Dünyanın yüksek gelire ve refah düzeyine sahip ve en mutlu ülkeler sıralamasında, ilk üç sırayı İskandinav ülkeleri oluşturuyor.
Birleşmiş Milletler 2020 Yılı Dünya Mutluluk Raporuna göre, dünyanın en mutlu ülkesi yine Finlandiya oldu. Finlandiya ilk sıradaki yerini sağlamlaştırdı. İkinci sırada Danimarka yer alıyor. İlk 10’daki diğer ülkeler ise İsviçre, İzlanda, Norveç, Hollanda, İsveç, Yeni Zelanda’nın yanı sıra, ilk 10’da ilk kez yer alan Avusturya ve Lüksemburg olarak sıralandı.
Türkiye, geçen yılın raporunda 79’uncu sıradayken, bu yıl 14 sıra gerileyerek 156 ülke arasında 93’üncü oldu.
BM’nin mutluluk raporunun sonunda yer alan ülkeler ise çatışmalar ve aşırı yoksulluğun hakim olduğu ülkeler oldu. Afganistan, Zimbabve ve Güney Sudan en mutsuz ülke durumundalar.
Peki, dört mevsimin güzelliklerini yaşayan bizler, neden mutlu değiliz?
Peki, nasıl oluyor da İskandinav ülkeleri dondurucu soğukların yaşandığı, nerdeyse güneşin yüzünü elli gün gösterdiği ülkede insanlar mutlu oluyor? Kış şartlarının ne kadar zor olduğunu hepimiz biliriz. Soğuk ülkede mutlu olmak, sıcak bir yere göre daha zordur.
Bir yılda hızla 14 sıra gerileyerek 156 ülke arasında 93’üncü olduğumuza göre, demek ki güneş, deniz, kum, gökdelenler, AVM’ler, mutlu olmamız için yeterli olmuyor.
İskandinav ülkelerinde, mutluluğun formülünün bulunması hikâyesi 17. Yüz yıla dayanır.
17. ve 18. Yüzyıllarda İsveç Krallığında, kıtlık yaşanır. İsveç Krallığı fakir, zengin, orta hali gözetmeksizin herkesin elinde ne varsa ortak bir havuzda toplanmasına karar verir. Kıtlık dönemi süresince halk, statü fark etmeksizin, ülkenin imkânlarından eşit ve adil biçimde yararlanır. Bu yaşam biçimi kıtlıktan kurtulduktan sonra kanun olmaktan çıkmış, bir yaşam biçimi olmuş ve toplum kuralına dönüşmüştür. Bu yaşam tarzının adı: LAGOM
LAGOM: manası ise, “Ne az, ne çok, tam ayarında” anlamına geliyor. Bizim tabirimizle “tam kararında” demek oluyor. Yani, İsveç’te hala aşırı gösterişli bir hayat yaşamak; sahip olduğu maddi imkânları göze sokmak, yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmemek ve sosyal sorumluluktan kaçmak ayıp kabul edilir. Ayrıca yardımı hissettirmek, son derece ayıp sayılıyor.
Peki, bunu nasıl başarıyorlar?
Son derece mütevazı yaşayıp, gösterişten uzak bir yaşam sürüyorlar. Burada bizim gibi aşırı zenginler pek bulunmaz. Ama insanların maddi ve sağlık giderleri devlet tarafından güvence altındadır. Halkın geneli, orta sınıftır. Çalışanların ve emekli olanların, maaşları dolgundur. Kadın erkek ayrımı gözetmezler. Çocuğa bakmak için “doğum iznini” erkekte alabilir.
Bizdeki gibi statü ve para, orada işe yaramıyor. Herkes eşit sağlık hizmeti alıyor.
Hani bizlerin çok soğuk bulduğumuz halk, hafta sonu orman içinde bulunan küçük evlerin, bahçelerinde komşularıyla piknik yapıp, eğleniyorlar.
Toplumlarında hiyerarşi oluşmuyor. Herhangi bir gün ve saatte, başbakanın bir kafede çay ve kahve sohbeti yapması normal sayılıyor. Kimse başbakan olduğu veya statü sahibi olduğu için özel muamele görmediği gibi, bizler gibi dalkavukluk yapmak için sırada kimse beklemiyor. Çünkü onlar da halk gibi sıradan ve mütevazı bir hayat yaşıyorlar.
Günümüzde İskandinav ülkelerinde insanların özgürlüğü ve eşitliği koruma altındadır. Halk sınıflara ayrılmamıştır. Marka ürünler, pahalı telefonlar, çok azdır. Evlerin boyutları genel olarak ufaktır. Lüks araçları pek göremezsiniz, çoğunluk küçük araç kullanır. Genelde toplu taşıma, bisiklet veya yürümeyi tercih ederler.
Üstelikte bana göre, bu ülkelerin kadını çok güzel, erkeği ise çok yakışıklıdır. Hani bir atasözümüz var.” Yüzü güzel olanın huyu güzel olur” diye, bu atasözümüz sanırım, bu ırklar için söylenmiş gibi…
Çocuklarına, “sen erkek, sen kızsın “ diye ayrım yapmazlar. Buda çocukların ruh sağlığını olumlu etkiler. Kadın ve erkek eşittir.
Peki, bizim ülkemizde bu sistem kurulabilir mi? Hayal değil mi?
İskandinav ülkelerinde insanlar, işsiz kaldığında mutsuz olmazlar. Çünkü devletten rahat geçinebileceği maaş ve sağlık güvencesine sahiptir.
Bizde güçlü olanın her şeyi elde ettiği, lüks araçlar, villalar ve yatlara sahip olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Hayatını güvenceye almak için kat üstüne kat alanların sayısı da ülkemizde azımsanmayacak sayıdadır. Parası olmayan insanın, yeterince sağlık ve eğitim sisteminden faydalanmadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Yasaların uygulanmadığı, hayatın çok pahalı olması, orta direğin yok edilmesi nedeniyle “zengin - fakir “sınıflarının oluştuğu bir ülkede yaşıyoruz. Değerler ve kültürden yoksun insanlar topluluğu olmaya başladık. Bireyselleştik, daha doğrusu bizi bireyselleştirildik. Üniversite mezunlarının sayısı artıyor ama cehaletimiz baki kalıyor.
Osmanlı, dalkavukları kayıt altına almış. Üstelik onları bir de paraya bağlamış. Bu devirde kimse ben “ dalkavuğum “ demiyor. Dalkavukların ücreti belli değil, ama getirisi çok yüksek, ülkede yaşıyoruz.
İnsanları yaptıkları iş ile özdeşleştirdik, karakterini mesleğinden tayin ettik. Bakışlarımız statülere takılı kaldı. İçindeki insanı tanımak, hangi insani duygularını barındığını veya barındırmadığı bilmek gibi derdimiz yok.
‘Titr’ dedikleri sıfattan şahsiyet kazandık, kazandırdık ve kazandırmaya devam ediyoruz. İnsani değerlerin önemi kalmadığı günümüz dünyasında para, makam, şöhret ile itibar görerek etrafımızı saran kişileri önemsemeye başladık. Bu nedenle de, basamakları sıçramak için insanları acımasızca kullanır olduk.
Biz, mütevazı olmaktan o kadar uzaklaştık ki, bizde mütevazılık değer olmaktan çıktı.
Protokol devletin en üst kademesinde yer almasına rağmen, her gittiğiniz yerde protokolle karşı karşıya kalıyoruz. Bu saçma davranış biçimiyle, kişilerin, kendini diğerlerinden farklı kılması, mütevazılık” midir?
Mütevazı olmak, ruhen olgunlaşmak demektir. İskandinav ülkeleri, mütevazı yaşamı, yaşam biçimi haline getirmişler ama haksızlığa uğradıklarında haklarını savunmak için hiç tereddüt etmemektedirler.
Bizim ülkemizde, bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsak, saygı görmüyoruz. Tam tersi mütevazı olmazsak saygı görüyoruz. Peki, sizce neden? Artık bir durup düşünmemiz gerekmiyor mu?