Sanırım bende bir tür "gözlemci" genetiği var. Metroya bindiğim anda, otomatik pilot devreye giriyor ve kendimi etrafımdaki insanları gözlemlerken buluyorum. Sanki bu benim süper gücüm: Metro süper gücü! Yanımda oturanın ayaklarını nasıl yaydığını, karşımdaki kişinin telefonu ekrana nasıl gömüldüğünü veya iki durak boyunca gözleri kapalı uyuyanların tam da duraklarına gelince nasıl uyandığını fark etmeden edemiyorum. Hatta bazen kendime "Sen de biraz olsun uyuklasana!" diye kızsam da, bu gözlem seansları benim için adeta rutinim haline gelmiş durumda.
Bir yere gitmek için metroyu kullanıyorsanız, aslında her gün bir tür canlı komedi dizisinin içine adım atıyorsunuz demektir. Kalabalık, acele, birbirine değen kollar, gömleklere dökülen kahveler ve bitmek bilmeyen bekleyişler… Ama bunlar sadece birer başlangıç. Asıl komedi, metro da otururken ya da ayakta dururken etrafınızı izlemeye başladığınızda başlıyor.
Metroda oturan bir grup erkeğin “ayak ayırma” sanatına dikkat ettiniz mi? Metro koltukları, neredeyse bir taht gibi, onların geniş oturma alanına dönüşür. Ayaklarını genişçe açarak otururlar ve bu da yanlarındaki yolcuların daha fazla yer bulmasını imkânsız hale getirir. Onlar için bu, belki de bir rahatlama biçimidir ama diğer yolcular için ise bir sabır testidir. Yanlarındaki yolcular, adeta bir tetris oyununun parçaları gibi, sıkışıp dururlar. Bir an için bile olsa, tüm bu geniş alanın aslında ne kadar küçük olduğunu fark etmelerini sağlayacak bir mucize beklenir.
Gençlerin hızlıca bir yere yetişmek için yaşlıları ve engellileri görmezden gelmesi, metro sahnesinin en dramatik ama aynı zamanda en komik anlarından biridir. "Durakta ilk ben inmeliyim!" yarışına giren gençler, kapıya en yakın noktayı kapmak için adeta birer atlet gibi koşar. Oysa kapıya yaklaşmak için verdikleri bu mücadele, yer bulamayan yaşlı ya da engelli bir yolcunun acı bakışlarıyla karşılaşabilir. Ama tabii ki, hız her şeydir, değil mi? Bu gençlerin zihinlerinde, bir an önce inip bir sonraki yere ulaşmak dışında bir şey yoktur. Geride kalanlar ise yaşanan bu küçük dramayı izlemekle yetinir.
Ve bir de telefonuna gömülenler var! Hayatın akışını kaçırmamak adına, gözlerini ekrandan bir saniye bile ayırmazlar. Yanlarında biri düşse ya da önemli bir anons yapılsa, fark etmeleri imkânsızdır. Onlar için dünya, telefon ekranının sınırlarından ibarettir. Böyle bir durumda metro anonsu, bir komedi dizisindeki sessiz anlatıcı gibidir; anlattıklarını kimse duymasa da anlatmaya devam eder.
Metroda oturacak yer bulmak başlı başına bir başarıdır, ama bir de bu yeri savunmak gerekiyor. Metro kapıları açılır açılmaz bir koltuk kapabilen şanslı azınlık, hemen ardından bu koltuğu korumak için ufak tefek stratejiler geliştirir. Gözlerini kapatıp uyuma numarası yapmak, yaşlı veya hamile bir yolcuya yer vermek zorunda kalmamak için sıkça başvurulan bir taktiktir. Ancak bu plan, etrafındaki yolcuların bakışlarını fark ettiğinde suya düşebilir ve bu durumda yolcular arasındaki sessiz çatışmalar başlar.
Sonuç olarak, metroda geçirdiğiniz her an, aslında hayatın küçük bir parodisi gibidir. Bu küçük parodi, kimi zaman sinirlerinizi zorlar ama çoğu zaman da sizi güldürür. Çünkü metronun içinde, herkesin bir rolü vardır ve bu roller bir araya geldiğinde ortaya çıkan tablo, günlük hayatın eğlenceli ve bazen de düşündürücü bir yansımasıdır. Her sabah ve her akşam bu küçük komedi dizisinin bir parçası olmaktan başka çaremiz yok, ama belki de bu anlar, günün geri kalanında yüzümüzde bir gülümseme bırakmak için vardır.
Metro yolculuklarının belki de en şaşırtıcı ve komik anlarından biri, o derin uykuda görünen yolcuların tam da inecekleri durağa gelince mucizevi bir şekilde uyanmalarıdır. Metro sallantıları, durak anonsları, hatta yanlarında biri ayakta durup denge kaybederken bile kımıldamayan bu uykucular, sanki içlerine bir alarm sistemi yerleştirilmiş gibi tam zamanında gözlerini açarlar.
Gözleri kapalı, başları öne düşmüş, belki de hafifçe horlayan bu yolcular, metro durağa yaklaşırken aniden canlanır. Metro kapıları açılır açılmaz, sanki az önce derin bir uykudaymış gibi görünen kişi, bir anda toparlanır, çantasını kapar ve sanki hiçbir şey olmamış gibi hızlıca kapıya doğru yönelir. Bunu görmek, adeta doğaüstü bir güçle karşılaşmış gibi hissettirir. Birazdan uykuya geri dönüp dökülüvereceğini düşündüğünüz bu kişi, aslında tam da durması gereken yerde duruyor.
Bu durum, metroda her gün tanık olduğumuz küçük bir mucizedir aslında. Belli ki, bu yolcuların vücutlarına yerleştirilmiş bir "durak algılama sensörü" vardır. Bu sensör, sadece kendi duraklarına geldiğinde devreye girer ve bu uykucular da asla bir durak geçmeyi başaramazlar. Tüm duraklar boyunca huzurlu bir uykunun keyfini çıkarıp, tam da doğru zamanda uyanmak... Belki de hepimizin içten içe hayalini kurduğu bu beceri, metro uykucularının gizli silahıdır.
Sonuçta, metroda tam zamanında uyanma sanatı, belki de sadece deneyimle kazanılan bir yetenektir. Ama bu yetenek, metronun komedi dizisine her gün yeni bir bölüm ekler. "Bir durak geçmem lazım," diyenler ile "Tam yerinde uyanırım" diyenler arasındaki bu sessiz yarışta, kazananlar hep belli gibi görünüyor!
Metroda oturur oturmaz çantasından kitabını çıkarıp okuyanları görmemek neredeyse imkânsız. Hatta bazıları var ki, ayakta bile kitaplarını açıp, sayfaları çevirmeye başlıyorlar. Metro, kütüphane sessizliğinden çok uzakta olsa da, bu kişiler adeta "Bakın, ben ne kadar entelim!" dercesine kendilerini kitaba kaptırıyorlar. Ama bir yandan da düşünmeden edemiyorum: Gerçekten mi, yoksa sadece entelektüel bir görünüm kazanmaya çalışıyorlar?
Metro tıklım tıklım, insanlar neredeyse birbirlerinin nefesini duyacak kadar yakın, anonslar arka arkaya gelirken bu kadar dikkatli bir şekilde okuma yapabilmek gerçekten de takdire şayan(!). Ama açıkçası, ben pek samimi bulmuyorum. Kitap okumak, bence, daha sakin bir ortam gerektirir; belki bir kafe köşesi, belki bir parkın serinliği... Ama metro? Ayakta, bir yandan dengesini korumaya çalışırken, bir yandan da kitap okumak? Pek inandırıcı değil. Sanki bu arkadaşlar, metronun en okuryazar yolcuları olduklarını dünyaya göstermek için özel bir çaba sarf ediyorlar gibi.
Tabii, belki de benim gözlemci ruhum devreye giriyor ve bu sahneleri biraz fazla ciddiye alıyorum. Kim bilir, belki gerçekten metronun o karmaşasında bile kendilerini kitaba kaptıran insanlar vardır. Ama ben, en azından bir süre daha, metrodaki kitap sevdalılarını, hafif bir tebessümle izlemeye devam edeceğim.