Bugun...


Ahmet Kale

facebook-paylas
CEVAPLARIM II
Tarih: 29-01-2023 23:36:00 Güncelleme: 29-01-2023 23:36:00


Önceki bölümde hakkımdaki iddia ve ithamları cevaplamaya başlamıştım. Öncelikle hakkımdaki “fuar hesaplarını veremedi, vermeyeceğini söyledi” iddiasını cevaplayıp, diğer iddiaları bu bölüme bırakmıştım. Şimdi onları sıralayayım:

 

- “Ben iyi bir yönetici olamadım, bundan sonra yönetici olarak görev ve sorumluluk almak istemiyorum” demişim.

 

Bu konuya değindiğim tek yer benim yönetime verdiğim “5 Yılın Raporu” başlıklı metindir. Buradan anlaşılıyor ki H. Atahan raporu okumuş ama bu cümleden başka değerlendirecek bir şey bulamamış. Cümleyi de yanlış aktarıyor. Doğrusu raporda aynen şöyle geçiyor: “Bu 5 yıllık deneyimimim sonucunda, bundan böyle hiçbir kurumda, hiçbir idari yönetim görevi almama noktasına gelmiş bulunuyorum.“ “Ben iyi bir yönetici olamadım” kelimeleri benim metnimde yok. Aksine tüm yalnız bırakılmalara karşın, nasıl prestijli ve üretken bir yayınevi oluşturduğumuzu yazmışım. Kendisi benim iyi bir yönetici olmadığımı düşünebilir ama bunu bana söyletmeye kalkması düpedüz demagojidir.

 

- “… yönetim anlayışındaki zafiyetin de, kurumsallaşmaya direnç oluştur” muşum.

 

Bu yazı dizisi boyunca H. Atahan tarafından yapılan yayınevine kişi eklemelerini anmıştım. Burada sıralayayım tekrardan. Ayşe Yetmen, Cenk Ağcabay, Yakup … , Rıza Özer. Bu insanları kendisi bulup getirdi ve bu kişi artık yönetici diye tebligat yaptı bana. Hangisinin yayınevine ne kadar katkısı olabilmiştir kendisi anlatsın bunu. Nitelik olarak yönetici olmaya en yakın olan Cenk Ağcabay bile kendi iki kitabını yazıp yayınlatmak dışında yayınevine katkıda bulunmamıştır. Daha 1,5 yıllık iken Ayşe Yetmen’i “Ayşe yetiş, Ahmet yayınevini batıracak” diye getirip yamaması mıydı kurumsallaşma? Getirdiği tüm insanların benim gibi çalışmalarını istedim. Ne niyetleri vardı, ne enerjileri. Sadece onlar üzerinden denetlenmeye çalışılıyordum. Bu yüzden de “direnç oluşturdum” doğal olarak.

 

Projeye kaynak sağlamak için, geçmiş yıllarda, elinde var olanı harcayan; yetmeyince, bir bölümünü taşınmaz satarak, bir bölümünü de, bankadan kredi kullanarak karşılayan birisi; üstelik kimi alınmış ve proje için, çoktan harcanmış bulunan kredilerin ödemesini, hâlâ yapmaya devam ediyor ve bu durumu sürdürüyor” imiş.

 

Keşke bunları yazmasaydı, ben de cevaplamak durumunda kalmasaydım. Yazılanlar doğru değil. Ben 8 (sekiz) yıl boyunca oradaydım ve binanın 3 yıl süren restorasyonunda da 5 yıllık yayıncılıkta da neler olup bittiğinin ilk elden tanığıyım. Kitapların maliyeti belli. O zamanın fiyatları bulunup, hesapları dökülebilir. Mülk satışına ya da kredi almaya değecek bir maliyet asla çıkmaz ortaya. Yayınevi ofisi ve lojman, o binadaki 14-15 daireden sadece ikisidirler. Yani mülk satarak 15-16 dairelik bir dev binanın restorasyonu yapılmışsa bunu “yayınevine harcadım” diye göstermek gerçeklerle bağdaşmaz. Ayrıca, benim tanık olduğum, bazı formaliteleri için çaba harcadığım krediler alındı evet. Ama bunlar da yayınevi için değil, alınan yeni mülkler için harcandı. “Projeye kaynak sağlamak…” demek, bilmeyenler için, nasıl büyük bir fedakarlık yaptığını sergilemekse eğer, doğru değil. O süre içinde edindiği mülklerin maliyetini yayınevine harcanmış gibi göstermek fedakarlık değil, en basit deyimle gereksiz böbürlenmedir.

 

- “…hemen her şeyinin tek bir kişi tarafından yapılması …“deniyormuş, bu hem çok yanlış, hem de sakıncalıymış. “…yapılan işlerde hem amatörce, hem de profesyonelce pek çok insanın katkısı, emeği, alın teri vardır. Bu her şeyden önce o insanlara karşı saygısızlıktır” diyor.

 

Tek başına her şeyi başardı” lafı öncelikle kendisinden çıkmıştı. Daha önceki bölümlerden birinde yazmıştım. 2009 yılı sonlarında benim kızıma yazdığı bir mailde kendisi bu kavramı kullanmış, hatta “böyle bir projedaşım olduğu için gurur duyuyorum” diye eklemişti. Şimdi bunun hem çok yanlış, hem de sakıncalı olduğunu yazıyor. Yavuz Tanrısever, Burhan Elçin gibi arkadaşların, son aylarda katılıp matbaa aşamalarında destek olan A. Öztürk’ün amatörce katkılarını anladık diyelim. Profesyonelce katkıları kimler yapmış? Bunlar yayınevinin hangi kitabına ne tür katkılarda bulunmuşlar? Ne kadar süre yayınevinde kalmışlar? Ben cevaplayayım, bana eklemeye çalıştığı, emrivaki ile yönetime kattığı bu insanlar, çapsız, enerjisiz ve niyetsiz oldukları için birkaç ay aylık aldıktan sonra çekip gitmişlerdir.

 

- “Benim için, özeleştiri konusu olacak şey, Yayınevi Yöneticisini “çok yalnız bırakmak” değildir. olsa olsa, aşırı inisiyatifli ve denetimsiz bırakmak;” da deniyor. Çok yalnız bırakıldığıma bütün çevre tanık. “Denetimsiz” bırakıldığıma gelince nasıl denetlenmeye çalışıldığımı bir üst paragrafta özetçe, daha önceki bölümlerde de detaylıca yazdım. Üstelik yayınevinin 3 kişiden oluşan bir yönetimi vardı ve ben sürekli yazılı ve sözlü raporlar veriyordum. “… aşırı inisiyatifli ve denetimsiz” derken neler yaptığım da örneklense daha somut cevaplayabilirdim.

 

- Gelelim “sosyal güvencemin “varlığı” ve pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da gereğini yerine getirmediğim… Yayınevinin yerinin değiştirilmesine direndiğim” iddiasına.

 

Bu konuyu biraz açmam gerekiyor.

 

2006 yılında Sosyal İnsan A.Ş. kurulurken, o zamanki mevzuata göre 5 kişinin kurucu olması gerekiyordu. Kuruluşun detaylarını “Yayınevi Kuruluyor” başlıklı bölümde yazmıştım. 5 kişi kurucu bulundu. Kuruluşu yaparken en az 3 kişiden oluşacak yönetim kurulunu da oluşturup ilgili makama bildirmemiz gerekiyordu. H. Atahan o yıllarda aktif noter olduğu için şirketlere kurucu olabiliyor ama yönetici olamıyordu. O yüzden yönetim kurulu onun dışındaki 3 kişi olarak bildirildi. Fiilen her şeyle ben ilgileneceğim için de ben yönetim kurulu başkanı olarak belirlenip yazıldım. Ve daha şirketin kurulduğu gün ben işveren göründüğüm için Bağ-Kur’lu oluverdim. Düşünün günde ortalama olarak 14 saat başımı kaldırmadan çalışıyorum. Kitapları yayına hazırlayıp matbaada bastırıyorum, sırtımda dağıtımlara taşıyorum, iadeleri topluyorum, hesapları tutup harcamaları yapıyorum ve ben işveren konumundayım. SSK’lı olsam şirket benim primimi yatırmak zorunda. Oysa şimdi primleri ben yayınevinden artırıp yatırmalıyım. Zaman zaman yatırabildim, bazen yapılandırmaya gittik falan ama düzenli yatmadığı için borç birikiyor, faizle beraber meblağ büyüyordu. Arada bir H. Atahan’a Bağ-Kur primlerini yatıramadığımı söylediğimde sessiz karşılardı. Bir keresinde “yayınevi hesabından yatırsana” dedi. Ben de “abi yayınevi bu parayı çıkaramıyor ki” demiştim. O zaman “kızların parasını ertele, yatır primlerini” demişti. Kızlar dediğimiz yayınevine dizgi yapan Filiz Kalkan ve kapaklarımızı hazırlayan Hüray Kılıç idi. Zaten çok cüzi ücretlerle çalışıyorlardı. Böyle bir şey yapamayacağımı söyledim, üstelemedi.

 

Yayınevinden benim ayrılmamdan birkaç ay önce Bağ-Kur borçları için yeni bir yapılandırma imkanı doğmuştu. O zamanki borç 11-12 bin lira civarıydı. Yapılandırdım ve ödeme listesini aldım. Bana göre benim Bağ-Kur'lu değil, SSK’lı olmam gerekiyordu. Benim yönetim kurulu başkanı olmam onun noterliğinden dolayı olamamasından kaynaklanıyordu. Dolayısıyla borç onundu. Ben SSK’lı da olamadığım için bu borcu ödemezse tümden sosyal güvencesiz kalıyordum. Yayınevinde otururken yapılandırma listesini önüne uzattım. Alıp baktı, bir şey söylemeden masaya bırakıp kalktı gitti. Ben o borcu yıllarca ödeyemedim. Yıllar sonra yeniden bir yapılandırma hakkı verildiğinde borç 27 bin liraya ulaşmıştı. “Pek çok konuda olduğu gibi gereğini yerine getirmediğimi” söylediği konu budur işte.

 

Yayınevi yerinin değiştirilmesine direndiğime gelirsek; direnme şansım yoktu da çok atak davranmadım taşınma için, ağırdan aldım diyelim. Önceki bölümlerde yazdım; parasız bırakılmışım, işsiz kalmışım, evden çıkarılıyorum, ağır bir Bağ-Kur borcu kalmış üstüme, o şartlarda nasıl moralsiz olacağım düşünüleceğine, “yayınevi yerinin değiştirilmesine direndi” deniyor. Üstelik, yayınevi ara sokaktaydı, taşınılan yer Tarlabaşı caddesi üzerinde. Kendisi tasarruf amacıyla taşıdım diyor ama cadde üzerindeki yer daha çok kira getirecek bir mülkü. Asıl neden benim binadan tamamen uzaklaştırılmam gibi geldi bana. O yüzden bir süre asık suratla dolaştım, taşınmaya elim varmadı ama sonunda taşındık. Ayrıca sadece bu konuya özel bir mail yazarak, bu tavrımdan dolayı özür diledim kendisinden. Özrümün değeri olmamış olacak ki aylar hatta yıllar sonra bile eleştiri olarak yazabiliyor.

 

- “Yapacağımız tasarruflar ile Yayınevinin bütçe açıkları kapatabilir; projelerin 2. Aşamasına geçebilme gücü ve olanağına kapı arayabiliriz…” Önemli argümanlardan biri de bu. Buna da bakalım:

 

Kastedilen tasarruf lojman ve yayınevi ofislerinden sağlanacak tasarruf (bu arada yayınevini cadde üstündeki binasına taşıdığını unutuyor sanki). İlk mailinde ayda 2.500, yılda 30 bin TL iken ikinci mailde ayda 5, yılda 60 bin oluyor rakam. Bu rakam tasarruf edilmiş, 3 yılda 180 bin olmuş. Dolayısıyla bu tasarruflarla “ projelerin 2. Aşamasına geçebilme gücü ve olanağına kapı arayabilir” olmuş yayınevi. Ama görülüyor ki bu tasarruflara rağmen kapı aralanamamış. İkinci mailin yazıldığı 2014 yılını esas alırsak, bugüne dek 9 yıl kadar bir zaman geçmiş. Bu 9 yılda bırakın projenin 2. aşamasına (Yayınlanmamış eserlerin çevirtilip yayınlanması ve en az bir eserin bir yabancı dile çevrilmesi) geçilmesini, yayınevinin normal faaliyetleri bile rölantide kalmış. Bu 9 yılda yeni yayın olarak; benim daha önce hazırladığım ama yukarlarda yazdığım nedenlerle basımları ertelenmiş 2 kitap, Tarih Devrim Sosyalizm ve Komün Gücü basılmış. Broşür olarak daha önce defalarca basılmış Anarşi Yok, Büyük Derleniş basılmış. Bir de Cenk Ağcabay’ın 3. Kitabı olan Savaşçı Bir Hayat… kitabı basılmış. Dolayısıyla yayıncılığın, özellikle de Kıvılcımlı yayıncılığının sadece şu kadar tasarruf etmeyle başarılamayacağını göstermiş olundu. Zaman zaman çevremizde dillendirilen, “11 yıldır A. Kale’nin bastığı kitapların tashih yanlışlarını bitiremedik ki yeni kitap basalım” abukluğunu duymazdan geliyorum. Kıvılcımlı’nın Tarih Devrim Sosyalizm eserinin yabancı dile çevirtilmesindeki başarısızlığı detaylıca yazmıştım, tekrarlamayayım.

 

Buraya “yayınevi bitti propagandası yaptığım ve her yerde aleyhte kampanya yaptığım” iddiasını ve cevabımı da alayım.

 

Evet cümlenin birinci kısmı doğru. O zaman “Her ne kadar son vermenin adını “uyuma” olarak koyduysak da fiilen BİTTİ” demiştim. Şimdi de aynı görüşteyim. Az yukarda yazdım; O kadar tasarrufa rağmen benim ayrıldığım 2011 yılından bu yana 11,5 yıl geçmiş, ürünler ortada. İkisini benim hazır bıraktığım toplam 3 kitap, bir de broşür basılmış. Hiçbir fuara katılınmamış, panel yok, söyleşi yok. Bitti desek ne olur, bitmedi deseniz ne olur? Ancak cümlenin ikinci kısmı yani “her yerde aleyhte kampanya” yaptığım iddiası yanlış. H. Atahan sosyalist ortamda hiç bulunmadığına göre, görevlisi yanlış bilgi vermiş olmalı. Bir kere orada basılan tüm kitaplar (C. Ağcabay’ın son kitabı hariç) benim hazırladığım kitaplar. Benim emeğim yani. Kendi emeklerimin aleyhinde kampanya yaptığım söylentisi tamamen yanlış bilgilendirme. Yayınevinden ayrıldığım günden itibaren, parasız  bırakılmam, barınaksız bırakılmam, Bağ-Kur primlerimin başıma yıkılması üzerine konuştum elbette. Ama yayınevi ve yayınlar üzerine kampanya falan yapmadım. 2014 yılında Bilim ve Gelecek Kitaplığı yayınevinden yayınladığımız “Kıvılcımlı Külliyatı (Ayrıntılı Bibliyografya)” kitabımın sunuş yazısında; “Kitapta çeviri ve telif olarak yayımlanmış toplam 68 kitabın kısa veya uzun tanıtımları yapıldı. Bu eserlerden yapılan tüm alıntılarda kitapların Sosyal İnsan yayınları tarafından yapılan baskıları esas alındı.” Demişim. Keza 2017 yılında Dipnot Yayınları için hazırladığım “Hikmet Kıvılcımlı Kitabı”nda da aynı yöntemi kullandım. Yani ben yayınevi ve yayınlar hakkında aleyhte kampanya yapmadım ama yayınevi görevlisi tarafından benim aleyhimde küfür ve hakaret kampanyası hız kesmeden 10 yıldır sürdürülüyor.

 

- “Ahmet Kale arkadaşımızın öngördüğü ve taahhüt ettiği şekilde, kendi ayakları üzerinde durmayı başaramadı. (2006 yılında “6 ayda kendini finanse eder hale getireceğim” demesine rağmen…” deniyor.  Bunun ayrıntılı cevabını geçtiğimiz bölümlerde yazmıştım ama biraz ek yapayım. “Öngördüğüm” doğru ancak “taahhüt ettiğim” ve “6 ayda kendini finanse eder hale getireceğim” ekleri demagoji yapmaya hazırlık olarak ediliyor. Bastığımız kitapları “doktorcu” grupların asgari sayıda da olsa alacağı, kitabevi satışlarıyla da yayınevinin döneceği öngörüsüydü benimki. Ancak gruplar almadılar. Derleniş yayınları zaten kendileri de basıyorlardı kitapları. Ayrıca benimle anlamsız bir husumet güderek tavır almışlardı. SODAP ve TÖP grupları H. Atahan’ı “Genelkurmay’ın adamı” gördüklerini söyleyip uzun süre almadılar. Yayınevi kurulduktan sonraki bir toplantıda “her kitaptan 500 tane bana yollayın” diyen Sarp Kuray, 5’er tane bile almadı. Dolayısıyla benim öngörüm tutmadı. Ama ben değil hiç kimse, söylendiği gibi “taahhüt” edemezdi. Mantıklı olmazdı zaten. Ben de etmedim.

 

- Cevaplarımın sonuna doğru gelirken, gelelim benim yayınevine ait hard diski habersiz olarak aldığım, buradan aldığım metinlerle “Allah Peygamber Kitap”ı Bilim ve Gelecek Kitaplığı Yayınevi’nden, “Tarih Devrim Sosyalizm” eserini de korsan bastığım iddiasına;

 

Yayınevinde 2 adet bilgisayar vardı. Bunlardan Mcİntosh olanı Suat Şükrü Kundakçı’nın katkılarıyla yayınevine alınmış, bütün yayın işlerinin yapıldığı bilgisayardı. Diğeri ise arkadaşım Yavuz Tanrısever tarafından şahsıma verilmiş Windows masaüstü bilgisayar idi. Benim odamda ve kullanımımda olan bilgisayarda kitap hazırlıklarının ön aşaması yapılırdı ama esas çalışma diğer bilgisayardaydı. Benim olan bilgisayarda da benim bütün kişisel arşivim, yazışmalarım, resim ve müzik arşivim vardı. Ayrılırken Mcİntosh bilgisayara hiç dokunmadım. Zaten onun sistemi farklıydı ve ben anlamazdım. Yavuz’un bana verdiği bilgisayarı da ayrılırken almayı düşünmedim. Masa üstü bilgisayarı taşıyacak halde değildim ve zaten başka bir arkadaşım kullandığı laptop’u bana vereceğini söylemişti. Bunun üzerine anlayan bir arkadaşımdan benim kullandığım bilgisayar hard diskindeki bilgileri kopyalamasını istedim. Bu arkadaşım İsmail Erdoğan olup, o zamanlar H. Atahan’ın kiracısıydı. İsmail bana eğer tüm bilgiler bana ait ise kopyalama yerinde boş bir hard disk alarak bilgisayara takacağını, dolusunu bana vereceğini söyledi, öyle yaptık. İsmail halen ulaşılabilir durumda. Yıllardır, H. Atahan’ın “Ahmet yayınevi hard diskini habersiz aldı”, görevlisinin de “Ahmet hırsız, hard diski çaldı” dedikleri olay budur. O hard diskte yayınevine ait bitmiş bir çalışma yoktu. Tamamı bana ait olan bilgi ve belgeler ve benim ön çalışmalarım vardı. Ayrıca velev ki metinleri almış olayım; onlar Kıvılcımlı’nın kan işeyerek ortaya çıkardığı, insanlığa ait ürünlerdir bu bir, ikincisi, o eserleri yayınlanır hale getirmek için geceli gündüzlü çalışan benim. Sizin paranıza sığmaz o eserlerin mülkiyeti. Allah Peygamber Kitap metnini ücretsiz bir miktar kitap karşılığı sattığım iddiası dünyaya para gözüyle bakmanın sonucu olsa gerek. Alınan 50 kitap o zamanlar kurduğumuz “Kıvılcımlı okumalar grubu”nun kitap ihtiyaçlarına kullanılmıştır. Tarih Devrim sosyalizm eserini korsan bastığım iddiası da yanlış istihbarat. O zamanlar okuma grubunda eksik olan kitaplarımızı Gümüşsuyu’ndaki Net Copy merkezinde renkli fotokopi yöntemiyle çoğaltıp, ona kapak takarak kitaplaştırıyorduk. En yüksek sayıda bastığımız örnek olarak verilen Tarih Devrim Sosyalizm kitabıdır ki 12 (on iki) adet basılmıştır.

 

Ayrıca telif konusunda daha önce de yazmıştım, tekrarlayayım: H. Atahan’ın elindeki telif belgesi –kendisinin sık sık tekrarladığı gibi- yasal ve meşru değildir. Olsa dahi Kıvılcımlı’nın eserlerini falan veya filan kişinin telifine sıkıştırmaya kalkmak karşı devrimciliktir. Severim sizin kapitalist telif anlayışınızı. Hiç uymadım, uymam da bundan sonra.

 

Ek olarak şunu da yazayım: Mailin bir yerinde “yayınlanan kitaplar ve sunuş yazılarında, daha önceki uygulamamıza ve yönetişim anlayışımıza uygun davranmayışları…” da diyor. Şaşırmadım desem yalan olur. Yayınevinde yayınlanan bütün kitaplara (Cenk Ağcabay’ınkiler dahil) sunuş yazılarını ben yazdım. Bu konuda H. Atahan’dan gelen tek tepki, benim derlemem olan Tarih Yazıları kitabına yazdığım sunuşta Fuat Fegan için “Fuat ağabey” dememe karşı bana da değil arkadaşlarıma söylediği, “kitap sunumlarında böyle hitap olmaz” deyişidir. Bence olur deyip geçiyorum.

 

– Cevapları bitirmeden son olarak bir konuya daha değinmeliyim:

 

Ahmet Kale’ye, çok az kimseye duyduğum sevgi ve saygı ile yaklaştım. Hiç kimsenin gösterdiğine şahit olmadığım dostluk ve dayanışmayı gösterdim. Ahmet Kale’ye yapacağınız en içten dostluğun ne olduğunun takdiri elbette sizlere aittir” diyor H. Atahan.

 

Burada hem kendisinin ne kadar alicenap olduğunu belirtiyor, hem de benim arkadaşlarıma “siz benim yaptığımı yapamazsınız” demeye getiriyor. Bu yazı dizimin başlarında İstanbul’a geliş şartlarımı ayrıntılarıyla yazmıştım. O zaman benim yayınevine katılmam için gösterdiği gayrete teşekkür etmekle beraber; kendisi için değil ama Kıvılcımlı’nın eserlerini toplu eserler biçiminde basacak bir yayınevi oluşabilmesi için, 3 yıla yakın fiilen inşaatta çalıştım, 5 yıl günde ortalama 13-14 saat kitapları hazırladım, bastırdım, dağıttım, fuarlara taşıdım. Yani tam zamanlı olarak kendimi adadım. Unutmadan yazayım, ne kadar para harcamış olursa olsun, H. Atahan’ın yayınevi projesine katkısı toplam servetinin bilmem kaçta biridir. Oysa ben tüm sermayemi, enerjimin, zamanımın, sağlığımın, bilgi ve bilincimin tamamını koydum projeye. H. Atahan’a, “ya Haşmet’in de şu kadar parası gitmiş…” diyenlere, sağda solda bana küfür ve hakaretler savurarak gezenlere, hani "Emek en yüce değerdi, noluyor beyler bayanlar?” diyorum. Hele, “Hiç kimsenin gösterdiğine şahit olmadığım dostluk ve dayanışmayı gösterdim” demesini anlamak mümkün değil. Defalarca konuşmuştuk kendisiyle de; ben 12 Eylül şartlarında bir gün bile yurt dışına çıkmadan tam 7 yıl siyasi kaçak olarak dolaşmış birisiyim. Bu şartlarımda benimle dayanışma gösteren arkadaşlarım ondan daha mı az dostluk ve dayanışma göstermişler bana? Yayınevinde çalışırken bile velayetini alıp yanıma getirdiğim kızımın harçlık ve okul ihtiyaçlarını karşılayan arkadaşlarım da keza. Kendisi beni parasız, barınaksız ve sosyal güvencesiz bıraktıktan sonra da “hadi buyrun, siz yapın bakalım” dediği arkadaşlarımın hiç eksilmeyen dostluk ve dayanışmalarıyla hep ayaktayım ve üretim yapmaya devam ediyorum, edeceğim.

 

GELECEK YAZI: Son Sözler



Bu yazı 5932 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI