Bir gün TRT 6 da müzik programı izliyordum. İran'dan misafir olarak gelen Kürt sanatçılar vardı. Hepinizin bildiği gibi Kürtçe hiç bir zaman eğitim öğretim dili olmadığı için Kürtçe’de dil birliği yoktur ve çok farklı lehçelere bölünmüştür. İranlı sanatçıların lehçesini anlayamıyordum. Ancak kullandıkları cümlelerin içindeki Farsça ve Arapça kökenli kelimeler yardımıyla konuşmaları biraz anladım.
Sonra aklıma geldi, bir Osmanlı subayı, Arap ülkeleri, İran ve Kürt bölgesine gidince dil sıkıntısı çekmiyordu. Arapça biliyordu ve Farsça bilgisi de oluyordu.
Cumhuriyetle birlikte Arapça ve Farsça dilleri ülkemizde yok olup tarihe karıştı. Halbuki bu diller komşularımızın, dinimizin ve tarihimizde Selçuklular ve Osmanlıların kullandığı dillerdi. Müslüman bir ülkenin vatandaşlarıyız, kutsal kitabımızı kendi dili Arapçayla okuyamıyoruz. Sadece din adamları Kur’an okumasını biliyor.
Bu uygulama bu gün rejim sorunu olarak karşımıza çıktı. Okuyorsa Kur’anı Türkçe okuyup anlasın ya da hiç okumasın dayatması dindarları hep mutsuz etmiştir. Zamanla oluşan kin ve nefret ile, ilk fırsatta cumhuriyetten ve kurucularından, kuruluş felsefesi ve laiklikten intikam almaya başladılar. Acaba zamanında bir orta yol bulunamaz mıydı?
Dinimize göre Kur’an okumak kutsal ve ibadet sayılıyor. Çevremde çok insan biliyorum, dinci değiller ve yaşlandıklarında camiye gidiyorlar. Kur’an okumak istiyorlar, Arapça bilmedikleri için sıkıntı çekiyorlar ve Kur’an okumasını bilen başkalarına imreniyorlar. Propagandaya müsait bir durum.
Cumhuriyet kurulduğunda Türkçeye önem verilmiş. Yaygın öğretim için dil birliği şart. Herkesin okuma yazma öğrenmesi için gayret edilmiş. Türkçeyi okuyup yazmadan başka dillerin öğrenmesi mümkün değildir.
Daha sonraları İngilizce ve Fransızcaya önem verilmiş. Halbuki birinci dünya savaşında ülkemizi parçalayan İngiliz ve Fransız devletleriydi. Bu diller: bilimi ve teknolojiyi en iyi öğrenme dili olarak tercih edilmiştir.
İnsan hakları açısından düşününce, Müslümanların Kur’an dilini öğrenmesi en doğal hakları. Bu konuyu kimse insan hakları ihlali olarak görmüyor. Devletin yapması gerekeni, yani Müslümanların kendi çocuklarına Kur’an öğretme sorununu, tarikatlar ve başkaları hallediyor. Bu boşluğu doldururken de devlete ve laikliğe düşmanlık yapıyorlar.
Bu hafta bir roman okurken fark ettim. Yetim kalan küçük kız Almanya'da manastır okuluna verilmiş. 1910 yılında geçiyor olaylar. Okulda kıza İngilizce ve Fransızca öğretiliyordu. Belki rahibe olacak yine de çocuk üç dil bilecekti.
Okullarda Türkçenin yanında Arapça, Farsça ve Kürtçe öğretilse her Türk vatandaşı en az dört dil bilirdi. Komşu ülkelerin dilleri Rusça, Yunanca, Latince ve Farsça da öğretilse, hem öğrenmesi Avrupa dillerine göre kolay olur hem de komşu ülkelere gidip gelmeler daha kolay olurdu.
Türk vatandaşları kutsal kitaplarını ve dinlerini aracısız kendileri okuyup öğreneceklerdi. Kendi halkının bir kısmının dilini bileceklerdi. Doğu ve Güneydoğuda görev yapan insanlar kendi vatandaşları ile tercümansız konuşacaklardı. Komşu ülkelerimiz Rusya, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, İran, Irak ve diğer Arap ülkelerine gidip tercümansız konuşacaklardı. Hatta Afganistan ve Özbekistan gibi Farsçanın etkili olduğu ülkeleri de ekleyebiliriz. Kötü mü olurdu. Şeriat mı gelirdi...? Ülke mi bölünürdü...?
Tek dil ve çok dilin kültür farkı çok fazla. "Farklı diller öğrenmek geniş vizyon kazandırır, kalıpları ve önyargıları yıkar, kendi kültürümüzün olumlu ve olumsuz yanlarını görmemiz sağlar. Birden fazla dil konuşan insanların hafıza, problem çözme, eleştirel düşünme, daha iyi odaklanma ve daha iyi dinleme beceriler gelişiyor. Çok dillilik; esnek ve yaratıcı olma, çevreye iyi odaklanma ve zihinsel yaşlanma ile bunamayı yavaşlatır" Dr. Şafak Nakajima.
Konyalı yurtdışında işçi olan bir arkadaşım var. İsveç de yaşıyor. İstanbul'da bir kaç kez buluştuk. Sohbet esnasında arkadaş dedi ki;
“Benim çocuklarım Türkçe biliyor, bir ayağımız Türkiye'de ve okulunda Türkçe dersi var. Kürtçe biliyorlar evde Kürtçe de konuşuyoruz, ayrıca okulda da Kürtçe dersleri de var. İsveç dilini okulda ve sokak da öğreniyorlar, yaşadıkları ülkeden dolayı. Almancayı öğreniyorlar, Avrupa birliğinin ekonomik gücü Almanya. İş ve para orada, Almanca her zaman lazım olur düşüncesiyle çocukların öğrenmesini sağlıyoruz. İngilizce okulda var, artık uluslararası bir dil. En vasat çocuğumuz gördüğünüz gibi beş dil biliyor. Meraklı olan çocuklar Fransızca ve İspanyolca dillerini de biliyorlar.
Urfa ve Mardin yörelerine gezmeye gitmiştim. Esnafın biriyle sohbet ederken söylemişti. ”Urfa Mardin ve Diyarbakır'da özellikle esnaf Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Zazaca bilir ve bilmek zorunda . Sadece Zazaca veya Kürtçe bilen kadınlar dükkana gelip kumaşlar ile ilgili sorular sorduğunda, her seferinde tercüman mı arayacağız?” demişti.
Oysa biz de tek dil bilen dümdüz insanlar yetiştiriyoruz. Her Avrupalı en az dört dil biliyor. Türkler sadece bir dil biliyor. Hayatında okul görmemiş Kürt kadınlar bile iki dil; Türkçe ve Kürtçe biliyorlar.
Her farklı dil; farklı kültürler ve farklı bakış açıları demektir. Sanatta, edebiyat da ve sosyal hayat da daha bilgili insanlar demektir. Çerkezce ve Lazca da unutulmaya yüz tutan Anadolu'da konuşulan diller arasında. Demek istediğim sadece batı dillerini öğretmeyelim. Coğrafyamızın ve kültürümüzün dillerini de öğrenip öğretelim. Müslüman ülkelerin vatandaşları ile bizim vatandaşlarımız birbirleri ile İngilizce konuşup anlaşabiliyorlar. Hani beş yüzyıl oralar bizim hakimiyetimizdeydi. Oralara dün gelen İngilizlerin dilini konuşuyorlar.
Çok dillilik için gecikmiş sayılmayız. Çocuklar zamanlarının çoğunu bilgisayar, cep telefonu ve tabletlerde oyun oynayarak harcıyorlar. Çocukların ve gençlerin imkanlarını gelecek için değerlendirmek lazım.