Duydum çekip gitmişsin adını "kahpe" koyduğun dunyadan ve işitir işitmez tüm gökyüzündeki yağmur yüklü bulutlar boşaldı gözlerimden güneşin kuytu köşelerinde.
Sevdaya vurulmuş tutkun sevdalılar ay ışığı takarken pencerelerine, kendi kanımı içtim, kendime bile susuzluğumu hissetirmekten çekindim, hıçkıra hıçkıra içime ağladım.
Keşke dedim, keşke bir isteğini yerine getirmiş, azda olsa mutluluk duyacak kadar ona ilgi gösterseydim, dedim.
Bir lokma ekmektir yediğim, yarısı hep senin, dediğin gibi Taylan.
Ve, yaşadıkça diyeceğim bunu, paylaşmak en büyük erdemdir...
İnsan, kadın vatandaş olarak insanlık adına hürriyet davası açtım, hür vicdanı olmayan insanların aklı da hür olmaz.
Yandaştılar kimisi kimisine, olsun biz biliyoruz Taylan sen kazandın diyebilseydim, keşke.
Diyemem, öylesi ölümü kutsamak olur...
Musevinin dediği gibi, bir malın ucuzunu alacak kadar zengin değildim, ucuz insan hiç değilim, değiliz.
Fakat her ölüm ucuz arkadaşım...
Yaşamın hakkını verelim diyen sen yoksun işte şimdi.
Demek ki ölüm ucuz...
Yaşamım çok pahalı, bedelini ödeyemem, kimseye de ödetmem, demiştim. Ben aynı yerdeyim sen artık istesem de, istesen de gelemezsin.
Bugün adaletin müebbetle sonsuzluğa mapus edildiği ülkemde özgürlük savaşçısı bir kadın olarak direniyorum, tek başına da kalsam direneceğim...
Korkmuyorum Taylan...
Aslında hiç korkmadım, istedim sende yürü üstüne üstüne, bırak hesap kitap işlerini...
Korkuların üstüne gitmek de bir başarı arkadaşım.
Sana benzeyen bir suret hızlı hızlı koşturuyor, elinde sımsıkı tuttuğu çiçekler sanki yüreği gibiydi, düşüverse oracıkta ölüverecek. Bedeninin kontrol edemediği heyecanlı hareketi ile ritim tutmuş koşturuyor.
İçten ve gözlerinin içi parıldayırak "işte geldim" diyebildi soluk soluğa, yanımdan geçerken kendi kendine.
Saate baktı, o da gecikmişti, senin gibi.
O kadar koşturmasına rağmen, nasıl bu kadar geciktiğine şaşırıyordu herhalde, sağa sola doğru bakınarak.
Sevdiği kadın çoktan gelmiş sade kahvesinden yılların özlemini içer gibi özene özene yudumlayarak bir elinde okumak için özenle katlanmış gazeteye bakıyordu.
Seni gördüm, bizi gördüm be Taylan...
Gecikmiş olmak belki elinde değildi, belki geçerli mazareti de vardır. Ama kadın çoktan gelmişti, mazeret bulacak değildi, gecikmenin de mazereti olmazdı. Hepte geç kalınmış olunmaz zaten.
Masaya yaklaştı, başını önüne eğdi, merhaba dedikten sonra çiçeği uzattı. Fakat gecikmiş olmanın verdiği özgüven kaybı gözlerini yere düşürdü, suçlu ve eksik hissediyor belliki kendisini.
Oysa
Oysa ki Taylan, güçlü kadın güçlü kişilik ister karşısında, yerimden kalktım gittim ve sümsük müsün, deyiverdim sanki ve gözlerini gördüm, yaş dolu gözlerini gördüm, kalkamadım yerimden, ağladım gözyaşlarımı içime akıtarak.
Kadın, uzandı çiçeği aldı teşekkür etti, oturması için nazikçe yer göstererek, çiçekler çok güzeller, leylakları çok sevdiğimi düşünmüş olmanız ayrıca mutlu etti beni, dedi.
Kendinden utanmadan telaffuz edebileceği en gerçek düş neredeyse gerçekleşmek üzereydi, adamın.
Artık yaşamadığı şehirde, deniz kenarı bir evde körfez rüzgarlarıyla bir öğle vakti kıpırdayan tül perdenin ardındaki yatakta onunla uyuyucağını hayal edebilirdi.
O kadar yaklaştığı hissiyle, rica ederim, diyebildi heyecandan boğazı kurumuş kısık bir sesle.
Deniz kokan saçlarının, henüz serinliğini kaybetmemiş vucudunun kendisine değdiğini, dudak dudağa yatarken tatlı nefesinin yüzünün her yanına ulaştığını, onu kollarının arasında sıkmak, daha sıkmak, eriyik bir çikolata gibi boğazından içeri akmasını, tüm damarlarına, kılcallarına kadar yayılmasını istediğini fark etti.
Avuçları terlemiş olmalı, masanın altına çekti kollarını koydu dizlerinin üzerine, keten pantolonunu düzeltir gibi kuruladı ellerini.
Onsuz geçireceği zamanın azaplı hikayesini düşünmemeye çalışarak teslim olmuştu uykuya, onu kaybettiği zamandan bu zamana isyan etmek ister gibi kendine geldi, irkildi.
Ellerini masanın altından çıkarıp nasılsınız, diyebildi.
Yüreği sanki yerinden çıkmış gibiydi.
Uyanıkken rüya görmemeliyim dediğini hatırlıyordu ama görüyordu işte, nedense ters çıkarlardı rüyalar, güzel rüyalardan uzun zamandır kaçıyordu adamcağız.
Sevdaya da gem vurulmazdı...
Yüzüne yayılan, sevimli olduğu kadar gururlu gözüken ifadesiyle bakarken görüyordu kendisini tülün ardından.
Denizin içinde yükselen bir aynadan geçtiğini gördü.
Ansızın mesafesiz uzaklıklardan gelen ölü bir arkadaşının, koyu renk bir midilliye bindiğini, karma karışık bir denize yüksek kayalıklardan atlayan donuk çocukları izlediğine şahit oldu.
Ölümler çok acı arkadaşım.
Ölümler çok acı Taylan.
Çantasında ince uzun topuklu kırmızı ayakkabılar taşırdı ilk gençlik yıllarında. Annesinden gizli gizli belkide bu kadın da.
Sevdiğinin sevdiğini bilirdim, diye mırıldanmışım.
Bir kadın tam da öyle olmalıdır, diye düşünerek geçirilen anların yüzündeki hüznü henüz yeni yeni sönerken, umudunu kaybetmeye başka başka imajlarla sarsılıyor olmalıydı, adamcağız.
Tir tir titriyor, yazık bu kadar da sevgiden korkulmazki be adam, dünyanın sonu mu?
Gün, akşamın ağırlaşıp kendisini yere yaklaştıran karanlığına teslim olmadan hemen önce telaşla ve son bir gayretle araladığı bağrından çıkartıyordu sevdiği için sakladığı güneş parçalarını.
Elleri, elleri niçin bu kadar terliyorum, diye isyan edercesine pantolona dizlerine gidip geliyor...
Ruhu huzurla doluyordu, ellerini tutuyordu, koşalım diye sorup sormadığını hatırlamıyordu bile, sahilin kumsalında.
Sesler, sesler uğulduyordu, dağlar ufalanıyordu, parça parça kopuyorlardı omuzlarından aşağılara doğru, karşısında sevdiği kadın şen şakrak konuştukça.
İşte tam da bu yüzden göz pınarlarında biriken yaşların hangi sebepten olduğunun önemi olmadığını akıl etti.
Sevinç, keder, özlem, nedensiz de olsa ağlayabileceğini bildiği için şanslı hissediyordu kendisini.
Kireç badanalı ve pervazları yeşilli, kırmızılı boyanmış evlerin süslediği, içinden maviler geçen beyaz boşlukların kristalize eden sarhoşluğunda, kartal kanatları gibi açtığı kalın sarmaşıklardan kollarını, sevdiği kadının beline, göğüslerine doladığını hissediyordu.
Ve işte, o yine ay çiçeği saçlarını rüzgarda savrulan bir tutam başak gibi, omzunu hafifçe silkeleyerek, ela gözlerinin üzerinden kar beyazı boynuna doğru serpiyordu.
Yapma, yapma diye fısıldadı, salak mısın oğlum dedim, kendi kendine bir insan ancak bu kadar işkence edebilir.
Kadın, bir ara sustu, adam birşeyler söylemeydi. Fakat bedeni orada aklı ise uçup gitmişti.
Ben seversem ayrılamam, senden ayrılmak korkutuyor, çok korkuyorum, diyebildi.
Erken sabahların ıslak ağaç kokulu yağmuru gibiydi havadaki aşk.
Güldüm biliyor musun Taylan.
Bir erkeğe iyi ki erkek olduğunun sevincini yaşatabilir, sevişirken Tanrıların bile aklını alabilirdi kadın, adam çok şanslı. Fakat kadın daha şanslı, böyle zamanda böylesine rastlamak piyangodan büyük ikramiye kazanmak kadar orantılı.
Ne masumdu bir Nympha gibi, ne de Lilith idi acımasızlıkta.
Kırlarda çıplak ayaklarıyla çiçek toplarken Hades'in kaçırdığı Persephone gibiydi.
Hades miyim yoksa diye sevindi, binicisiz bir midilli koşuyordu denizin üzerinde, Hades ben, Hades...
Benim olanı aldım; kendimdim.
El emeği göz nuru yaşamım, servetim haysiyetim. Haklılığımı ispat ettim yıllar sonunda.
Onlar bir orduydu, ben tektim. Er ya da geç değil, geç oldu vakit ama ektiğimi biçtim.
New York'ta liseyi bitirdiğim zaman ailemden habersiz geçici olarak bir turizm şirktinde çalışmış ve vakti geldiğinde istifa etmiştim.
İki istifa dilekçem reddedildi.
Üçüncüyü verdim, patron odasına çağırdı.
Civadan beter çalışkan, üretken, azimli bir genç kız.
Neden kal, dedi.
Hayır, dedim.
Avrupa'ya, İngiltere'ye filan gideceğim, gezeceğim, dedim.
Yerinden kalkıp her zamanki babacan duruşuyla başımı sevdi, aferim ne için kazandığını bilmek önemli, dedi...
Kabul etti istifamı ve kapıdan geçirirken "korkarım ne iş yaparsan yap, başarmaya mahkumsun, yolun açık olsun, ne zaman istersen masan senindir" dedi.
Muhteşem bir hediyeydi bir genç kız için bu söz, belleğimde asılıdır.
Kadında gördüğüm Taylan, "korkarım ne isterse başarmak zorunda olduğu" güven veren bir duruş.
Bugün, itiraf edeyim sel oldu gözyaşlarım.
Taylan bütün bir ömrüm gözlerimin önünden akıp gitti.
Patronum İskoç Eric ve o sözünü hatırladım.
Çünkü konuştuğum her insan kazanamazsın, yapamazsın, hayır dedi.
O bana güvendi.
İlk işimi verdi ve yaparsın, sana güveniyorum, dedi.
Kazandım, adalet olmayan, cinsiyet ayrımının dibinin yaşandığı ülkemde, kimsesiz, yandaşsız kazandım Taylan.
Zor filan da olmadı haa.
Başardım ve yine başaracağım.
Adalet istiyorum, insanın insanı sömürmedigi, insanın insanı içten içe çürüttüğü kurdu olmayan bir dünya istiyorum.
Gerisi neyse umurumda değil.
Terk etmeyecek sevda beni.
Çok mutluyum bugün, çanlar insanlık için çalıyor olmasına rağmen mutluyum seni gördüm Taylan.