Bugun...


Mehmet Akkaya

facebook-paylas
T.Hobbes ve J.Locke’tan Hegel ve Marx’a
Tarih: 11-02-2016 17:57:00 Güncelleme: 11-02-2016 17:57:00


Liberal felsefeler tarihsel olarak daha eskidir; kökleri 15. ve 16. yüzyıllara kadar uzanır. Felsefe tarihi kitapları bu konuda T.Hobbes ve J.Locke’un adını zikrederler. Marksizm ise yenidir, 19. yüzyıldan öteye geçmez. Marksizm siyasal planda sosyalizmi/komünizmi hedefler. Bu istikamette felsefe yapan filozofların başında, Marksizmi en geniş düşünce sınırlarıyla göz önüne alırsak, Hegel ve Marx’ın geldiği rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamdaki felsefenin yıldızı bütün dünyayı aydınlatırken aydınlanan ortam, emekçiler açısından büyük umutlar vaad eden bir dönem olmuştur. Adeta ayaklar baş olmuş; emekçiler, işçiler, yoksul köylüler kısa bir süre için de olsa iktidara gelmişlerdir. Denilebilir ki, felsefe maddi silahlarını kitlelerde, kitleler de manevi silahlarını felsefede bulmuştur. Yüz yıl sonra baktığımızda bu çalışan sınıflar yani zenginliklerin kaynağı olan sınıflar iktidarlardan uzaklaştırılmış, yeniden köleleştirilmişlerdir. Yani mülksüzleştirenler mülksüzleştirilmiştir; sonraları ise yeniden başa dönüldü. Fakat bir farkla: Artık mülksüzlerin büyük bir deneyimi var, tarihi var, bilgisi var, birikimi var.

 

Çağımızın felsefesi dışında, başta liberal felsefe olmak üzere eski felsefelerin hiçbiri, çalışanlara “insan” muamelesi yapmadı, yapmadığı gibi onların yönetme yeteneklerinden de söz etmedi. Çalışanların yönetme yeteneklerinin keşfi kuşkusuz ki 19. yüzyıl felsefesine aittir. Sokrates’le başlayan büyük filozoflar kuşağının Platon ve Aristoteles gibi düşünürlerinin gözünde köleler iş gören diğer aletlerden başka bir şey değildi. Aristoteles köleleri açıkça “canlı araçlar” diye anmıştır. Siyasal ve sosyal bakımdan felsefeler “elitist felsefe” düzeyinden öteye gidememiştir. Ortaçağda ise insan, özellikle de çalışanlar, Tanrının kulundan başka bir şey değildi. Çalışanlar, “Tanrılarına itaat eder gibi efendilerine itaat etmeleri gereken” varlıklardı. Yeniçağın J.Locke gibi büyük düşünürleri açısından da kuşkusuz ki mülkiyeti olan birey daha değerliydi. Çağımızın ve günümüzün liberal felsefeleri işte bu mirası olduğu gibi almış, onu kısmen yumuşatmış olsa da katı, donuk ve dokunulmaz nitelikleriyle benimsemiştir. Marksist düşüncenin sürdüğü iz ise farklıdır. Felsefe tarihinde doğa filozoflarından, Demokritos ve Epikuros gibi maddecilerden ve sofistler olarak bilinen sorgulayıcı ekolün ağırlığı ve önemi bilinir. İşte Marksizm, yeni düşünce kaynaklarının dışında, olsa olsa bu tarihsel ekollere yakın ve yatkındır. Genel olarak insan özelde de üretim içindeki insanın gücünü keşfetme onuru, bu kaynaklardan da beslenmiş olan Hegel’e ve özellikle de bir noktaya kadar onu maddeci titizlikle gözlemleyen Marx’a aittir. Emekçilere yol haritasını diyalektik düşüncenin kurucusu da olan işte bu filozoflar vermiştir. Haritada yollar doğru çizilmişti, çok geçmeden sonuçlar alındı: Fransa’da (Paris’te), Rusya’da, Çin’de ve Doğu Avrupa’da…



Bu yazı 9286 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI