İyi bir rakı sofrası için zaman, sebep ve içmeyi bilen dost(lar) gerek. Birinden biri eksik ise, rakının da masanın da keyfi o gün limonidir. Kafamızın; ilk tekten sonra çakırkeyf olması keyiflendirse de bizi, işin aslı hiç öyle değil.
Rakı sofrasının adabı ve endamının başında zaman gelir. Sabah içilmez, öğlen içilmez, ikindi içilmez, hele gece yarısından sonra hiç içilmez. Akşam üzeri içilir. İkindiyi devirip akşama bir adım kalır ya, işte zamanın o anında kurarsın sofrayı. Başlarsın küçük küçük demlenmeye. Eskiler buna "vakti kerahet" derlermiş. Zamanın "rakı burcuna" girdiği andır. Bu an, (İkindiden sonra, güneşin parlaklığını yitirip sarardığı, göz kamaştıramaz duruma geldiği o andan, güneşin batımına kadar geçen süredir).
Sebebi olmalı değil mi içmenin?
Sofrayı tamamlayacak ve sohbeti koyulaştıracak, kıvama getirecek, demini bulduracak bir sebep... Dostların şenlendirdiği bir masa. Masanın adabına ve o buluşma anının ortamına uygun can cana sohbet. Derler ki, rakının birinci mezesi, can cana muhabbettir. İnsan gerek, can gerek, gönülden olmak gerek, bu sofranın tamamlanıp adabıyla içilmesi için.
Rakı masaları, sohbet adabını ve içmesini bilen erbaplardan oluşur. Ne zurnanın zırt dediği delik olup, zarf zurt öteceksin, ne de muhabbeti ele alıp, bir maraton koşucusu olacaksın masanın. Durmanın da, susmanın da, dinlemenin de, konuşmanın da bir yolu yordamı var. Konuşmaya başladın mı, öyle içtenlikli, öyle sıcak ve öyle tatlı öyle can alıcı bir yerinde keseceksin ki sohbetini, muhabbetinin damakta bıraktığı rakı tadı, bütün kötülüklerine karşı dünyayı güzel, dostlarını/dostluklarını ölümsüz kılan söz, mezesi olacak. Sohbetin, masanın etrafındakiler için, kadehlerini kaldırılıp "Dostlarla can cana" kadeh tokuşturtacak bir kıvama gelsin. Hatta, laf atsın biri, kışkırtsın o güzel muhabbeti devam ettirmen için. Kestiğin an bir diğeri; "Ooooo! Oldu mu şimdi bu! En tatlı yerinde kesilir mi bu güzel, bu şiir gibi muhabbeti, en can alıcı, keyiflendiren anında kesmen..." diye de tatlı sert, güleryüzlü ciddiyetle sitem etmeli...
Muhabbetin uzunu, içki masasının iç karartıcı, keyif bozucu, söz cambazlığı, geveze lakırdılığı, küpeli bir ağırlık bırakır masaya. Anlayacağınız çekilmez olur, sakız gibi uzattıkça uzatırsan, masadakilerin kaldıramadığı monoloğa dönüşürse, işte boku yedin demektir. Herkes susar. Masaya buzdağı bir sessizlik çöker. Herkes yanındaki ile başlar başka konuşmalara, başka muhabbetlerin kapılarını, pencerelerini sonuna aralamaya. Sen kalırsın süpürge sapı gibi ortada…
Bu da rakı sofrasının adabını bozar. Rakı burcuna girmeden ya da girmişken birden bire, paldır küldür devam eden hayatın sıkıcı, görgüsüz, bedbin anlarına döner...
Demek ki "vakti kerratı" değilmiş deyip masadakiler usul usul, tesbih ipinden düşen taneler misali, “Dostlar, bana müsaade" deyip gidilir, tadı tuzu kaçmış olarak.
Sen içine ettiğin sohbetin sonrasında, müebbete mahkûm bir masa dışı içeni olarak, içki tarihine kırmızı harflerle not düşülürsün...
Bizden söylemesi…
İçmenin de, masada oturmanın da, muhabbetin de bir raconu, adabı var. Onu bileceksin.
Bunu bilir bunu söylerim...
Vesselam...