Bugun...


Fatih Akbulut

facebook-paylas
Bir Ağustos günü-1
Tarih: 03-09-2014 12:18:00 Güncelleme: 04-09-2014 11:27:00


Rutubetin sıcağı çok daha etkili hissetmemize neden olduğu bir Ağustos ayını geride bırakmak üzereyiz. Bugün 30 Ağustos yıllardan 2014. Yaşamı yaşam yapan en önemli olan öğelerin başında sanırım Tarih gelir. O yüzden her atılan tarih geleceğe atılmış bir kayıt gibidir. Bu Ağustosu gelecekte yazacak tarih sayfalarını, diğer yaşadığım günler gibi çok merak ediyorum ve sanırım yaşadığım sürecede hep o günlerin tarihe geçen şeklini merak edeceğim. Bu merak kendi akıl melekelerimi yitirmediğim güne ve/veya birgün benim de tarihin tozuna bir zerre olarak katılacağım zaman değin sürecek. Çünkü gerçekten çok ilginç bir ülkede, çok ilginç bir 60-70 yıl geçti ve geçiyor. Bilinçli olarak olarak bakabildiğim son 35 yıl ise nasılda göz açıp kapayıncaya değin onca acımasızlığı, onca baskısı, onca kandırmacası, onca maddi manevi sömürüsü altında geçti ki, anlayamadı(k)m; çoğunda da eksik/yanlış yorumlamaların analiz-sentezlerinde boğuluverdi(k)m.

Ya geldiğimiz nokta? Geçmişte kendilerine reva görülenler ve gördüklerini iddia ettiklerini, mağduriyetlerini, yani acı olarak içselleştirdikleri herşeyi şimdi zalim egemen poziyonuna geçince karşı saf olarak gördüklerine uygulamak ve bunları hep o yanlışların üzerine kurmak. Yanlışı yanlışla telafi etmeye çalışmak, ezikliklerini ezerek, intikam olarak geri almak...

Sövgüyüçağrıştıran hezeyanlarını, aşağılamalarını, mağrurluklarını, ıslıklı, yuhlu, tekmeli, tokatlı, tükürürcesine şiddetli mimiklerle kocaman alkışlarla dışa vurmalar... Arena diye tabir edilen yapıların içinde zavallı boğaları katleden acımasız matadorlar gibi kükreyerek, höykürerek hâd bildirmeler, meydan okumalarla şişinmek... Taraftarlarına karşı pamuk elliymişcesine şaşaalı büyük gösteriler; alabildiğince – esasında içi boş ve küflenmiş- söylemlerle eskinin teknolojik olarak gelişmiş ajitasyonları...

Halbuki, yaldızlanıp parlatılmış gösterilerle, kadına, doğmamış çocuklara, 444 diye yutturdukları eğitim sistemiyle çocukluktan gençliğe geçişi ipotek altına almaya – ki bunu da son TEOG ile yüzlerine gözlerine bulaştırıp tüy dikerek- gence, anneye, işçiye, memura, hukukçuya, avukata, yargıya, anayasaya, gazetecilere, özellikle kadın gazetecilere, yazara, sanatçıya, bilim adamına, sanayicisine, medyasına, dünyaya açılan kapı olan internetteki sosyal platformlarına, Youtube’una, Facebook’una, Twitter’ına, yarattıkları ak-trollerince muhalifine yapılan orantısız saldırılarına, göstericisine, bilumum azınlıklara, eşcinseline, ölülerimize, dirimize, inançlarımıza, inançsızlıklarımıza, gelmişimize, geçmişimize, kimliğimize, tercihlerimize, yaşam biçimimize, reddettiğimiz yaşam biçimlerine karşı oluşturduğumuz söylemlerimize, kendilerinde olmayan, gör(e)medikleri ne varsa aşağılayıp kötülediler, kötülüyorlar, kötüleyecekler. Her defasında da alkışlar kopacak, büyük alkışlar, kocaman alkışlar, ıslıklı alkışlar. Kefen giymiş, “çalmışsa faizciden çalmış...” diyenlerin, kıl-tüy söylemleri ile ajite edilip yanılsama ile mutlu edildikleri bir atmosfer yaratıldı büyük bir çaba ile.

İşte bu çaba övgüye değer bir çabaydı; arkalarına aldıkları din gibi en büyük olgu ile birlikte doksan yıllık bir azmin zaferiydi bu, ister kabul edelim ister etmeyelim. Alınması gereken çok büyük dersler vardı bunda. 60’lı yıllarda bir kıvılcım ile parlayan ve 70’li yıllarda doruk noktasına ulaşacakken emperyalizmin onca oyunuyla engellenen o devrimci sol söylemlerinin; halkların, ezilmiş, terkedilmiş, köylüsünün, işçisinin, ezilenin, vurulanın, çürütülenin içinden çıkan ve umuda evrilen sol temelli söylemlerini alıp din bayrağı ile harmanlayarak geldikleri bir zaferdi bu aslında. Sol adına yapılması gereken herşeyi artık Ilımlı İslam adı altında 80’li yılların darbe ortamı ve Anayasası ve Anti-Demokratik yasalarıyla devlet eliyle inşası ve özellikle solu ezip ülkeyi tamamen sağa, muhafazakârlığa teslim etme gayretleriydi bu. Bu uğurda harcanan çaba ve çalışkanlıkta da sınırları olmadı; Makyavel’in kulakları çın-çın öttü bu son yıllarda ama sonuçta geldiğimiz aşamada amaç hasıl olmuştu, artık...

80’lerin ezdiği büyük kitleleri sürükleyen entellektüelleri kapitalizmin nimetlerinden yararlanmanın dayanılmaz hafifliği ile yön değiştiriverdiler insanî zaaflarına yenik düşerek. Ve içinde bulunulan koşulların onları farklı mecralara sürüklemesi ile artık ağzı açık, bal tutan ellerinin parmaklarını yalayarak gezmeye başlayan yüzlerce “aydın, yazar, gazeteci, sanatçı, akademisyen…” olarak son on yılın en büyük sözcüleri ve destekçileri oluvermişlerdi. Artık büyük holding sahiplerinin gettolarında veya zalim egemenin oluşturduğu havuzlarda o sövgüleriyle boy veriyorlardı.

Sonunda “çıraklıktan, kalfalığa oradan da ustalığa“ taşıdıkları “Uzun adam” ile birkaçının yolu ayrılsa da, son Ağustos sıcağında artık “büyük adam”, “büyük devrimci”, “yüzyılın lideri”, “Yeni Türkiyenin yaratıcısı” diyerek köşelerine çaktıkları kazıkları sağlamlaştırıyorlardı.

İnanmış hatta çok inanmış olmanın ve bu gösteride sadakatin de büyüklüğünü kanıtlamadan ön sıralarda yer bulabilmenin zorluğunu bilmeyen var mı, artık? Sefilleşmeden ‘yükselir’ olmanın  imkânsızlığı baş kriter mi dediniz? Yoksa siz de uslanmaz bir hain, akıllanmaz bir münafık mısınız? Sakın ha, bu sözcükleri kıyısından kenarından geçmeyin, ne olur ne olmaz?



Bu yazı 22771 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI