Bugun...


Ali Rıza Gelirli

facebook-paylas
HAYATIN YERLİSİ
Tarih: 27-04-2024 09:16:00 Güncelleme: 27-04-2024 09:16:00


Hayat dediğimiz olgu ne vakit işler yolunda gitmez ise gerçek bir hayat olarak kendini hissettirir. Çünkü ancak o vakit sorgulanır, sorgulanmaya değer olur. Bu nedenle hayatın, mutluluğun değil, mutsuzluğun konusu olduğunu düşünürüm. Mutsuzken hayatın yerlisi, mutluyken kiracısı olduğumu hatırlarım. Nedenini tam bilmediğim bir biçimde, işte bu "yerli" yanımı dostuma gösterir gibi gösteririm.

İnsanın kendi hayatının kahramanı olması hiç kolay bir şey değildir. Hatta bazen hayatımızın işçisi bile olmaya zorlanırız. Ama her durumda, başımdaki akıl hayata itiraz gibi durdu hep. Az konuşmamı, harflerden tasarruf ettiğime bağlayanlar oldu. Yanıldılar. Ben biliyordum ki, ister az ister çok konuş, alfabe yirmi dokuz harf; ne azalır, ne çoğalır. Ama düşüncelerimi çoğaltmak için onları sonuna kadar kullanmak derdindeyim.

Tabii saatlerle ilişkilerimde de sorunlar yaşıyorum bir süredir. Ne vakit saate baksam, Bana elliyi dört geçtiğini söyler gibi. Sanki yaşımı soruyorum ona. Bazı şeylere geç kalmış olabileceğimi ima ediyor olabilirler tabii. Neyse, zamandan neyi kurtarabilirsem artık…

Bu zamana kadar kendimi ne kadar çoğalttım bilemiyorum. Kendimi çoğaltmaktan kastım zenginleşmek değil. Ne kadar çok insan tanıdıysam o kadar çoğaldım sanırım. Ama anlamlı/önemli olan nicel bir çoğalma değil, nitel çoğalma idi. Yani kendimi "hakiki" halimle ne kadar yansıtabildim başkalarına. Şunun da farkındayım tabii; kendimi matematik kadar gerçek, kusursuz ve tartışmasız yansıtmam mümkün değil.

Hal böyle olunca insanların özürlü kavrayışlarının kurbanı olmaya daha açık hale geliyoruz. Birbirini dışlayan, olumsuzlayan kavrayışların… Böylesine sorunlu kavrayışlarda, benim insanların aklında ve ruhunda bıraktığım izlerin payı da inkâr edilemez. Yeryüzünde böylesine yüzlerce, belki binlerce kopyam var. İnsanlar beni anlatmaya Ner'den başlarsa ben oydum onların gözünde. Ne de olsa birini anlatmaya en belirgin -iyi ya da kötü- yönünden başlanmaz mıydı? İşte böyle; benim için SÖZÜ GEÇEN CÜMLELERİ vardır herkesin.

Çağın/zamanın talep ettiği biri olmadığımı biliyorum. Çağın talebi, büyük "dava"lara inanan insanlara dönük. Benim artık öyle büyük "dava"larım yok. Dünyayı değiştirecek davalara da inanmıyorum. Bir fikir "büyük dava" haline geldiğinde eskimiş oluyor bana göre. Şayet bir davadan söz etmem istenirse o, kendimi anlamak ve tanımak olacaktır. Ve kendimi yaşamın kollarında rahat ettirebilmek… Tabii başka bir amacım da toplum denen o" tek parça" mermer gibi yapıda çatlaklar yaratabilmek. Zira yaşamın o çatlaklardan sızacak ışığa ihtiyacı var.

Aslında tüm düşüncem, yaşadığım anı ve yaşadığım hayatı kafamda bir düzene sokmak; ona bir düzen bulmak; bu düzenin imkânını sağlamak. İdeolojilerin ihtiyacını değil, kendi "ihtiyacımı” karşılamak. İdeolojilerden kaçışımın bir nedenidir, onların duygu yoksunu olması. Bunun için onlar, sahibi oldukları irili ufaklı cumhuriyetleriyle tüm savaşların ortağıdırlar. Bir dava ya da ideolojik temelli bir savaşta tüm taraflar aynılaşır bir bakıma. Zira, insan öldürme konusunda ortaktırlar. Onları hadlerinden fazla önemseyen insanlar kendi hadlerinin uzağına düşmekten kurtulamazlar.

Ama şunu da biliyorum ki, bir insanın en büyük düşmanı kendi içindeki "halk"tır. Ne yiyeceğine, ne içeceğine, nereye nasıl bakacağına, hayattan nasıl tat alacağına birlikte karar veremeyen bir "halk" bu. Sanırım insan unsurunun baş düşmanı kanserin baş nedeni bu uyumsuz ilişki olmalı. "Kendi içindeki halk" dan kastım, ruhumuzu içinde barındıran, tüm organlarımıza ev sahipliği yapan vücudumuzun bileşenleri.Ve vücudumuza uygun bir yaşam tarzı yakalayamamak büyük sorun oluyor. Sonunda bedenin kendini iyileştirme gücünü sakatlayan bir çeşit "ideoloji" hâkim oluyor bünyeye. Bizi (ya da beni) hayatta mutsuzluğun yerlisi yapan şeylerden birisi bu; diğeri de ideolojiler, çarpıtılmış düşünceler…

Hayat ve ideoloji birbiriyle çatışma halindedir. Hayatın limiti yoktur, sürprizlere açıktır. İdeolojilerin ise limitleri vardır. Ona inanan insanlar, kendilerini söz konusu limitlerin içerisine hapsederler. Hayatın dinamiği/matematiği çok daha farklı işler. Örneğin, kombinezon hışırtısı bir dişiyi erkek karşısında anında kadına dönüştürür. Dişilik ve kadınlık arasındaki farkın açıklanması ideolojinin değil, duygu ve hayatın konusudur.

Sanırım hayatın yerlisi olmanın bana kazandırdığı duygu durumu kutsallardan uzak durmaktı. Zira "kutsallık" düşüncesi evrenselin yasalarına bağlanmamızı engelleyen bir faktördü. Oysa biz bir canlı olarak tüm diğer canlılar gibi, evrensel yasaların ürünüyüz. Bu gerçeği, ürettiğimiz kutsallıklarla bozmaya çalışmamız hiç akıllıca gelmiyor bana. Dokunulmazlık halesiyle çevrelenmiş görüş, düşünce ve inanç anlayışları tarafından köle etmemelidirler insanlar kendilerini. Böylesi bir kölelikten kurtuluş yeryüzünde ateşin bulunmasından sonraki en büyük devrim olacaktır. Ki, kutsallıklar bizim için bir çeşit hapishanedir. Onlar ki, etrafımıza çizdiği daireyle bizi dışarıdan/gerçeklikten koparırlar.

Şayet insanlar kutsalsız ya da tanrısız bir hayatı anlamlı bulmuyorlarsa, onlara Spinoza'nın tanrısını; "Doğa" yı önermeli. Üstelik O, insan soyunun eylemleri ve yazgısıyla ilgilenmeyen bir tanrı. Sadece yaratır; sonra tam bir özgürlük alanı bırakır canlıya.

Yeryüzünün başka başka yerlerindeki insanlarla güzel güzel bayramlar geçirmenin başka bir yolu var mıdır? Aksi durumda, insanlara yaralı yanımızı, dostumuzu gösterir gibi göstermek hiç de güzel bir duygu değil.



Bu yazı 1475 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI