Klasik Yunanların özümsediği Babil matematiği ve astronomisinin, bir bölümü Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya'nın Helenleşmiş insanları aracılığıyla; bir bölümü de Hintliler aracılığıyla İslam’a (Not 5) aktarıldı.
Eski Yunancadan Arapçaya ilk çevirilerin çoğunu, Güneydoğu Anadolu, Suriye, Mezopotamya ve İran'da yaşayan Süryanice konuşan Hıristiyanlar yapıyordu. Bunlar, özellikle Edessa (Urfa) ve Nisibis (Nusaybin)'deki Nasturilerin manastırları ve okulları aracılığıyla seküler Yunan öğrenimini özümsemişlerdi.
Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Justinian 529'da paganların ders vermesini yasaklayan bir ferman çıkardığında klasik geçmişle son doğrudan bağı da kopardı. Sonuç olarak, Atina'daki eski Platonik Akademisi kapatılıp öğretmenleri sürgün edildi. Sürgüne gidenler arasında Miletli İsidoros da vardı. Daha sonra dönmesine izin verilince Justinian, onu Tralles'li Anthemius ile birlikte Ayasofya kilisesini tasarlamak ve inşa etmekle görevlendirmişti.
Miletli Isidorus, antik çağın son fizikçisiydi, onun zamanında antik Greko-Romen dünyası ortadan kalkmış, yerini Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu'nun temsil ettiği yeni düzen almıştı. Doğu Roma, çok geçmeden hem Batı'dan hem de Doğu'dan gelen işgalcilerle uzun savaşımına başlayacaktı. Ortaçağ başlamıştı, klasik geçmişi anımsayabilen çok az kişi dışında Yunan felsefesi ve bilimi sona ermiş, Atina'nın ünlü okulları kapatılmış, İskenderiye Müzesi ve Kütüphanesi yıkılmıştı. Milet'teki ilk fizikçilerin bin yılı aşkın bir süre önce kanatlandırdıkları fikirleri sürdürmek için son filozoflar ve bilginleri, ardılları olmadan bu dünyadan ayrılıyorlardı.
Çeviri hareketi aslında Emeviler döneminde, bazı Yunan tıbbi eserlerini, Yahudilerin yanı sıra çoğunlukla Hıristiyanlar Süryaniceden Arapçaya çevirmeleriyle başlamıştı. Emevilerin yerine Abbasileri geçiren 750 yılındaki devrimde Türkler ve Farslardan oluşan Horasan halkı, Abbasilere ordusunu, komutanlarını ve aydınlarından birçoğunu sağlamıştı. Böylece bilim ve felsefe Bağdat'a, Batı'dan Atina, İskenderiye ve Konstantinopolis yoluyla; Doğu'dan Horasan’dan ve Hindistan'a uzanan birçok yoldan gelmişti.
İlk Abbasiler döneminde Bağdat'taki çeviri programı, başlangıçta temelde bir kütüphane gibi görünen ünlü Beytü'l-Hikme (Hikmet Evi) merkezliydi. Pehlevi el yazmalarının bir bölümü Arapçaya çevrildi. Dimitri Gutas’a göre, Hikmet Evi’nin birincil işlevi, Sasani tarihi ve kültürünü Farsçadan Arapçaya çevirmekti.
Talas Savaşı (751) sonucunda tutsak alınan Çinliler arasında kağıt üretimini bilen ustalar da vardı. Bunlar aracılığıyla Bağdat’ta başlayan kağıt üretimiyle el yazmaları bollaştı, kitaplar yaygınlaştı, kitapçılık mesleği gelişti. Felsefe, bilim, tarih, edebiyat ve tüm bilim dallarındaki eserler, okuma yazma bilen herkesin kullanımına açıldı. Böylece Bağda, tüccarlar, zanaatkarlar, öğrenciler ve akademisyenler için bir çekim merkezi oldu. Bağdat Aydınlanması böyle başladı
Abbasiler hanedanının iktidara gelmesi ve Bağdat'ın kurulmasıyla (762), iki yüzyıldan uzun süren bir Yunanca-Arapça çeviri hareketi başlatıldı. Onuncu yüzyılın sonuna gelindiğinde, astroloji, simya, fizik, matematik, tıp ve felsefe gibi çeşitli konular da içinde olmak üzere geç antik çağda var olan neredeyse tüm bilimsel ve felsefi laik Yunan eserleri Arapçaya çevrilmişti.
Çevirilerin başlatılması üzerine kuramlarından birincisi, çeviri hareketinin, Yunanca (özel eğitimlerinden dolayı) ve Arapçayı (tarihsel koşullarından dolayı) akıcı bir şekilde bilen Süryanice konuşan birkaç Hristiyan'ın bilimsel çabasının sonucu olduğunu savunur. İkincisi, bunu birkaç ‘aydınlanmış hükümdarın’ bilgeliğine ve açık fikirliliğine bağlar. D. Gutas’a göre bu yaklaşım, Avrupa aydınlanma ideolojisinin geriye dönük bir izdüşümünde tasarlanmıştı. Bunlar doğru olmakla birlikte, çeviri hareketine verilen destek, dinsel, mezhepsel, etnik, kabilesel ve dilsel ayrımları aşar. D. Gutaş, Bağdat'ın bu çeviri hareketi, hangi standartta olursa olsun, insanlık tarihi boyunca gerçekten çığır açıcı bir aşama oluşturduğunu; Perikles'in Atina'sı, İtalyan Rönesansı ya da 16. ve 17. yüzyılın bilimsel devrimi ile aynı önemde ve aynı anlatıda olduğunu savunuyor.
Bugünkü Özbekistan ve Türkmenistan'da birbirlerinden 400 km uzaklıkta yaşayan iki genç 999 yılında mektupla bir yazışmaya girmişti. İkisinden daha yaşlı olanı -yirmi sekiz yaşındaydı- on sekiz yaşındaki tanıdığına bilim ve felsefeyle ilgili çeşitli konularda bir soru listesi gönderdiğinde fikir alışverişi başlamıştı.
Yıldızların arasında başka güneş sistemleri var mı, yoksa evrende yalnız mıyız diye soruyorlardı? Altı yüz yıl sonra, Giordano Bruno (1548-1600) dünyaların çoğulluğunu savunduğu için kazığa bağlanarak yakılmıştı, ancak bu iki adama göre yalnız olmadığımız açıktı. Ayrıca dünyanın bir bütün olarak mı yaratıldığını, yoksa zaman içinde evrimleşip gelişip gelişmediğini de soruyordular. Burada Yaratılış kavramını kabul ediyorlardı, ancak dünyanın o zamandan beri derin değişikliklere uğradığı konusunda kesinlikle aynı düşüncedeydiler. Temelde her ikisi de evrimsel jeolojiyi, dahası Darwinizm'in kilit noktalarını sekiz yüzyıl öncesinden tahmin ediyorlardı.
Yirmi sekiz yaşındaki Biruni (973-1048), Aral Denizi yakınlarında doğmuştu, coğrafya, matematik, trigonometri, karşılaştırmalı din, astronomi, fizik, jeoloji, psikoloji, mineraloji ve farmakoloji alanlarında fark yaratmıştı. Onun genç muhatabı İbn Sina (980–1037), dönemin büyük öğrenim merkezi olan görkemli Buhara kentinde büyümüştü. Tıp, felsefe, fizik, kimya, astronomi, teoloji, klinik farmakoloji, fizyoloji, etik ve müzik kuramına alanlarında iz bırakacaktı. Onun yetkin Tıp Yasası Latinceye çevrildiğinde, Batı'da modern tıbbın başlamasını tetikledi, tıbbın İncil'i haline gelmişti. Bugün birçok kişi her ikisini de antik çağ ile Rönesans arasındaki en büyük bilimsel beyinler olarak görüyor.
İbn Sina’nın, Biruni'nin savlarını başka yerlerdeki yetkililerle aynı fikirde olup olmadıklarını görmek için kontrol edeceğini bildirmesi, her biri kendi uzmanlık alanı olan ayrı bilgi alanlarının varlığının çığır açıcı bir kabulüydü, bir filozof ve tıp uzmanı olarak onun her alanda yargıda bulunmaya yetkili olmadığının kabulüydü. Ayrıca, bugün akran değerlendirmesi dediğimiz şeyi talep etmesi büyük, yetkin ve birbirine bağlı bilginleri ve düşünürler topluluğunun varlığının açık bir göstergesiydi. Hem Biruni hem de İbn Sina aslında bilimsel keşfin özüyle uğraşıyordu.
S. F. Tarr’a göre, bu gerçekten bir aydınlanma çağıydı, Orta Asya'nın dünyanın entelektüel merkezi olduğu birkaç yüzyıllık kültürel çiçeklenme dönemiydi. Bu büyük entelektüel etkinliğin başlangıcı ve bitişi 750 ve 1150 olarak saptanır.
Bu kültürel çiçeklenmenin coğrafyasına Arap dini ve politik tarihinin merceğinden bakanlar, bölgeyi bir ‘İslami Doğu’ olarak görürler. Sovyet yönetimi boyunca, bu bölge yalnızca Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı, kapsayan bir Orta Asya olarak düşünülür. Çoğu gözlemci, Asya'nın kalbinde çok daha geniş bir kültürel bölgenin varlığını fark etti; bölge, beş yeni devletin yanında çok daha geniş alanı kapsıyordu. Afganistan, bu daha geniş kültürel bölgenin merkezi bir bileşeni olarak görülüyordu. Çin'in Sincan eyaleti de böyleydi. Antik Horasan bölgesi (Doğan Güneşin Ülkesi), Orta Asya'nın bu kültürel alanının bir parçasıydı.
Bu dönem gerçekten ansiklopedik bilgi yığınları biriktiren, daha sonra birçok farklı alana orijinal katkılarda bulunan polimat denilen bireysel düşünürlerin çağıydı. Daha sonraki ve daha uzmanlaşmış bir çağın ürünü olan ayrık disiplinler kavramı onların yabancısıydı. Gerçekten de Orta Asya'nın Aydınlanma Çağı, Fransız Diderot'nun ünlü Ansiklopedisini yayınladığı, İsveçli Linnaeus'un tüm bitkileri düzenli kategoriler halinde düzenlediği 18. yüzyıl Avrupa Aydınlanmasını önceden haber veriyordu.
Yaşamın en önemli sorularına yanıt arayan ve bu yanıtı bulmak için gerekli bütün araçlarının bulunduğunu düşünen bu entelektüellerin, böylesine cesur çıkışlarına, onlardan üç kuşak sonra gelen Gazali karşı çıkacak, İbn Sina’yı sapkınlıkla suçlayacaktır. Orta Asya aydınlanmasının niçin kaybolduğunun tek bir nedeni yoksa da hiç kuşkusuz bu dar bakış açısı da önemli nedenlerden biridir.
İslam öncesi dönemde Yunan, Süryani, Hint ve Çin metinlerini eski Farsçaya çevireler ağırlıklı olarak Orta Asyalılardır. Daha sonra Yunanca eserler Arapçaya çevrilmeye başlandığında bu süreçte de aktif rol oynarlar.
İslam öncesi Orta Asyalıların en önemli özelliklerinden biri, sorgulayıcı bir zihne sahip olmalarıdır.
Abbasilerin iktidara gelmesi sonrasında Yunan uygarlığının Roma’ya egemen olması gibi Orta Asya uygarlığı da Bağdat’a egemen oldu. Orta Asya kökenli ve Budizm’den İslam’a dönme Bermekiler felsefe, tıp, matematik, astronomi ve insan bilimleri gibi alanlarda önderliği üstlendiler. Çoğunlukla Fars ve Türk asıllı Orta Asyalı bilim ve düşünce insanlarını desteklediler. Yunancadan Arapçaya çevirinin asıl destekçileri de Bermekilerdi. Kağıt üretimi yapıp kitap ticaretini geliştirenler de onlardı.
Bağdat’ta entelektüel etkinliklere olan desteğin kesilmesi bu etkinliklerin Orta Asya’ya kaymasına neden olmuştur. Horasan daha Ortodoks ve gelenekçi bilginler yetiştirdiği gibi kuşkucu ve serbest fikirli insanlar da yetiştirmiştir. Buhara politik ve entelektüel merkez olarak öne çıkmıştı.
Aydınlanma üzerine yazan Onur Bilge Kula, Aydınlanmanın çocukluk ve gençlik çağını Doğu’da geliştirildiğinin ve Batı’da olgunlaştığının bir yansıması olarak ortaya koyuyor.
Yukarıda 12. yüzyıldan sonra düşünce üretme alanında Avrupa üstünlüğünün başladığını belirtmiştik. Şimdi çağdaş aydınlanmanın odağı Avrupa’daki gelişmelere çok olarak değinmek istiyorum.
Avrupa’nın 10.-12. yüzyıllarda Doğu uygarlıklarıyla temasları sonucu Suriye’den, Anadolu’dan Arapça ve Yunanca el yazmaları gelir; İspanya’da (özellikle Toledo), İtalya’da (Piza, Roma), Sicilya’da Latinliğin ileri-karakolu olan ve kitaplığı 11. yüzyıl ortalarında yeniden kurulmuş olan Mont Cassin Manastırında çeviriciler, bu eserleri Latince bilen rahiplerin yararlanmasına sunarlar. Böylece Avrupa Aydınlanmasına giden yolun taşları döşenmiş olur.
Aydınlanma (Almanca Aufklarung, İngilizce Enlightenment, Fransızca Lumieres) deviniminin amacı, insanları, esasta ‘kötü’ ve ‘köleleştirici’ olduğuna inanılan mit, önyargı ve hurafenin (dolayısıyla da bunları üreten ve besleyen kurulu dinin (Not 6) temsil ettiğine inanılan eski düzenden kurtararak, yine temelde ‘iyi’ ve ‘özgürleştirici’ olduğu kabul edilen ‘aklın düzeni’ne sokmaktır.
Nasıl 1789 Fransız Devrimi, toplumsal ve politik sonuçları nedeniyle günümüzdeki politik bölünmelerin (Not 7) esas ve kök nedeni olmayı sürdürüyorsa, Aydınlanma da bağımsız ilkeler, çeşitli ideolojileri ile entelektüel tavır alışlarda ve ayrışık dünya görüşlerinin ayırdedici çizgisi olarak anlaşılır.
Aydınlanmanın ön-tarihinde, 15. yüzyılın Rönesans devinimi, 16. yüzyıldaki Reform ve 17. yüzyılın Kartezyen felsefesi bulunur. 18. yüzyıl ise Aydınlanma yüzyılıdır. Bu yüzyılın ayırdedici niteliği akıl kavramıdır. Akıl kavramı, Aydınlanma yüzyılının birleştirici ve merkezi bir noktasını oluşturur. Bu akıl kavramı evrenseldir.
Fransız Aydınlanması rasyonalizmle, İngiliz Aydınlanmasını ampirizmle, Alman Aydınlanmasını da idealizmle nitelendirilir. Rusya ve İtalya gibi Avrupa tarihine sonradan katılan toplumlarda ise Aydınlanmaya entelektüel bir girişim ya da bir despotun politik hedeflerinin nesnesini oluşturuyordu.
Kant, ‘Aydınlanmanın ne olduğu’, ‘içinde bulunulan çağın aydınlanmış bir çağ olup olmadığı’ sorularını kavramsal ve felsefi bir derinlikle yanıtlamıştı. İçinde yaşadığı tarihsel dönemin aydınlanmış bir çağdan çok bir aydınlanma çağı olduğunu bildiren Kant, Aydınlanmayı, fiilen erişilmiş bir durumdan çok sürmekte olan bir süreç olarak ele alır. Buna, d' Alembert felsefe çağı, Kant eleştiri çağı derken Thomas Paine akıl çağı der.
Peter Gay Avrupa Aydınlanmasını temsil eden düşünürlerin, üç kuşaktan oluştuğunu belirtir: Montesquieu ve Voltaire’in öncelikle yer aldığı, Newton ve Locke’ın düşüncelerinin başat kaldığı ve daha sonraki iki kuşağın ortaya çıkmasında katkıda bulunan ilk kuşak, yüzyılın ortasında olgunluğuna kavuşan Buffon, Franklin, Hume, Rousseau, Diderot, Condillac, Helvetius ve d’Alembert'in Aydınlanma düşüncesine belli bir bakış açısı kazandıran ikinci kuşak, Kant, Turgot, Condorcet ve d’Holhach gibi adlarla Aydınlanmanın kendi sınırına vardığı üçüncü kuşak. Bu üç kuşağın varlığı Aydınlanma düşüncesinin kendi içinde bir evrim geçirdiğini gösterir. Bu evrimini ilk aşamasında daha sonraları Aydınlanmanın temel sorunsalını oluşturacak felsefi, bilgibilimi (epistomoloji), bilimsel ve politik sorunlar ortaya atılacaktır.
Newton’dan gelen boyut bilimsel, Locke’tan gelen boyut felsefi ve epistomoloji, Montesquieu’dan gelen boyut ise politik sorunların tartışılmasına olanak veren bir zemin hazırlayacak, Voltaire bu zeminde akla gelebilecek her konuda yeni bir düşünce biçiminin sözcülüğünü, politik olarak kaypak bir tutumla da olsa, üstlenecektir. İkinci kuşak düşünürler, Aydınlanmanın bir entelektüel girişim olarak kurumsallaşmasına hizmet etmişlerdir. Fransa’da Ansiklopedistler; İngiltere’de Hume ve izleyicileri, Almanya’da Thomasius ve Wolff çabalar göstermişlerdir. Aydınlanmış despotlara isteyerek ya da istemeyerek hizmet etmeleri biraz da bu nedenledir. Üçüncü kuşak düşünürlerde, baskın olan Aydınlanmanın felsefi ve tarihsel geleceğinin belirlenmesine yönelik bir çabadır. Bu geleceğin güvenceye alınması isteği ilerleme düşüncesinin kurulmasına yol açmıştır (A. Çiğdem).
Avrupa biliminin gelişimi, 1543'te Nicholaus Copernicus (asıl adı Niklas Koppernigk idi)'un (1473-1543) güneş merkezli kuramı yayınlandığında, gezegenlerin dünyanın değil güneşin çevresinde döndüğü yeni bir aşamaya girmişti. Kopernik, De Revolutionibus'ta Sisamlı Aristarchus (MÖ 3. yüzyıl)'tan söz ederse de Aristarchus'un, kozmosun merkezinin dünyanın değil, güneşin olduğunu öne sürdüğünden hiçbir yerde söz etmiyor. F. Jamil Ragep, Noel Swerdlow ve Otto Neugebauer’i izleyerek Kopernik’in kullandığı bazı matematiksel yöntemlerin Fars, Türk ve Arap astronomlara dayandığı sonucuna varır; şöyle diyor: ‘Kopernik'in [Arapça yazan] öncellerinin modellerini nasıl öğrendiği bilinmiyor -İtalya üzerinden bir aktarım en olası yoldur- ancak modeller arasındaki ilişki o kadar yakın ki, Kopernik'in bağımsız icadı neredeyse olanaksız.’
Kopernik kuramı, önde gelenleri Tycho Brahe (1546-1601), Johannes Kepler (1571-1630), Galileo Galilei (1564-1642) ve Isaac Newton (1642–1727) olan, ancak hekimler, simyacılar, botanikçiler, filologlar ve tarihçilerin hepsinin önemli roller oynadığı Bilimsel Devrim olarak bilinen entelektüel bir uğraşının yolunu açtı. Bilimsel Devrim, Galileo'nun öldüğü yıl olan 25 Aralık 1642'de doğan Newton'un çalışmalarıyla doruğuna ulaştı.
Newton, Descartes'tan daha uzağı görmüş olmasını ‘Devlerin omuzları üzerinde durması’ olduğunu söyleyerek öncellerine saygısını sunar. Onun sözünü ettiği bu kişiler, başta Copernicus, Tycho Brahe, Kepler ve Galileo olmak üzere Avrupalı öncelleri ile Pythagoras, Empedokles, Demokritos, Platon, Aristoteles, Euclid, Arşimet, Apollonius, Aristarchus, Ptolemy olduğu yazılarından anlaşılır. Newton, Yunan biliminin çoğunun İslam dünyası aracılığıyla Avrupa'ya aktarıldığının kesinlikle farkında olmasına karşın, herhangi bir İslam bilgininden söz etmiyor.
Not 5: Kimi Avrupalı yazarlar, Arapça yazan herkesi Arap olarak sunabiliyor. Bunların içinde Türk yazarlar da var. Doğrusu Arap bilimi, ya da Arap felsefesi değil, İslam Bilimi ya da İslam felsefesidir. Buna İslam’ı benimsemiş çok değişik etnik kökenden katkıda bulunanlar vardır.
Not 6: Aydınlanma döneminde bile, din gerçekten çok aktif bir toplumsal gücü ve hakimiyeti temsil ediyordu. Roma Katolik Kilisesinin din için zararlı gördüğü kitapların listesini içeren Index gerçi kitapların basılmasını ve okunmasını engelleyemiyordu ama yine de kumlu dinin yara almasına yol açacak herhangi bir teşebbüse karşı da duyarlı olduğunu gösteriyordu. Birçok Aydınlanma düşünürü Indexe dahil olmaktan kurtulamamıştı.
Not 7: Ulus devlet tartışmalarının bir bakıma Fransız Devrimi’nin öngörülemeyen bir sonucu olarak nitelenmesi mümkün gözükür. Her etnik unsura bir devlet mi, yâni ayrışma mı yoksa çeşitli etnik öğelerin bir arada yaşamayı en azından sürdürdüğü daha geniş bir örgütlenme mi, yâni birleşme mi sorunsalı bu tür bölünmelere bir örnek olarak gösterilebilir.