Bir zamanlar bir kelimenin bile yüreğe dokunduğu, bir bakışın saatlerce anlatılabilecek anlamlar taşıdığı bir dünyada yaşıyorduk. İnsanların kalplerindeki hisleri ifade etmek için seçtiği sözcükler o kadar özel ve nadirdi ki, “Sevgilim” demek bile bir bütün hikâyeyi içinde barındırırdı. Ancak şimdi bu özel kelimeler birer şablon gibi oldu. “Aşkım”, “Canım”, “Hayatım” gibi sözcükler, söylenirken derin bir duygudan çok bir alışkanlık ya da günlük bir hitap halini aldı. Kelimelerimizi çoğaltırken, aslında anlamlarını kaybettiğimizi fark edemedik.
Neden Bu Hale Geldik?
Modern dünyanın hızı, dijital iletişimle gelen kolaylıklar ve tüketim toplumunun dayatmaları bu değişimin temelinde yatıyor olabilir. Eskiden bir mektup yazmak, bir fotoğrafa saatlerce bakmak ya da sevgiyi ifade etmek için haftalarca cesaret toplamak gerekiyordu. Şimdi ise bir mesajla binlerce kelimeyi bir anda sarf ediyoruz, ama içlerinde gerçek bir anlam var mı? Bu soruyu kendimize sormuyoruz bile.
Sosyal medyada sevgiyi göstermek, onu yaşamanın önünü almaya başladı. “Herkes görsün, herkes bilsin” kaygısı, samimiyetin ve özel anların önünü kesiyor. Sevgiyi gerçekten hissetmek yerine, dışa vurduğumuz bir gösteri haline getirdik. İçimizde yaşanması gereken şeyler, başkalarının onayına bağlı hale geldi.
Eskiden Bir Resim Yetiyordu
Bir zamanlar bir fotoğrafı sevmek bile bir sevgi ifadesiydi. O resimdeki kişiyle kurulan bağ, hayal gücünün ve kalbin bir eseri olurdu. Resmin ardında hayaller, özlemler ve derin bir bağlantı vardı. Şimdi, fotoğrafları hızla tüketiyor ve geçiyoruz; arkasındaki hikâyeyi düşünmeye zaman bile ayırmıyoruz.
Sevgi ve Aşkı Nasıl Kaybettik?
Sevgi, paylaşıldığında artar derler. Ancak sevgi paylaşımı bir moda ya da gösteri haline geldiğinde, onun özü eksilir. Aşk ise dünya kadar eski bir kavram; çok katmanlı, derin ve anlamlı. Fakat şimdi bu katmanları kazıp özünü anlamaya çaba harcamıyoruz. Aşk, sadece bir sözcükle geçiştirilen, hızlı tüketilen bir şey oldu.
Plastik Hayatlar ve Gerçeklikten Kaçış
İçinde yaşadığımız dünya, plastik hayatların yükseldiği bir sahne haline geldi. Gerçek hislerimizi, gerçek sevgi ve aşkı bir kenara bırakıp, suni mutluluklarla kendimizi avutuyoruz. Plastik bir tebessüm, gerçek bir gülüşün yerine geçtiğinde, insanlar arasındaki bağ da zayıflıyor. Bu durum, duyguların derinliğini yitirmesine, bağlantıların yüzeyselleşmesine neden oluyor. Sevgi, bir tüketim nesnesi değil, yaşanan bir deneyim olmalı.
Çıkış Yolu: Yeniden Derinleşmek
Belki de yeniden sözcüklerimizi sadeleştirmeli, hislerimizi yürekten gelen bir doğrulukla ifade etmeyi öğrenmeliyiz. Birine sevgimizi söylerken, o kelimenin ardında gerçekten ne hissettiğimizi düşünmeliyiz. Kelimeleri arsızca tüketmek yerine, her birini özenle seçmeli ve kullanmalıyız.
Sevgi ve aşk, sadece sözcüklerle anlatılamaz. Onlar, bazen bir bakışta, bazen bir dokunuşta ya da sessiz bir anı paylaşırken ortaya çıkar. Belki de çıkış yolu, sevgiyi hissetmek için teknolojiden uzaklaşıp, kalbimizin sesiyle baş başa kalmaktan geçiyor.
Kelimeler çoğalabilir, ama hislerimizin özü hep aynı kalmalı. Sevgi ve aşk, belki de bu dünyada sahip olduğumuz en değerli hazine. O halde, bu hazinenin anlamını korumak bizim elimizde. Sözcüklerimizi çoğaltarak değil, hislerimizi derinleştirerek yeniden bulabiliriz.