Demokrasilerde devleti, politik iktidarın programı doğrultusunda bürokrasi yönetir. Böylece devlet yönetiminde politik iktidar bir önderlik, bürokrasi de bir yöneticilik işlevi görür.
Politik parti, topluma sunduğu programa, toplumdan onay almakla, diğer bir deyişle seçimi kazanmakla programını uygulamak üzere iktidara gelir. Bunda politik partinin programının bir görünen bir de olası görünmeyen yönünü tartışmamız yersiz. Yine de uygulamalarda görüldüğü üzere bazı partiler bunu yapabiliyor, toplum da o görünmeyen ya da gizli gündemi göremeyebiliyor. Her ne kadar uygulaması sırasında bu gizli gündem ortaya çıktığında desteğini yitirse de bu kaybı ele geçirdiği kamu gücü ile telafi edebiliyor.
Burada üzerinde durmak istediğim husus tarihsel birikimi olan devlet yönetimi ile parti programı arasındaki ilişki. Uyum demiyorum, çünkü öyle bir durum ancak bir ütopyadır.
Devlet yönetimi her ne kadar evrensel nitelikler (ilkeler) taşırsa da her ülkenin, tarihi geçmişi farklı olması yüzünden kendine özgü nitelikleri (ilkeleri) vardır. Bu ilkeler geçmiş uygulamalardan alınan derslerle sürekli gelişim-değişim içindedir. Gelişim içindedir, çünkü daha iyiye gitmek zorundadır. Değişim içindedir, çünkü bireylerin, toplumun gereksinimleri sürekli değişim içindedir. Bunlara uyum sağlayamayan yönetim ilkeleri toplumda huzursuzluklara, sorunlara neden olacaktır.
İşte devletin, sürekli gelişim-değişim içindeki devlet yönetimi bürokrasi yoluyla olur. Bürokrasi, devlet denen soyut kavramın belleğidir. O bellek devlet gemisinin tarih denizi içindeki rota bilgileridir.
İster özel ister kamu olsun bir kuruluş için geleceğe yönelik bir plan yapılırken öncelikle şu sorunun yanıtı aranır: NEREDEYİZ. Bu şu anki durumun değerlendirilmesidir. Yanıtı aranacak ikinci soru da şudur: BURAYA NASIL GELDİK. Bu geçmişin incelenmesidir. Yanıtı aranacak üçüncü soru da: NEREYE GİDECEĞİZ. Bu da programdır.
İlk iki sorunun yanıtı alınmadan üçüncü sorunun yanıtı aranmaya kalkılırsa hiçbir dayanağı olmayan, ayaklara yere basmayan, cek/cak ile biten boşlukta bir plan olur.
Bir politik partinin ülkeyi yönetmek için örgütlendiğini varsayıyorum. Marjinal çıkar kümelerinin temsilcisi olarak ortaya çıkabilecek amatör partiler konu dışıdır.
Bir politik partinin programı çok genel anlamda toplum karşısına yukarıdaki üçüncü sorunun yanıtı ile çıkar: NEREYE GİDECEĞİZ. Bununla söz konusu parti topluma şunu diyor: Önümüzdeki beş yıllık dönemde biz ülkeyi şöyle yöneteceğiz. Sonra ne olacak? Toplum beğenirse bir dönem daha. Sonra?
Bu aşamada “devlet adamlığı” dediğimiz kavram ortaya çıkıyor.
Termodinamiğin ikinci yasası bize şöyle diyor: Kapalı bir sistemde entropi artar, diğer bir deyişle DÜZEN’den DÜZENSİZLİK’e, bir BOZULMA’ya gidilir. Bir parti sisteminin de bu ikinci yasa uyarınca sınırlı bir ömrü olacak. Bu ömrün uzunluğu parti yöneticilerinin becerisine bağlıdır. Devlet de bir sistem olduğuna göre o da termo dinamiğin ikinci yasasına tabidir. Gerçi hem parti hem de devlet kapalı değil açık sistemlerdir, ama yine de bu yasa onlar için işler, tarih bunun tanığıdır.
Örneğin Türklerin devlet sistemi, çok eskiye gittiği söylenirse de tarihsel bir kişi olan Motun (Mete) ile MÖ 210’larda başladığı kabul edilir. O zamandan buyana devleti yöneten değişik hanedanlar (Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar) değişse de Devleti’n sürekli, Cumhuriyet ile birlikte adının da “Türk” olduğu, varsayılır.
Bu sürekliliği sağlayan unsur, devletin belleği olan, devlet yönetim ilkelerini içinde taşıyan Türk Bürokrasisidir.
Devleti yönetmek isteyen bir politik parti eğer yukarıdaki ilk iki sorunun yanıtlarını almadan ya da eksik olarak alıp doğrudan üçüncü sorunun yanıtına geçerse ülkeyi yönetmede kaçınılmaz olarak tökezleyecektir. Dahası devlet gemisini batıracaktır. 1918 yılında batan devlet gemisinden kurtarılabilenlerle Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Denizlerin çok fırtınalı olduğu bu zamanlarda bu gemiyi birilerinin yeniden batırmaması için çok dikkatli olmak gerekir.
Doğru olan yukarıdaki her üç soruya da odaklanmaktır. Bu da kapsamlı çalışmayı, araştırmayı, devlet adamlığını gerektirir.
Devlet adamı, NEDEYİZ, BURAYA NASIL GELDİK, NEREYE GİDECEĞİZ sorularının yanıtlarını SAĞLAM olarak yanıtlayabilen ÖNDER bir KİŞİLİKTİR. Bunu tek başına yapabilecek ATATÜRK kişiler tarihte çok ender olan kişiliklerdir. Bu yüzden ülkeyi yönetmeye talip birinin aşağıda sıralananları çok iyi bilmeli ya da bilenlerden, ama DÜRÜST olanlarından, oluşan bir takım oluşturmalıdır.
1. Yalnızca yakın tarihi değil, uzak tarihi de bilmeli. Yalnızca kendi ülkemizin değil, komşu ve ilişki içinde olduğumuz ülkelerin de tarihini en azından özet olarak bilmeli. Bu da yeterli değil, toplumu oluşturan etnik kümelerin de tarihini bilmeli, hem de ayrıntılı olarak.
2. Zamanımızda bir ülkede artık çok çeşitli dinler, dahası dinsizler bile var. Bunlar ülkenin yurttaşı olarak vergi veriyor, ülkeye karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor. Dolayısıyla ülkedeki geçerli dinlerin tarihi ve kutsalını da bilmek gerekir. Bu konuda dinsizler de içinde olmak üzere herkese İNSAN ve YUTTAŞ olarak bakmak gerekir.
3. Ülkenin yurttaşı olan, devlete vergi ödeyen bireylerin etnik kimliği, dili, dini, mezhebi, sosyal kimliği bakımından hiçbir zaman ayrıma tabi tutulmalıdır. Şunu unutmamak gerekir: Zamanımızda artık bireyin dini ve etnik kimliği vardır, devletin değil, devlet nötrdür. Bu yüzden devlet adamı için tek ölçüt YURTTAŞLIKTIR.
4. Dış ilişkiler, özellikle komşularla olan ilişkiler, tarihsel çerçevesi içinde gerçekçi bakış açısıyla ele alınmalı, iç kaygılarla değil.