Tarih Tezi’nin ana kitabı olan Tarih Devrim Sosyalizm 1965 yılında yayınlandığında, tezin somut uygulamaları olarak İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere ve Son Geçiş: Japonya kitaplarının da yayınlanacakları ilan edilir. Tarih Devrim Sosyalizm ile aynı yıl …İngiltere eseri de yayınlanır.
Tarih Tezi’nin başka bir somutlaması olan “İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme Son Geçiş: Japonya” kitabı ise duyurulduğu halde yayınlanmamış hatta yeni yazıya bile aktarılmamış.
1965 döneminde yazılmış olmasına rağmen “İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme Son Geçiş: Japonya” kitabı ilk olarak 2000 yılında Tarih Bilimi Kitapları tarafından yayınlandı.
Kitabın ne künyesinde, ne yayıncıları tarafından yazılan “Önsöz” ve sona eklenen “Son Anı” yazılarında, eseri yeni yazıya aktaranın kim olduğu yazmıyor.
Ancak o dönem çevirtip yayınlamak üzere yayınevine verenler, Ahmet Hazerfen tarafından çevrildiğini söylüyorlar.
Okuyanlar görecektir, yayınlanan metin, hem biçim hem de anlam yanlışları içeriyor. Çeviren ve yayınlayanlar hemen hemen hiçbir özen göstermemişler.
Yayınlayarak yapılan hizmetin önemine binaen biçimsel yanlışlar hoşgörülebilir ancak anlam kaymaları hatta zaman zaman anlatılmak istenen teze zıt düşecek cümleler kullanılmış olması, özensizliğin de ötesinde yanlışlara yol açmış. 2011 yılında Sosyal İnsan Yayınları yöneticisi iken başka bir çeviri olduğunu duyup çevireninin oluruyla metni yayınlamak üzere almıştık. Kitap olarak yayınlarken her iki metni karşılaştırıp Galip Aksungur tarafından yapılan yeni çeviriyi esas almıştık. Tabii ki iki metni de karşılaştırken tereddüde düşülen yerlerde eski yazı bilenlerden yardım da alınmıştı, orijinal eski yazı metne baktırılarak. Sonunda ortaya çıkan metin, defalarca gözden geçirilip yayınlanmıştı. Bugün daha kesinlikle söyleyebiliriz ki, Tarih Bilimi Yayınevi tarafından yayınlanan kitap, Kıvılcımlı’nın eserinin son derece bozuk bir çevirisidir ve okumalarda temel alınmamalıdır.
“Yeryüzünde modern kapitalizme kesince ilk giren ülke İngiltere ise, kesince son giren ülke de Japonya’dır.
“Japonya’dan sonrada kapitalizme giren ülkeler olmuştur. Ama onların girişi, hiçbir zaman Japon başarısını gösterememiştir.
“Neden ?” (s. 9)
Diyerek başlar kitap. Ve kitap boyunca bu “neden” tartışılıp çözüme kavuşturulur. Önce şöyle bir tespit yapılır:
“Japon ‘HARİKA’sı yahut ‘MUCİZE’sinin anahtarı: Bütünüyle Japon toplumunun sosyal (tarih ve insan) üretici güçlerinde gizlidir. Gerçek sosyal devrim: Birkaç kişinin veya bir zümrenin eseri olmak şöyle dursun, en belli başlı bir büyük sosyal sınıfın bile, toptan ve bilinçli davransa dahi, tek başına kalırsa başarabileceği bir iş değildir. Sosyal devrim: Bir toplumdaki bütün sosyal sınıfların hep birden içine girdikleri dönemcil krizle doğar. Bu basit ve en az yüzyıldan beri açıklanmış hakikat, bütün çok yanlılığıyla ele alınmadıkça, “Japon Mucizesi” üzerine yapılacak iddialar, birbirini tutmaz yakıştırmalar olur.” (s. 11)
“Japon Mucizesi” denen şeyin ne olduğu konusunda Batılı araştırmacıların tutarsızlıklarını maddeledikten sonra, Japon tarihi hakkında değerlendirmesini şöyle somutlar:
“En elle tutulur belgelere göre Japon tarihi budur. Japonya’da ilk iz bırakan toplum biçimi: Toprak kap kullanan göçebelerdir. Bu tip toplum, Aşağı Barbarlık Konağıdır. Avcı ve balıkçılar arasında toplayıcıların bulunuşu, Japonya’da barbarlıktan önceki vahşet çağından kalıntıların da bulunduğunu gösterir. Ancak bütün yeryüzünde olduğu gibi, Japonya’da dahi barbarlık toplumu en aşağı konağında başlar başlamaz; vahşet çağı insanı için, yeryüzünde yaşama alanı kalmamıştır. Problemin sosyal yüzü budur.”(s. 16)
Daha sonra Japon toplumunu şekillendirecek olan göçleri tespit eder. Buna göre, hilal şeklinde dizilmiş olan Japon adalarının ana kıtaya en çok yaklaşan Hondo adasına Moğollar, Kiyuşu adasına ise Malezyalılar göç etmiş ve giderek diğer bölgelere yayılmışlardır.
Japon barbarlarının çevrelerindeki Ana kıta medeni topluluklarıyla ilişkileri de dünyanın diğer bölgelerindeki barbarlık-medeniyet ilişkilerinden farklı olmuştu.
“Japonların Kore akını, örneğin Hunların Roma medeniyeti üzerine yahut Moğolların Çin ve İslam medeniyetleri üzerine saldırışları kadar, büyük tarihsel devrimler yaratacak çapta olmadı. Bu bakımdan Japonyalılar, çöken bir medeniyet denizinin içine düşüp boğulmadılar. Kore’ye giderlerken götürdükleri toplum biçimlerini fazla değiştiremediler. Hâlâ “aile” temeline dayandırılan Japonyalı idarecilik, henüz en basit bir kentleşme yerleşikliğine kavuşmamıştı. O bakımdan içlerinde “Asil Hanedanlar” aramaktansa, geniş aile demek olan Kan teşkilatlı orta barbarların asker ve ruhani şeflerini görmek gereklidir. Nitekim, Japonların Kore’de “yerleşmeleri” kadar, Kore’den “kovulmaları” da, onun için pek kolay, adeta “iz bırakmadan” oldu.
“.Yalnız Çin medeniyeti, Japonyalı barbarları kendi içinden kovduysa da; Japonyalı barbarlar, Çin medeniyetini kendi içlerinden kovamadılar.” (s. 31)
“Dünyanın bütün öteki barbarları; hep içine düşürüldükleri medeniyet denizinde boğuldular. Japonlar, bir ara yanılıp karşılarındaki yarı barbar Kore’ye atladılar. Çok geçmedi, orada medeniyetin rezillikleriyle çürümeden, gerisin geri kendi adalarına püskürtüldüler. Ne çare ki, Taikwa Reformu, altlarındaki ortak toprağı Osmanlı dirlik düzenine; üstlerindeki kan teşkilatlarını ve güçlü Saşemlerini, Çin fağfuru taklitçiliğine çevirmişti. Ondan sonra bu çevriliş, Japon kağıdı üzerine düşen yağ damlası gibi boyuna yayılacaktı.” (s. 35)
Daha sonra Japon toplumunun orta barbarlık aşamasından yukarı barbarlık aşamasına evrilmelerini Japon edebiyat tarihinin dönemlerine dayanarak açıklar. Edebiyat tarihinde birbirini izleyen 6 çağı belirleyerek yapar. Japon toplumu kentleşme aşamasına gelmektedir. Ancak Japonya öyle bir coğrafyada idi ki, klasik medeniyete geçişleri yaşayamazdı.
“Batısında, kaçıncı tarihsel devrimle en berbat derebeylikleşme batağından kurtulamamış; fosilleşmeye ikvanadonlar kadar müstehaseleşmeye [fosilleşmeye] mahkum antika Çin medeniyeti, ölüm döşeğinde solugan yatıyordu. Bu şartlar, Japonya’yı cihan ekonomisinin muhtarı bir Hicaz geçidinin durumuna getirip, orijinal bir Japon medeniyetine ulaştıramazdı. Orijinal Çin medeniyetinin Rönesans’ı olmasına gelince: Japon barbarlığı, Kore’ye tahtasında sonucunda boyunun ölçüsünü almıştı. Uç doğu medeniyetleri, ancak Konfüçyanizmin kırtasiyeci devlet kapıkulluğu sistemini, şatafat ve başarı ile gözleri kamaşmış bir avuç güdücü Japon savaş şefine kabul ettirebilirlerdi. Uç doğu medeniyetleri, ancak Budizm’in bozguncu dervişlik psikolojisini, Kore’den kovulmanın sancısıyla kıvranan Japon güdücü barbar şeflerine, bir gönül alma macunu gibi yutturabilirdi. Medeniyet, medeniyetti. Ne de olsa geri barbarlıktan üstün üretim ve tüketim metotları sağlamıştı. Japon barbar, bu medeni metodların etkisini ve sonuçlarını yok sayamazdı. O etkilerle, -tıpkı yakın doğuda muazzam Irak ve Mısır medeniyetlerine komşu Hicaz vahalarında ve geçitlerinde, Mekke-Medine’nin ilkel barbar yerleşim noktaları oluşu gibi- Japonya da, birkaç yukarı barbarlığa özenti kentçikler kurabildi.” (s. 43)
Daha sonra Japon kültür ve toplumunun gelişme basamaklarını temsil eden 6 çağ (Nara, Heian, Kamakura, Namboku, Morumaçi ve Tokugava) tek tek özellikleriyle incelenir ve Japon toplumunu kapitalizme taşıyan bu özellikler anlatılır.
Ancak bütün bu gelişmeler karşısında Japon toplumu da sınıflaşma aşamasına gelmekten geri kalamazdı:
“Oysa dünyada ve Batı Avrupa’da etki yapan aynı sebepler, ister istemez Japonya’da da aynı sonuçlara doğru gidecekti. O zamanki dünyanın sapa Japon adalarına sıkışıp kalmış bulunan ilkel sosyalizm düzeni, yer yüzene kapitalizm biçiminde egemen olmuş, bezirgan etkilerinden sonuna değin uzak kalamazdı. Biraz daha geç, daha güç, Japonya insanlığı da üst tabakalarının binlerce yıldan beri o kadar dört elle sarıldıkları bezirgan münasebetlerinden yakasını kurtaramayacaktı. İlkel sosyalizm kendi başına doğrudan doğruya modern sosyalizme geçemezdi. Fakat her toprak üretmenlerinin arasına sanayi-ticaret işbölümü girer girmez, ‘tefecilik’ sokulacaktı. Tefecilik, İlkel Sosyalizmin kanseridir. Ona tutulan bir toplum er geç şu iki sosyal sonuca varırdı. 1- Hür üretmenlerin züğürtleşmesi; 2- Üretmen olamayan aracıların türeyip zenginleşmesi.” (s. 92-93)
Ve son söz:
“Bezirgan sınıfı, Japonya’da doğmuş ve ekonomi temeline el atmıştı. Ondan sonra Japon toplumunun bütün üst yapısı: Sosyal sınıfları-aile teşkilatı-politikası-ahlakı-dini-edebiyatı o sınıfın eğilimlerine göre yönelecekti.” (s. 98)
Kıtap burada biter. Son derece ayrıntılı incelemelerle, son derece önemli sonuçlara ulaşılmış olmasına karşın, sanki bitmemiş izlenimi var. Kitabı sağlığında yayınlamamış. Bize kalırsa üzerinde biraz daha çalışarak, yeni verilerle daha somut sonuçlara ulaşmayı düşünüyordu Kıvılcımlı. Orijinal metin mikrofişlerde var gerçi ama arşivler karıştırıldıkça bu önemli eserle ilgili başka sayfalara da ulaşılacaktır belki.