Koskoca kâinatın içinde kum tepesi olan dünya sahilinde kum tanecikleri olarak, her birimiz ayrı ayrı gemilerde yol alıyoruz. Hepimiz aynı denizde yol alıyoruz. Bulunduğumuz geminin çarkları dönüyor. Dümen başındaki, düğmeye basar ve arasındaki düzenekler çarkın dönmesini sağlar.
Biz bu düzeneklere “ideoloji “ olduğunu düşünürsek, bu çarkları çalıştıran ve yön veren dümenin başında ki kişinin ideolojisini fark ederiz. Bunu fark ettiğimiz ve algıladığımız zaman farklı bir boyut gözlerimizin önüne seriliyor.
İdeoloji sadece siyaset değildir. İdeolojiyi en iyi anlatan Althusser'e göre ideoloji her yerdedir. İdeoloji insanın maddi pratiği olması nedeniyle her şeyi, herkesi kaplamaktadır. Maddeyle var olmuştur, maddenin ayrılmazı haline gelmiştir. Bir değişle bu günkü dünyamızın gerçeğidir.
Bu dünyada doğru ve yanlışı birileri bize öğretmiş; nasıl mı?
Farkında olmadan hayatımızı yönlendirebilen bir de bilinçaltımız var. Televizyon dizileri, haberler, açık oturumlar, çok fazla konuşan siyasilerin yalan veya doğru bildiği açıklamaları, günlük hayattan edindiğimiz doğrular veya yanlışlar, aile, okul, kültür, yaşadığımız çevreden edindiğimiz alışkanlıklardan kendimizi yapılandırıyoruz.
Peki, kendimizi yapılandırdığımızı söyleyebiliyorsak, bunu çözümleyeceğimizi de bilmemiz gerekiyor mu?
Bizim üzerinde durmamız gereken çok büyük sıkıntılarımız var. Prof. Dr. Haluk Gürgen, iletişimin önündeki en büyük engelin farklılıklar değil, ötekileştirme olduğunu vurguluyor.
En büyük problemimiz, karşıdaki kişiyi ötekileştirmektir. Kişiler arasında olduğu kadar; farklı sosyal gruplar, toplumlar ve kültürler arasında aşılması imkansız duvarların örülmesine neden olan ve düşmanlığa davetiye çıkaran bu sözcük (ötekileştirme) maalesef ki, zihinlerimize kazındı.
Öncelikli karşıdaki kişiyi ötekileştirmeyeceğiz. Irkından, dininden, cinsiyetinden dolayı ötekileştirmek. Fiziki görünüş nedeniyle, güzel veya çirkin diye ötekileştirmek. Yaşı sizden büyük veya küçük olması nedeniyle ötekileştirmek. Tuttuğu takım ve parti nedeniyle ötekileştirmek. Hiyerarşideki konumundan dolayı ötekileştirmek gibi konuları aşamadığımız sürece sağlıklı bir iletişim kuramayız.
Kısaca araştırmalara bakarsak ‘ötekileştirme’ Türkiye’de yüzde 70 oranındadır. Bilgi Üniversitesi yapılan araştırmaya göre çoğunluk, LGBT bireyler ile komşu olmak istemiyor. Kürt, Yahudi, Ermeni ile komşu olmak istemeyenlerin oranı bu yüzdeye yakın durumdadır. Gündelik hayatımıza baktığımızda da, ötekileştirmenin izlerini artık hemen yerde görebiliyoruz. Acımasızca eleştirmeyi, hakaret etmeyi, yargılamayı, karalamayı, bizden olmayanı tehdit veya düşman saymayı başladık.
Ben” ve “öteki” ya da “diğerleri” sorunu, düşünce tarihinin önemli problemlerinden birisi olsa da modern dönemlerle artık hepimiz farklı pencereden bakıp, yapılandırdığımız her şeyi yeniden sorgulamalıyız.
Farkında mısınız? İletişimsizlik en büyük sorunumuz oldu. İletişim toplumlarında iletişimsizlik hastalığına yakalandık.
Kimse kimseyi anlamıyor veya anlamak istemiyor. Üstelik iletişim araçlarının en gelişmiş çağında yaşıyoruz. Peki, bu kadar donanımıza rağmen neden sağlıklı iletişim kuramıyoruz?
Üstünde durmamız gereken konu hepimiz bireyiz. Sen, ben, diğerleri de bireydir. Herkes tek tek biriciktir. Farklılıkları devamlı çoğaltma yerine, anlaşma zemini oluşturma çalışmamız gerekir.
Biriyle iletişim kurarken kafamızda oluşturduğumuz, fikir ve bilgilere göre söylediği uygunsa “bu benden “ değilse hemen saldırmaya başlıyoruz veya itiraz ediyoruz.
Ya doğruysa bir dur ve dinle! Ya yanlış biliyorsan, olamaz mı? İşte bunu anlamaya başladığınız an iletişim kurmaya başlarız. İletişim kurarken aynı fikirde olmak zorunda değiliz. Dinlediniz, düşündünüz ama aynı fikirde değilsiniz. O zaman özellikle toplum içindeyseniz “ katılmıyorum “ sözcüğünü kullanmak yerine” belki bazı konularda haklı olabilirsiniz ama ben bu konuda söyle düşünüyorum” diyerek, karşıya fikrinizi açıklayabilirsiniz. Her konuda anlaşma zorunluğumuz olamaz. Burada doğru olan birbirimizi dinlemek ve anlamaya çalışmaktır. Neden” hayır” dediğinizi düşünerek, düşüncemizi sorgulamamızdır.
Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, gördüğünüz gibi bir salgından dolayı birbirimizden koptuk. Birbirimizden korkar olduk. Kimsenin yüzüne bakmadan evimize koşuyoruz. Birde iletişim zorluğu yaşıyorsanız, zaman içinde yalnızlaşma başlıyoruz.
Bu gemide dümenimizin başına kendimiz geçmemiz gerekiyor. Okuduğumuz, aldığımız bilginin gerçekliğini sorgulamamız gerekiyor. Beynimiz hiç fark etmeden yıkanabiliyor. Bir ay bir şeye inanırken öbür ay başka bir şeye inanabiliyoruz. Burada kritik ve analitik düşünmeyi öğrenmek çok çok önemlidir.
Buna başkaldırarak birbirimizle iletişimimizin sağlam tutmamız gerekir. Çünkü yarınlar birbirimizle beraber olmaktan geliyor. Birbirimizi anlayarak çoğalmamız gerekiyor.
İyi veya kötü bindiğimiz geminin dümeninde biz var mıyız, yoksa yok muyuz? Var olmak için kendimiz, önce kendi gemimizin dümenini elimize almamız gerekiyor. İletişim içinde olmak zorundayız.
İnsan özünde her yerde kendini ifade edecek, iyi ilişkiler kurabilecek bir yapıya sahiptir. Birbirimizle sohbet etmek istiyorsak veya anlamak istiyorsak, siyaset yapmak istiyorsak, işimizi geliştirmek istiyorsak, birilerine bir şey satmak istiyorsak, iletişimizi iyi kullanmak zorundayız. Öyle değil mi?
Bingaman dediği gibi, en büyük iletişim problemimiz: Anlamak için dinlemiyoruz. Cevap vermek için dinliyoruz.