Kıbrıs’ta görevliydim. Sınır birliğinde görev yaptığımdan dolayı, akşamları kışlada küçük bekar lojmanlarında kalmaya mecburdum. Akşam olunca odama çekilirdim, bir türlü vakit geçmezdi. Dışarıda bazen yağmur ve soğuk olurdu. Odanın içinde yalnız oturur vaktimi nasıl renklendiririm diye düşünürdüm. Kıbrıs’ta rakı fiyatları uygundu, her gün rakı sofrası kurardım. Benim gibi çok arkadaş vardı. Bazen onlar bana veya ben onlara giderdim. İyi olurdu, akşamları keyifli geçerdi.
Bir akşam, oturdum. Gelen misafirim de olmadı. Elime bir kitap aldım, iki sayfa okudum; daha fazla okuyamadım. Sıkıntı bastı, rahatlamam lazımdı. En iyisi bir duble rakı içmek dedim.
Komutanın hizmet erini çağırdım. Koşarak yanıma geldi.
”Ahmet, mutfaktan bir dilim peynir, yoğurt ve bir şeyler getir” dedim.
Anladı ne için istediğimi “Emredersin” dedi ve koşarak mutfağa gitti.
Elinde malzemeler ile geldi. Hemen masanın üzerini sildi ve getirdiği yiyecekleri masanın üstüne koydu.
Çıkmak üzere doğruldu “Komutanım, bir emrin var mı?“ dedi.
Şöyle bir yüzüne baktım. Gülümsüyordu. Zaten çok komik bir yüzü vardı. Özellikle burnu tavşan burnuna benziyordu. Bir buçuk metre boyu ve gözlerini de kısarak sırıtmasına bayılıyordum. Ona gülmemek elde değildi. Bazen de bilerek komiklik yapardı.
“Çek sandalyeyi sende otur” dedim.
“Komutanım ben içmeyim, sorun olur, size laf gelir” dedi.
“Boş ver, otur” dedim.
Bir duble de ona verdim. Rakısını çok hızlı içti. Boş bardağını da hemen doldurdum.
Canım sıkılıyordu, Ahmet’i biraz konuşturayım dedim kendi kendime. Aklıma geldi
“Ahmet, sen hiç aşık oldun mu? Sizin köyün kızları güzel mi? Sevgilin, seni bekleyen biri var mı?” dedim.
Ahmet” Ah, komutanım ah, vardı tabi, ama Hollanda ya gitti”
“Ahmet, nasıl gitti? Babası Hollanda da işçi miydi?”
“Yok komutanım. Kızın adı Mary idi. Hollanda vatandaşı”
“Allah Allah, Ahmet, bak hele ne işi vardı senin memlekette?”
Baktım, ikinci rakı bardağı da boş. Öyle hızlı içmişti ki hemen sarhoş olmuştu.
“Komutanım biliyorsun, benim memleketim Ürgüp ve Göreme yöresi, turistik bir beldeler”
“Öylemi, sen Ürgüplüsün anladım, nasıl oldu bu aşk işi”
“Komutanım çarşıda geziyordum, kız ailesi ile çarşıda gezerken beni gördü. Anne babasına beni gösterdi. Biraz İngilizce de bilirim, tanıştık yani”
“İyi vallahi, sonra ne oldu.”
“Kız beni beğenmiş, görür görmez bana aşık olmuş”
“Sen deki şansa bak Ahmet”
“Hiç sorma komutanım, ertesi gün kız nasıl bulduysa bizim eve geldi. Annem kıza baktı şaşırdı! “Ahmet, bu kız bize uğur getirmez, senin gavur kızıyla ne işin var, çabuk götür oteline bırak” dedi.
“Deme be Ahmet, kız güzel miydi?“dedim.
“Güzellik mi, inanamazsın komutanım. Ben bu yaşıma geldim böyle güzel kız görmedim. Sanki cennetten bir huri gelmiş. Allah, elindeki bütün boya kalemlerini kullanarak özene bezene yaratmış. İki metreye yakın boyu, beline kadar inen uzun altın sarısı saçları, masmavi gözleri ile çok güzeldi. Ağzı, burnu, dudakları, yanakları ve dişleri de çok güzeldi. Bakmaya kıyamazsın derler ya işte öyle bir şeydi.
Kızı aldım çarşıya gittik. Kız bana sarıldı, Ürgüp’te kol kola dolaşıyoruz. Ben utanıyorum tanıdıklar görür diye. Gavur kızında utanma diye bir şey yok. Oteline kadar gittik. Onu bıraktım ve ayrıldım”
“Hepsi o kadar mı? Sonra ”
“Olur mu? Komutanım, kızla yaklaşık bir ay Ürgüp’te buluştuk gezdik. Görenler bizi nişanlı zannediyordu.”
Bu arada üçüncü rakı bardağının da bitmek üzere olduğunu gördüm. Ahmet artık kendini zor toparlıyor, düşünceleri ve bakışları kayıyordu. Bacaklarını uzatması, el kol hareketleri ile belli ki artık rahatlamış bir hali vardı.
“Helal sana Ahmet” dedim.
“Komutanım, en çok bana dokunanı ayrılık zamanı oldu. Kızın ve ailesinin tatili bitmişti. Kız bizim eve geldi. Anne babasına “Ben sizinle Hollanda’ya gitmeyeceğim, burada kalacağım, Ahmet ile evleneceğim“diyor, anne babasını dinlemiyordu”
“Helal olsun kıza, aşkına nasıl da sahip çıkıyor” dedim.
“Hiç sorma, Mary ağlıyor ben gitmem diye, anne babası yalvarıyor, ama kız beni bırakmak istemiyor”
“Vallahi şaşırdım, hayret ettim”
“Sadece kızın ailesi karşı çıkmadı, benim ailem de evlenmemizi istemiyordu“
“Sizinkiler niye evlenmenize karşı çıktılar” dedim.
“Bizimkiler, gavur kızını bu eve sokmayız, günaha girmeyiz diyorlardı”
“Vay be, sonra ne oldu”
“Kıza gel dinini değiştir, Müslüman ol dedim. Kız benimle evlenmek için her şeye razıydı, bir görsen”
“Ahmet ben buna gerçek aşk derim, bravo kıza” dedim.
“Annem ağlamaya başladı. Oğlum bırak gavur kızını bizi ele güne rezil mi edeceksin? Kızı otele götür bırak gel “diye bana yalvarmaya başladı.
“İşin baya zormuş be”
“Hiç sorma, komutanım, kızın babası baktı olmayacak, kız laf anlamıyor: kızın kolundan tuttu, arabasına bindirmek istedi. Kız kendini yerlere attı. Gitmem Allah gitmem, ben Ahmet olmadan yaşayamam, yapamam, onunla evleneceğim diyor, başka bir şey demiyor, laf söz anlamıyordu. Kızın ağlamasına, bağırtısına bütün mahallesi başımıza toplandı.”
“Vay be Ahmet”
“Kızı, kimse ikna edemedi. Ahmet diye bağırdıkça yer gök inliyordu. Mahalleli bakmış böyle olmuyor, muhtarı jandarmaya göndermiş.”
“Ne jandarması?”dedim.
“Jandarma geldi, beni kelepçeyle karakola götürdü. Kızı da sonra zorla arabaya bindirmişler, kız ağlaya ağlaya Hollanda’ya gitti, benim aşkım da böylece bitti, komutanım. Anlayacağın suçlu değildim ama kızı başka şekilde benden koparıp alma imkanları yoktu”
Ben “Vay be Ahmet, ben böyle aşk görmedim” dedikçe. Ahmet’in ağzı kulaklarında, bütün sıvasız sararmış dişleri dışarıda, anlattıkça anlatıyordu.
Sordum “Ahmet, Mary Hollanda’ya gittikten sonra seni aramadı mı? Bir daha gelmedi mi?”
“Hayır, komutanım, bir daha gelmedi, kendisinden hiç haber alamadım. Askere gelinceye kadar her yaz kasaba da Hollandalı turist aradım Mary’i sormak için”
Ahmet’in üst üste hızlı içtiği rakının etkisiyle sarhoş olup iyice dağıldığı çok belli oluyordu. Konuşmaya feri kalmamış iyice yorulmuştu. Ayağa kalkmaya çalıştı, baktım beceremiyor. Kalkıp kolundan tuttum, birlikte dışarı çıktık, götürüp koğuşundaki yatağına elbiseleri ile yatırdım.