rahatlama sağladı. Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini sürdürürken aynı zamanda İslam dünyasıyla bağlarını güçlendirmesi, çok yönlü bir dış politika anlayışının göstergesiydi.

 

1983’ün Genel Değerlendirmesi ve İngiltere ile İlişkiler

 

Kıbrıs meselesi olmasaydı, 1983 Türkiye için tamamen olumlu bir yıl olarak değerlendirilebilirdi. Birleşik Krallık’ın Türkiye nezdindeki itibarı, Başbakan Thatcher’ın Haziran’daki seçim zaferi, İngiltere’nin terörizm karşısındaki net duruşu ve Türkiye’nin iç meselelerine yönelik anlayışlı tutumu sayesinde daha da yükseldi. İngiltere, Avrupa Topluluğu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu nezdinde Türkiye’ye aktif destek verdi. 1983 yılında önceki yıllara kıyasla bakan düzeyinde ve diğer üst düzey ikili ziyaretlerde belirgin bir artış yaşandı.

 

Ancak yılın sonunda Kıbrıs meselesi gölge düşürdü. Türkiye, İngiltere’nin “bağımsızlık” ilanına vereceği tepki konusunda uyarılmıştı. Buna rağmen, İngiltere’nin sert tepkisi Türkleri şaşırttı. Türkiye bu tepkiyi kabul etti ve Kıbrıs meselesinin İngiltere-Türkiye ilişkilerinin diğer alanlarına sıçramaması için çaba gösterdi. Yeni Dışişleri Bakanı, Kıbrıs’ın genel ilişkilerden “ayrıştırılması” gerektiğini özellikle vurguladı. Ancak Kıbrıs sorunu devam ettiği sürece, İngiltere-Türkiye ilişkileri ve Doğu Akdeniz’deki Batı çıkarları zarar görme riski altında kalacaktır.

 

Özal’ın Siyasi Geleceği ve İç Siyasi Dinamikler

 

Özal’ın seçim zaferi, ona önümüzdeki beş yıl boyunca ülkeyi yönetme ve Anavatan Partisi’ni Türk sağının ana gücü haline getirme fırsatı sundu. Ancak bu hedefe ulaşmak için hem Meclis içindeki hem de dışındaki parti birliğini koruması ve erken başarı işaretleri göstermesi gerekiyordu.

 

Özal’ın ekonomiyle ilgili doğrudan mücadelesi, bürokrasi, iş dünyası ve halkın bazı kesimlerinde rahatsızlık yaratabilirdi. Demirel hâlâ aktifti ve onun liderliğindeki Doğru Yol Partisi (DYP), Adalet Partisi’nin devamı olarak siyasi sahneye dönmeye hazırlanıyordu. Sol kanatta ise Sosyal Demokrat Parti (SODEP) henüz yeterince dinamik görünmüyordu; Ecevit’in üçüncü bir sol parti kurma girişimi bu durumu daha da zayıflatıyordu. Ancak Popülist Parti’nin genel seçimdeki başarısı, Türkiye’de hatırı sayılır bir sol seçmen kitlesi olduğunu gösterdi. Bu kitle, Özal’ın yapacağı hataları değerlendirmeye hazırdı.

 

Mart 1984’te yapılması planlanan yerel seçimler, siyasi dengelerin nasıl şekilleneceğine dair erken bir gösterge olacaktı. Bu seçimlere, Kasım 1983’teki genel seçimlerde yarışamayan partiler de katılacaktı. Anavatan Partisi’nin güçlü bir performans sergilemesi, Özal’ın konumunu pekiştirecekti. Ancak DYP, SODEP ve diğer partiler başarılı olursa, Özal’ın meşruiyeti sorgulanabilir ve 1983 seçimlerinin halkın gerçek tercihlerini ne ölçüde yansıttığı tartışma konusu olabilirdi. Bu durumda Cumhurbaşkanı Evren’in umut ettiği “yeni dönem”in gerçekleşmesi riske girebilirdi.

 

Ordu, Cumhurbaşkanı Evren ve Yeni Güç Dengesi

 

Büyükelçi, ordunun günlük hükümet işlerine ve siyasete doğrudan müdahale etmeyeceğini düşünüyordu. Yönetim, Bakanlar Kurulu ve Parlamento’ya bırakılacaktı; güç dengesi Parlamento, Başbakan ve Cumhurbaşkanı arasında şekillenecekti. Ancak Özal gerçekçiydi. Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın özellikle iç ve dış güvenlik konularındaki görüşlerini göz ardı edemezdi. Genelkurmay Başkanı güçlü bir figür olarak kalacaktı. Aynı şekilde, Cumhurbaşkanı Evren de son üç yılda yapılanların boşa gitmesini istemeyecekti.

 

1982 Anayasası, Evren’e önceki cumhurbaşkanlarına kıyasla hükümetin gidişatını daha doğrudan etkileme imkânı tanıyordu. Yeni kurulan Milli Güvenlik Kurulu’nun başkanlığı, bazı durumlarda daha doğrudan müdahale için bir araç olabilirdi. Ancak Evren’in bu yetkisini dikkatli kullanması bekleniyordu. Aksi takdirde Türkiye’nin yeni demokrasisi sorgulanabilirdi. Evren’in güçlü görüşleri ve kararlı geçmişi, siyasi süreci dengeleyici bir etki yaratabilirdi.

 

Türkiye’nin Geleceği: Riskler, Umutlar ve Batı ile İlişkiler

 

Büyükelçi, Türkiye’nin önümüzdeki birkaç yılı hem siyasi hem de ekonomik açıdan makul bir şekilde geçireceğine inanıyordu. Ülkede, Evren öncülüğünde oluşturulmuş bir anayasa ve siyasi kurumlar vardı; bu yapılar, Türkiye’nin 1980 öncesindeki kaotik döneme geri dönmesini engellemek üzere tasarlanmıştı. Ayrıca, kararlı bir Başbakan ve ekonomik geçmişi güçlü bir lider olan Özal görev başındaydı.

 

Batı’daki eleştirmenlerin Türkiye’ye yeniden güven duymaya başladığına dair işaretler vardı. Türkiye’nin Batı kulübüne tam üyelik yolunda ilerlemesi için fırsatlar doğuyordu. Ancak bu iyimserlik, Kıbrıs sorununun kontrol altında tutulmasına ve Özal’ın uyguladığı sert ekonomik politikaların başarıya ulaşmasına bağlıydı.

 

Büyükelçi, bu olumlu tabloya rağmen uyarıda bulunuyordu: Eğer demokrasi veya ekonomi alanında başarısızlık yaşanırsa, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri ciddi şekilde zarar görebilirdi. Türkiye, eleştirilere karşı hassasiyet göstermişti ve güçlü bir milliyetçilik duygusu yüzeyin hemen altında duruyordu. Bu durumda, Türkiye’nin mevcut dış politika yönelimini gözden geçirmesi ve Batı’ya daha az yardımcı bir tutum benimsemesi riski doğabilirdi.

 

1983’ün İç Siyasi Değerlendirmesi ve Demokrasiye Geçişin Zorlukları

 

1983 yılı, iç siyasi açıdan Türkiye için olumlu geçti. Askeri yönetimden sivil yönetime geçiş başarıyla tamamlandı ve seçimle temsil edilen demokrasiye geçiş süreci başlamış oldu. Bu gelişmelerin mimarı Cumhurbaşkanı Evren’di. Evren’in seçim öncesi siyasi süreci sınırlayan aşırı temkinli yaklaşımı eleştirilse de bu tutum anlaşılabilirdi. Evren ve Milli Güvenlik Konseyi’ndeki meslektaşları, 1980 öncesi dönemde yaşanan siyasi kaos ve tıkanıklıklara geri dönülmesini istemiyorlardı.

 

Ancak “aşamalı demokrasi”yi hayata geçirmek kolay değildi ve kimseyi tam anlamıyla tatmin etmeme riski taşıyordu. İngiliz hükümeti, Evren ve Özal’ın yeni rollerini nasıl geliştireceklerini ve aralarındaki ilişkiyi nasıl şekillendireceklerini dikkatle izliyordu. Özellikle Evren ve eski askeri liderlerin “yönetici” konumundan “hakem” konumuna geçişi, yüksek düzeyde özdenetim gerektiriyordu.

 

Özet olarak,

 

Bu belge, 1980–1983 yılları arasında Türkiye'deki askeri yönetimi İngiliz diplomatların gözünden değerlendirmektedir. Belgede, Türkiye'nin iç ve dış politikadaki gelişmeleri, ekonomik reformları, insan hakları durumu ve Batı ile ilişkileri detaylı şekilde ele alınmıştır.

 

12 Eylül 1980 Darbesi ve İlk Etkiler

 

Türkiye’de siyasi tıkanıklık, artan şiddet ve ekonomik kriz nedeniyle ordu yönetime el koydu. Darbe sonrası aşırılık yanlılarına karşı operasyonlar hızla yürütüldü; hukuk ve düzen yeniden tesis edildi. Parlamento feshedildi, Generaller yasama yetkisini üstlendi.

 

Ekonomik Reformlar ve Turgut Özal’ın Rolü

 

Demirel döneminde başlatılan ekonomik reformlar, Özal liderliğinde devam ettirildi. IMF ve OECD ile iş birliği sağlandı; ihracat ve para arzı kontrol altına alınmaya çalışıldı. Ancak dış borçlar ve işsizlik yüksek seviyelerde kaldı; toparlanma süreci yavaş ilerledi.

 

Demokrasiye Geçiş Süreci

 

1981’de Kurucu Meclis kuruldu; 1982’de yeni anayasa halk oylamasıyla kabul edildi. 1983’te yapılan genel seçimlerde Özal’ın Anavatan Partisi iktidara geldi. Seçim sürecindeki kısıtlamalar nedeniyle demokrasi tam anlamıyla tesis edilmemişti.

 

Dış Politika ve Batı ile İlişkiler

 

Türkiye, NATO ve Avrupa ile ilişkilerini sürdürdü; ancak Avrupa Konseyi ile insan hakları nedeniyle gerginlik yaşandı. İngiltere ile ilişkiler olumlu seyretti; savunma alanında iş birlikleri geliştirildi. Kıbrıs’taki “bağımsızlık” ilanı, Yunanistan ve Batı ile ilişkileri olumsuz etkiledi.

 

İslam Dünyası ve Komşu Ülkelerle İlişkiler

 

Türkiye, İran-Irak savaşı ve Afganistan’daki Sovyet işgali gibi bölgesel krizlerde tarafsız kaldı. İslam ülkeleriyle ekonomik ve diplomatik ilişkiler geliştirildi. Güneydoğu sınırlarında güvenlik kaygıları arttı; sınır ötesi operasyonlar yapıldı.

 

İnsan Hakları ve Batı’nın Eleştirileri

 

Siyasi partilerin kapatılması, sendikal hakların askıya alınması ve basın özgürlüğü kısıtlamaları Batı’da tepkiyle karşılandı. Avrupa Konseyi’nde Türkiye’nin üyeliği tartışmaya açıldı; İngiltere yapıcı bir tutum sergiledi.

 

Özal’ın Liderliği ve Gelecek Riskleri

 

Özal, ekonomik reformları hızla uygulamaya koydu; ancak bürokrasi ve muhalefetle karşı karşıya kaldı. Yerel seçimler, siyasi meşruiyet açısından kritik öneme sahipti. Cumhurbaşkanı Evren, dengeleyici bir rol üstlendi; ancak ordu arka planda etkisini sürdürdü.

 

Sonuç

 

İngiliz diplomatlar, Türkiye’nin askeri yönetimden sivil yönetime geçiş sürecini genel olarak olumlu değerlendirmiştir. Ancak demokrasi, insan hakları ve ekonomik istikrar konularında ciddi sınamalar yaşanmıştır. Türkiye’nin Batı ile ilişkileri, özellikle Kıbrıs ve insan hakları gibi hassas konular nedeniyle dalgalı seyretmiştir.

 

İngiliz Milli Arşivi

 

TNA/FCO9/3317/WST014/2, 1980 Türkiye Yıllık Raporu.

TNA/FCO9/3668/WST014/3, 1981 Türkiye Yıllık Raporu.

TNA/FCO9/4279/WST014/1, 1982 Türkiye Yıllık Raporu.

TNA/FCO9/4833/WST014/1, 1983 Türkiye Yıllık Raporu.



Bu yazı 2138 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI