Bugun...


Özden İlhan

facebook-paylas
Konfor Alanı İnsanları Kısıtlıyor
Tarih: 10-06-2020 21:31:00 Güncelleme: 10-06-2020 21:31:00


 

Biz insanlar, yaşamak ve hayatı sevmek için her zaman geçerli bir sebep buluruz. Çünkü psikolojik yapımıza hapsolmuş durumdayız.  Düşüncelerimiz ve duygularımız, yaşamamızın en önemli nedeni haline geliyor, değil mi? Kendimizi güvende hissedeceğimiz alan ve bireysel kimlik istiyoruz.

Hep özgür olmak isteyip, düşücülerimizin esiri oluyoruz. Aslında özgür olmayı bu kadar aklımıza takmamamız gerekir. Bizi, hangi korkularımızın buna yönlendirdiğine bakmanız gerekiyor.

Biz insanlar, kendimize konfor alanı yaratıyoruz. Bu konfor alanımıza kendimiz için koza örüyoruz. Bu alanımıza her tehdit bizi tedirgin ediyor. Konfor alanı kişinin kendi beyninde oluşturduğu sınırlardır. Bu sınırlar ‘’temelsiz’’ bir güvenlik (güvende olma) hissi doğurur. Daha fazla risk ve sorumluluk almadan, sürekli güvence arayışı içindeyiz.

Hayatının belli bir döneminde kendine bir konfor alanı oluşturmuş kişi, bu alanın içinde kalmaya çalışıp, dışarıya çıkmayacaktır. Kişinin konfor alanından çıkabilmesi için, yeni ve farklı davranışları denemesi ve öğrenmesi gerekmektedir. İnsanlar, konfor alanı içinde bulunan her şeye ve olan bitene hâkim olduğu duygusunu yaşar ve bu kontrol duygusu insanlara özgüven verir.

Konfor Alanı, aslında kulağımıza hoş geliyor. Çok masum gibi görünse de, bir o kadar da bizler için tehlike arz ediyor. İş ve ev hayatında  kişiye acı veren, onu mutsuz eden ortamdan, kişinin maddi veya manevi sıkıntıları nedeniyle, bu ortamı terk edebilmesi zorlaşır. Ortamını terk ettiği zaman kendine risk oluşacağını hisseder ve bunu göze alamazlar.  Ruhsal ve bedenen şiddet görseler bile o kozanın içinde kendilerini hapis ederler.

Değişim sonucunda kişinin hayatındaki mutsuzluk azalacaktır! O zaman neden değişmek istemez, insan? Neden bulunduğu ortamı terk etmek daha zor gelir?

Bu mutsuz ortamdan çıkmak için hayaller kurmaya başlarız. Bu ortamdan, döngünden kurtulmak için mucize bekleriz; bir gün mutlu olacağı bir işe sahip olmayı, yaşamını güzelleştirecek insanlarla karşılaşmayı ve mutluluktan ayağımızı yerden kesecek aşkı, yaşadığımız ülkemize bir kurtarıcı geleceğini vs. bekler dururuz.  Hayatına sihirli bir değneğin değmesini bekleyerek, yıllar geçer ve yaşam sona erer.

Düşüncelerimiz okyanusun dalgaları gibidir. Günde 50.000 yakın düşünce, olumlu, olumsuz, saçma sapan birçok düşünce aklımızdan gelir geçer. Engel olmamız zordur. Zaten ne kadar istesek te susturmamız o kadar zorlaşır.  Çoğu insan düşüncelerini o kadar ciddiye alır ki, düşüncelerini reddedilemez bulurlar. Bazen sanki gerçekmiş gibi inanır ve karşısındaki insana bunu ifade ederler.  

Düşünceler, sadece düşüncedir.  Aklınızdan geçen her düşünceyi inanmadan izlememeniz gerekiyor. Düşünme sürecinden olumsuz düşüncelerimizin çoğunu sabır göstererek, genelde ifade etmeyiz. İfade etmediğimiz hiçbir düşüncemizden sorumlu değiliz. Şu andaki düşüncemizin ne olduğunu, bir sonraki düşüneceğimizin ne olacağını veya istem dışı bu düşüncenin nereden geleceğini bilemeyiz.

Bizi engelleyen duvarları kendimiz örüyoruz. Bilmemiz gereken tek şey, bu düşüncelerimizi bilmemiz ve bu düşünceyi aklımızdan sökmemizin gerektiğidir. Düşüncelimize esaretimizi anlamamız gerekiyor.  Bizi, ne engelliyor,  ne durduruyor;  korkumuz mu?  Bağımlılığımız mı? Kendimize olan güvensizlik mi? Konfor alanımız mı? Maddi bağımlılığınız mı? İnanç mı? Tek ihtiyacımız olan sadece bu mudur?

Deneyimlerimizi, düşüncelerimizi sosyal medya da aktarıyoruz.  Hepimiz bir şeyler anlatıyoruz. Hiçbirimiz, birbirimizi dinlemiyoruz. Kendi konfor alanımızda süperiz. Çünkü sorumluluk yok, risk yok. Güzel anılar biriktirmeye, birisini anlamaya, neye kızdığını veya ne istediğini anlamaya ihtiyacımız yok. Kendi duygularımızı bu “kanalizasyona” akıtmamız yetiyor.

Konfor alanımızdan çıkıp, kişilerin ne istediğini, ne istemediğini neye kızdığını, tek bir kelimesinden veya bakışından anlayacak kadar iyi tanımaya da ihtiyacımız olduğu gibi, bizim de anlaşılmaya ihtiyacımız var! Ama bir türlü konfor alanımızı terk edemiyoruz.

Hayatımızdan mutlu değilsek, kıstırılmış gibi yaşamak yerine değişimi göze almak gerekir. Değişim çoğu insan için zordur. Çünkü insanın yaşadığı mutsuzluk, belirsizliğin risklerinden daha güvenli geliyor, öyle değil mi? Ya daha kötü olursa? Nasıl olsa konfor alanınızda mutsuzluğunuz için başkalarını suçlayarak, öfke duyarak,  geçmişi olanları hatırlayarak zaman geçiriyoruz.

Böylece insanlar yalnızlaşıyor. Yalnızlık konfor alanları oluyor.  Tıpkı çocukken annemizin eteğine sıkı sıkı tutmamız gibi, yalnızlığa tutunuyoruz. Bu gidişata bakılırsa birçok insan bu şekilde ölüp gidecek ve yalnızlığı, bencilliği, düşüncelerimize esir olmayı, konfor alanımıza daha da sarılmayı, gelecek nesillerimize miras bırakacağız.

Unutulmamalıdır ki; sıkıntılı, stresli, mutsuz, geçmişin acılarıyla sürdürülmeye çalışan bir yaşamdan, geleceğin yaratacağı olası problemleriyle baş etmeye çalışarak, değişimi göze almak, konfor alanınızda mutsuz yaşamaktan daha iyidir.

Eğer kişi kendisine değer veriyorsa değişimin zorluğunun üstesinden gelerek, mutluluğun yolunu kendine açmaya çalışacaktır.

Heraklitos'un da dediği gibi; “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”  Hayat yaşamaktan ibarettir.  Değişim yaşamın kuralıdır; yaşayan herkes değişime hazırlıklı olmalıdır…



Bu yazı 4150 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI