Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomide örnek alınacağını telaffuz ettiğinden beri Çin modeli konuşuluyor. Bazıları bu modeli küçümserken, bir bölümü de bu modeli yüceltiyor. Benim gibi düşünenler ise iktidarın kafasında Çin modeli filan olmadığını, ekonomik krizden çıkmak için ücretleri daha da düşürmek isteyen iktidarın model tartışmasını bu gerçeği örtmek için kullandığını savunuyor.
Çin Modeli
Çin kalkınmasını yaklaşık 50 yıldır belli bir plan dahilinde sürdürüyor. Çin planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçerken, ekonomik verimsizlik nedeniyle birçok kamu kuruluşunu özelleştirse de, bir çoğunu da elinde tuttu ve ekonomik kalkınmasında bunlardan yararlandı. Bugün Çin’de uluslararası piyasalarla rekabet edebilen birçok kamu İktisadi kuruluşu bulunmakta.
Çin kalkınırken sanayileşme yanında kırsal bölgedeki işletmeleri de teşvik ederek bir tarım devrimi de gerçekleştirdi.
İhracat ile gelişirken, ihraç ettiği ürünlerde hammadde yanında mamul ve yarı mamul ürünler kullandı. Bu yarı mamul ürünleri de üretebilmek için büyük bir ARGE oluşturdu. Ayrıca onbinlerce genci başta ABD olmak üzere yurt dışına yüksek lisans ve doktora eğitimine gönderdi.
Bu kalkınma modelini uygularken işçi ücretleri dünya piyasalarına göre göreceli olarak düşük tutuldu elbette. Bugün bile dolar bazında düşük olan bu ücretler, satın alma paritesine göre hesaplandığında yoksulluk sınırının üzerindedir. Çin halkının tüketim alışkanları da buna paralel hızla yükselmekte. Çin’i örnek alan Vietnam da ekonomi kalkınmasını hızla geliştirdi ve Güney Doğu Asya ülkeleri içinde yıldızı parlamaya başladı.
Eğer kafasında Çin modeli varsa (ki ben olmadığını düşünüyorum) ve seçimler 2023 de zamanında yapılacak ise Erdoğan’ın bunun için 18 ayı var. Oysaki, Çin ekonomik kalkınmasını 1970’lerden beri planlı bir şekilde sürdürüyor. Yani Erdoğan’ın bunun için vakti olmadığı açıkça görülüyor.
Güney Kore Modeli
1950’lerde fakir bir tarım ülkesi olan Güney Kore ise, 1960’larn başından itibaren baskıcı bir rejim altında ücretleri de düşük tutarak serbest piyasa üzerinden kalkınan başka bir ülke.
Liberal demokrasinin tüm koşulları ile yürüyebilmesi için serbest piyasaya ihtiyacı olduğu halde, serbest piyasanın demokrasiye ihtiyacı olmadığının göstergesi 1961 yılında kansız bir askeri müdahale ile iktidara gelen General Park Chung Hee döneminde Güney Kore’nin gösterdiği hızlı kalkınmadır.
Park Chung Hee, ordunun gücünü bir siyasi partiye kaydırmış ve 1963 seçimlerine bu parti ile girmiştir. hazineden akan örtülü ödeneklerle finanse edilen Demokratik Cumhuriyetçi Parti yine ordudan seçilen 1200 subay ile teşkilatını oldukça profesyonel bir şekilde oluşturmuştur. Seçimlerde büyük şehirlerde muhalefetin ezici çoğunluğuna karşın, kırsal bölgenin oyları ile muhalif partinin 2 puan önünde yüzde 45 ile seçimleri kazanmıştır.
General Park döneminde, kişisel özgürlüklerin kısıtlanması, basın ve muhalefet partileri üzerinde baskı kurulması, mahkemeler ve üniversiteler denetim altında tutulmasına karşın ekonomide hızlı bir kalkınma yaşanmış, Güney Kore geleneksel tarım ürünleri ihraç eden bir ülkeden, sanayi malları ihraç eden bir ülkeye dönüşmüştür.
Güney Kore’de Türkiye’deki Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) benzeri, Ekonomik Planlama Kurulu 1961’de kurulmuş ve bu kurulun başlattığı İhracata Dayalı Sanayileşme Programına yönelik beş yıllık planlar yapılarak uygulanmaya konulmuştur. Park'ın politikaları özel girişimcileri teşvik etmiş, yabancı kaynaklardan düşük faizli banka kredileri, ara malı ithalatında alınan vergiler sıfırlanmış ve vergi avantajları da dahil olmak üzere ihracata güçlü teşvikler verilmiştir. Bu önlemler ile ekonomide bilhassa sanayi sektöründe hızlı büyüme gözlemlenmiştir
Park Chung Hee’nin 25 Kasım 1979’da Kore Merkezi Haber Alma Teşkilatı başkanı tarafından bir suikastte öldürülmesi sonucu Aralık 1979’da General Chun Doo Hwan 12 Aralık 1979 da kansız bir askeri müdahale ile iktidarı ile geçirmiş ve 1988 yılındaki seçimlere kadar iktidarı elinde tutmuştur.
Bu kalkınma modelinde G.Kore’de işçi ücretleri sanayileşmenin ve kapitalizmin gelişimine göre artış gösterse de dünya piyasalarının altında tutulmuştur. Örneğin, 1974 yılında Türkiye’de sanayi sektöründeki ücretlerin Kore’deki ücretlerin üç katı, 1977’de iki katı olduğu, 1979 yılında ise yüzde 50 daha yüksek olduğunu biliyoruz.[i]
Kaçış Modeli
Sonuç olarak iki ülkenin kalkınması birbirine benzemese de, en büyük benzerliğinin planlı kalkınma ve diğer bir faktörün de emek ücretlerinin düşük tutulması olduğunu görüyoruz (Tek belirleyici emek ücretleri değildir, eğer öyle olsa, Bengaldeşin de aynı dönemde kalkınacağını öngörmek gerekirdi). Ancak AKP liderliğinin Çin modeli diyerek, sadece ücretleri düşük tutacak bir model geliştireceğini varsayabiliriz. Bu modeli de iktidara dayatanın iktidar blokunun hegemonu sanayi sermayesi olduğunu düşünebiliriz.
Aynı hegemon, bu krizden çıkışın demokratik bir düzenle olmayacağını da bilir. Hegemonun, Kılıçdaroğlu ve Akşener’ın kurmayı hayal ettikleri “demokratik hukuk” düzeninin kurulmasını bekleyecek zamanı, Çin ve Kore modelinin oluşmasını bekleyecek sabrı yoktur. Arzuladıkları, emeği baskılayacak ve krizin yükünü çalışanlara yıkabilecekleri model sadece bir baskı rejiminde mümkündür.
Ergin Yıldızoğlu, dünkü Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Ucuz ücret, baskıcı rejim gerektirir” diyenlere, “Baskıcı rejim zaten burada, gerisi de fantezi” diye yazmış. Bence o daha baskıcı rejimi görmemiş. Bugün öyle veya böyle sendikalar var. Öyle veya böyle muhalefet partileri var. Sayılar azalsa ve büyük zorluklar yaşasa da bağımsız bir medya hala var.
Erdoğan’ın kafasındaki ise bana göre, ne Çin, ne de Kore modelidir. O bu işten en kolay şekilde sıyrılacağı bir kaçış modeli arayışındadır.