Gönül istiyor ki Ermenilerin, Rumların, Alevilerin, Kürtlerin Komünistlerin ve Solcuların serencamını yazayım. Cami duvarı meselesi. En iyisi kendi anılarımı anlatayım.
Okul hayatımda her yaz oğlak çobanlığı yapmamak için arayış içinde olurdum. Amaç büyük şehirlere gitmek, insan içine karışmak, bir şeyler öğrenmekti. Dağda üç ay sadece hayvanlarla dolaşmak kelime dağarcığımı iyice yontuyordu. Zaten Türkçe konuşma sıkıntım vardı, yazın sekiz on kelimelik oğlak kuzu dili ile baş başa kalıyordum. İstemiyordum çobanlık yapmayı ama çare yoktu.
Lise birinci sınıfı bitirdiğim yıl, fayansçı ustası olan eniştem Konya Seydişehir de iş almıştı. Eniştem “Gelip yanımda çalışsın” demiş. Rusların desteği ile alüminyum üretim tesisleri yapılmıştı. Bahattin Gören adlı müteahhit de işçi konutlarını yapıyordu. Türkiye'nin ilk toplu konut inşaatıydı.
Amca oğlu Çelebi ile daha okullar kapanmadan Seydişehir'e gittik. İlk kez şantiyede işçi koğuşunda kalıyordum. Görevimiz ustalara harç taşımaktı. O zamanlar seramikler harç ile yapıştırılıyordu. Seramiğin arkasına beş altı santim harç sürülüp öyle duvara, yere yapıştırılıyordu. Şimdi kolay kalekim kullanılıyor, bıçağın ucuyla tereyağını ekmeğe sürme gibi, az kalekim harcıyla seramikler yapıştırılıyor.
Üç dört ustaya bir çırak harç taşıyordu. Günlük işimiz buydu. İlk gün elektrik vardı, harcı şırlak ile taşıdık sorun olmadı. Diğer günler elektrik yoktu. Yukarı katlara kucakta harç tenekesi taşımak çok zordu. Hem aşağıda harcı kar, sonra da üst katlara taşı, bizi çok yoruyordu. Bu şekilde bir hafta çalıştık.
Bir hafta sonra tesisatçı taşeronu Kayseri Tıp Fakültesinde iş almıştı. Enişteme “Gençleri bana ver ihtiyacım var , hem de meslek öğrenirler” demiş. Eniştem de “Tamam” demiş. Tesisatçı ekibiyle sabah Konya'da otobüse binip yolu koyulduk. Akşam karanlığında Kayseri'ye vardık. Akşam yemeği için ekmek ve sana yağı alındı. Tahta ile sana yağını ekmeğe sürüp yedik. Bütün tesisatçı ekibi inşaattaki kerestelerden kendilerine yatmak için tahta yatak yapıyordu. Bizde onlara bakarak kendimize bir yatak yapmıştık. Gece uyurken bizim yatak dağıldı ve yıkıldı, biz yere yığıldık. Ertesi gün ustalar bize sağlam bir yatak yaptılar.
Tesisat işinde bir ay kadar çalıştım. Sonra günlük yevmiyesi çok olan amelelik işine geçtim. Tesisatçı ustası “Neden ayrılıyorsun” dedi. “Ben öğrenciyim bana para lazım” dedim. O da “Bir meslek öğrenecektin” dedi hatta bir misal de verdi meslek sahibi olma ile ilgili.
”Bir kral oğluna başka bir kralın kızını istemiş. Kız babası mesleği yok diye kızını vermemiş. Oğlanın kısa sürede meslek sahibi yapmaya koyulmuşlar. Delikanlı, en kolay öğrenilen hasırcılık mesleği kursuna gitmiş ve meslek sahibi olmuş. Kız babası kral da kızını vermiş ve evlenmişler. Aylar sonra fidyeciler, gelin ile damadı kaçırmışlar ve para istemişler. Damat ve gelin orman da tutuluyormuş. Damat fidyecilere demiş ki “ Size hasır öreyim satıp para kazanırsınız”. Fidyeciler kabul etmiş. Damat ördüğü bir hasırın içine kaçırıldıklarını ve bulunduğu yeri işaretlemiş. Satılan bu hasırın sayesinde kurtulmuşlar.”
Bu Anadolu hikayesini o zaman hafife almıştım. Yıllar sonra aklıma geldikçe “Keşke tesisatçılığı öğrenseydim” derim. Çalıştığım inşaat şirketinde taşeronluk bile yapardım.
İnşaatta amelelik yapmaya başladım. Şantiye şefi mimar, öğrenci olduğumdan dolayı bana kolay işler veriyordu. Süpürme işi, toprak dağıtma, taş toplama gibi kolay işler. Ara sıra kamyonlardan tuğla indirme işleri de oluyordu.
Mimarın olmadığı bir gün kalfa ben alıp beton ekibine verdi. Beton işi olduğu zaman bütün inşaatçıları bir panik ve telaş alır. Beton donmadan işi bitirmek önemlidir. Beton ekibi Çorumlu, hepsi arkadaş ve akraba. Onların arasına düştüm. İkinci kat betonu dökülüyordu. El arabasıyla harç taşıma işini verdiler. El arabası ile bir kalasın üzerinde götürecektim. Benim el arabamı tamamen dolduruyorlardı, peşimdeki işçinin arabasını yarısı kadar dolduruyorlardı. Koşarak sürüp bana yetişip beni sıkıştırıyordu. Bir taraftan da gülüyorlardı. İnsanlar bazen acımaz oluyor, cahillikte olunca hiç sorma. O gün mahvoldum. Çok sıkıntı vermişlerdi. Sabaha kadar ağrıdan sızıdan uyuyamadım. Hayatımda yapmadığım bir işti. Orta Anadolu'da bir laf vardır. “Çorumlunun yaptığını kimse yapmaz” diye. Benim başıma gelmişti.
Ertesi gün kireç kuyusu işi vardı. Yanmış süzülmüş kireci el arabasıyla taşıyacaktım. Küreği daldırıyorum kireç kuyusuna, kireç kirece yapışıyor gelmiyor, çek çek çok az bir şey geliyordu. Sıcağın altında kireç işi çok zordu. Bilmediğim işlerdi. Güneş ve kireç bir günde yüzümü yakmıştı, kapkara birisi olmuştum. O günde çok zahmetli sıkıntılı geçti.
Akşam, mektubum gelmişti. Mektuptan anladım ki, Babam; eniştemin beni başka yere göndermesine bozulmuştu. Bana” gel sana çobanlık yaptırmayacağım” diyordu
İlk kez gurbete çıkmıştım, hasretlik başlamıştı. Mektup beni ağlamaklı yaptı. Zaten üç günde canım burnuma gelmişti. Eve dönme kararı aldım.
Çelebiye söyledim. Ağladı. ”Ben tek başıma kalacağım” dedi. “Çalış bir mesleğin olsun” dedim. Gerçekten de orada kalıp tesisatçılığı öğrendi. Yurtdışına gidinceye kadar tesisatçılık yaptı. Yurtdışında da boş kaldığında o meslekten ekmek yediğini duydum.
Ayrılmadan önce mimarı gördüm. “Kal, sana hafif işler veririm” dedi. Ama ben kararımı vermiştim. Köye geldim. O yıl çobanlık yapmadım. Bulduğum değişik işlerde çalıştım.
Bizim köylü fayans ustası Kütük abi ile Çiçekdağı ve Yerköy kale mahallesinde Rıza hocanın oğlunun inşaatının seramiklerini yaptık. Başka işler çıkmıştı.
Kütük abi son yıllarda tarikatlara takılıyordu. Sakal bırakmıştı. Memlekete her gittiğimde, evine gider ziyaret ederdim. Köye son gidişlerimin birinde, hasta olduğunu duydum. Evine geçmiş olsun demeye gittim. Çok sevindi. Beni kucakladı, birbirimize sarıldık. Karşılaşmalarımızda beni sevdiğinden, biraz da nazı geçtiğinden, her seferinde “Ulan komünistler” derdi. Biraz da köyümüzün gençlerini kastederek. Gençliğin dindar olmasını çok istiyordu.
Son kez söylediğinde, ben de tarikatçı abime “Gerçek komünist sensin” dedim. “Haşa, nerden çıktı bu” dedi. Dedim ki “Bizim köyün gençleri, hepsi senin yanında çırak olarak çalıştı. Ne varsa, ne olmuşsa senden olmuş” dedim. Gülmeye başladı.