Bugun...


Bülent Bakan

facebook-paylas
Saklambaç
Tarih: 29-10-2021 23:19:00 Güncelleme: 29-10-2021 23:19:00


 

Sanat politik bir eylemdir. Alta Mira’da ilk kez ortaya çıktığında bile politik bir eylemdi. Belki de en yüksek politize olduğu dönem ilk ortaya çıktığındaki politizasyonudur. Sanat ve politika humanoidlere özgü bir eylem biçimidir ve bir matematik altyapısı bulunur.  Sibirya Kaplanı’nın politize olmadığına şükretmek gerekir. O da politik olabilseydi sanat hayat çok daha karmaşık olurdu. Bugün Sibirya kaplanının neslini devam ettirmeye çalışan politik temsilciler daha çok sanatçı ağırlıklıdır. Bilim insanı bile olsa sanatçıdır. Charles Darwin öncelikle çok iyi bir sanatçıydı. Sanat politik olmasaydı sanat hayatta neler yapmamız gerektiğini belirlemek zor olurdu. Filler politize olsaydı üzerinde dolunayın yansımasını eksik etmediği, ayın şavkladığı toprakların bir bölümü asla afyon tarlası olamazdı. Alta Mira ve sonrasında sanat fazlasıyla politizedir. Sanat politik bir eylemdir de ondan.

Sanatın mekân ve zaman ile ilişkisi de fazlasıyla politiktir. Sanat ve hayat bazen büyük sürprizleri karşınıza çıkarıveriyor. Sanatın İstanbul’daki yeni mekânı da işte böyle sürprizli bir yer benim için. Tersane İstanbul son derece yanıltıcı bir etkiye sahiptir. Çağdaş Sanatın gündelik hayattan saklambacından başka bir şey değildir. Bunu açmakta fayda var.

O gün gergedanların manzaraya daldığı meydanlarda zaman ve mekanın efendilerinden biriydim bir zamanlar. Sanatın en büyük yanılsaması sanat hayatın hikâyelerini ıskalamasıdır. İyi bir hikâyeden daha iyisi yoktur. Sıklıkta tekrarladığım tekerleme yine ete kemiğe büründü. Yeni sanat mekanı olarak modern ya da çağdaş, güncel ya da değil sanatın İstanbul’da yanlış bir noktada saklambaç oyunudur Tersane İstanbul.

Tersane Haliç’e çok yakışan bir kurumdur. İçeriğinden dışlanmış Tersane ise çağdaş sanata yakışan bir yerde değildir. Haliç denizciliğin doğduğu yerdir. Hafızası çok farklıdır. Hafıza kaybına uğrayıp da Alzheimer olmasaydı denizcilik ve sanat orada çok farklı hikayeler anlatabilirdi. Şimdi içeriğinden boşalmış, dış kabuğunu dışlamış bir mekan haline geldi. Tersaneye sanat yakışmadı. Tersane aslında kendi müzesini içinde barındıran bir mekandı. İstanbul’un nadide Deniz Müzesinin organik kanlı ve canlı bir uzantısı olarak devam etseydi o gövdenin üstüne sanat çok daha iyi otururdu. Bunun için zamanında dikkate değer bir çaba göstermiş ve uyarılarda bulunmuştum.

Bir denizci, bir mekanikçi, bir ressam, bir fotoğrafçı, bir yazar ve bir denizci-sanatçı olarak ve o tarihin bir parçası olarak ortaya çıkan mekânın sanata da hizmet ettiğini düşünmüyorum. O bölgede her noktayı adımlamış gemilerde en dokunaklı anlarda hafıza biriktirmiş bir sanatçı olarak diyorum ki bir sanatçının o mekânla gerçek bir ilişki kurabilmesi zordur. Sanatın zaman ve mekân ile olan ilişkisinin öyküyü dışladığında nasıl kötü bir sonuca ulaştığına veya bir yere varamadığına en güzel örneklerden biri oldu bu neticede. Mekân ile organik iletişim bir sanat eserinin en kuvvetli olduğu noktadır.

Fuarda resimlerin asıldığı yerlerde koşturup durdum yıllarca, nöbetler tuttum, kavgalar ettim, yendim-yenildim, şaşırmadan yoluma devam ettim. Boya yaptım ama gemilere, raspalar yaptım ama güvertelere, o tersanenin içinde adım atmadığım çok az yer kaldı. O tersane o koçboynuzu halicin denizci sanatçılığına adanmalı ve yine yüzünü sanata ve bilime aynı anda dönmeliydi. Bilen bilir bilim olmadan denizcilik yapamazsınız. Boğazdan çıkamazsınız kendi çişinizde boğulursunuz. Foseptiğinizde kalakalırsınız. Bugün de aynen böyle olmuştur. Dünya tarihinin en doğal önce denizcilik sonra sanat mekanı olacak bir yöresi heba olmuştur. Hafıza kaybolmuş ve derin uzayda salınan serseri bir gezegene dönmüştür. O tersane eskisi mekana konulacak bir sanat eseri uzayda sürüklenmeye mahkumdur. Üstelik bilen bilir Tersane İstanbul yedi tepeli şehir İstanbul’un göbeğinde saklambaç oynamak ideal bir saklanma yeridir. Çağdaş Sanat sonuçta saklanmıştır. Yüksek giriş ücreti sadece koleksiyonculara açık seçkiler sanat alanında giderek gerileyen şehrin daha da gerilmesine ve botoks yaptırmasına neden olmuştur.

Çok genç sanatçı bir denizci iken tersanenin kapısından elimde bir Canon A 101 ile İstanbul’a dalışa geçerdim. Her adımda farklı bir şehirde olduğunuzu bilirdiniz. Eski köprüye kadar dar sokaklara sapar büyük kuleye uğrar aşık olduğum şehirde bir karenin içine girip derin uzayda kaybolurdum. O şehir yerle bir ediliyor ve hapsolduğum gümüş iyodür kokulu karelerin içinden çıkamıyorum. Hep o karelerden birinde imiş gibi ada vapuruna binip adama çekiliyorum. Adadan gelip ilk denizci melbusatımı aldığım yer yıkıldı. Hastalanıp karantinada Oğuz Atay okuduğum tutunamadığım için yedi dersten kalıp sonrada büyük bir çaba gösterip yırttığım meydan yok oldu. Dar sokaklarında firar edip sallana sallana havuzuna geri döndüğüm minibüs yolu genişledi ve benim ruhum mengeneye girdi. Kişisel şehir hafızam beni kustu ve bir kusmuğun içinde Marmara Denizindeki derin deşarj ile müsilajın bir parçası oldum. Şehrimi benden çaldılar.

Tarihin hiçbir döneminde kürenin hiçbir şehri böylesi bir saldırı görmemiştir. İlkelliğin ve ilkesizliğin sonucu sihrini kaybetmiş böyle başka bir şehir söz konusu değildir. Tam tersine yoktan var edilen Bilbao etkisinde rüzgarı karşılayıp yelken açan onlarca şehir varken kaçan fırsatlara en son bir tanesi de eklenmiş durumdadır.

İstanbul bir Denizci şehirdir. Bu şehrin sanatçıları önce denizci olmak zorundadır. Bedri Rahmi Eyuboğlu denizciydi. Avni Arbaş da öyle. Tersanenin üstüne çökenlerin hiçbirisi denizci değil sanatçılıkları da tartışmalıdır. Tersanedeki işler hiçbir gölge oluşturmadan geçip gitmiştir. İstanbul’un kaybolan ruhuna bir çivi daha çakılmıştır. İstanbul son çeyrek yüzyılda hiç olmadığı kadar fakirleşmiş yanarak kuruyan bir zeytin ağacı gibi ki geçen yaz onlardan onlarcasına tanıklık ettim kuruyup gitmekte ve içeriğinden sıyrılıp içinden yanan, kabuk örtüsünden başka bir şeyi kalmayan zeytin ağacına dönmektedir.

Sanatın ve bilimin ruhunu kaybettiği noktalarda bir şeylerin yeşermesi olanaksız. Londra, Paris benzeri şehirler pandemi sürecinde yeşererek ve sanata ve bilime doyarak çıkışa geçerken İstanbul’un bizden kaçırılan ruhu nedeniyle kuruduğunu görüyoruz.

İyi de geri dönüşü Haliçten başlatmak olanak dahilinde. Verin kürenin en muhteşem denizcilik müzesini sahibine. Üzerine denizden İstanbul’a çağdaş veya modern ama illa butik sanat kuşatması ile İstanbul’u yeniden sanat yoluyla fethedin. Haliçten başlayan yeni sanat ve bilim ivmesi tüm şehri ve memleketi ve tüm küreyi geri alsın geri kalmışlıktan…

Bence tam zamanı. İstanbul bir sanat şehridir. Ama önce bir deniz şehridir. İnsanın ve denizin olduğu yerde tropik fırtınalar her zaman yaşanabilir. Yanlıştan dönülürse fırtına sonrası varılan İstanbul limanı kürenin bir numaralı denizcilik ve sanat merkezlerinden biri olur.

Önemli bir son not. Sanatta ve bilimde her şey ortadadır. Saklı gizli bir şey yoktur. Hele sanatta saklambaç hiç olmaz. İş eninde sonunda kendini ele verir. Sanat böyledir. Sanatçı saklambaç oynamaz. Saklananlar işin tüccarları. Sanatçı saklanmaz. Saklanmayan ebe sobe.



Bu yazı 5436 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI