Bugun...


Prof.Dr.Behçet Kemal Yeşilbursa

facebook-paylas
Gülbenkyan: Nam-ı diğer “Bay Yüzde Beş” ve Osmanlı Petrolleri
Tarih: 07-07-2025 14:59:00 Güncelleme: 07-07-2025 15:05:00


 

Kalust Sarkis Gülbenkyan, 29 Mart 1869’da Üsküdar’da doğmuş, 20 Temmuz 1955’te Lizbon’da ölmüştür. Uluslararası petrol sanayiinin doğmasında ve gelişmesinde önemli rol oynamış, bu arada uluslararası siyasi ilişkilerde de etkili olmuş Ermeni iş adamıdır.

 

Kendisi soyağacını M.S. 4. yüzyılda Van Gölü güneyinde hüküm sürmüş Reşduni Ermeni prenslerine dayandırmış, ailesinin 11. yüzyılda Kapadokya'ya göçtüğünü, Bizans İmparatorluğu'nda asalet ifade eden Vart Badrik ismini, sonradan Türkçeye çevirerek Gülbenkyan şeklinde anılmaya başladıklarını, Kapadokya'da sanata ve sosyal hayata büyük hizmetleri geçtiğini iddia etmişse de bunlar şüpheyle yaklaşılması gereken bilgilerdir.

 

Gülbenkyan ilköğrenimini Kadıköy'de Aramyan-Uncuyan okulunda yapmış, sonradan Saint Joseph Fransız Lisesi'ne geçmiştir. Avrupa'da sürdürdüğü öğreniminin ilk durağında Marsilya'da bir süre kalarak Fransızcasını geliştirmiş, daha sonra Londra'nın ünlü King's College üniversitesinde jeoloji mühendisliği diplomasını almıştır.

1891'de 22 yaşındayken Kafkasya gezisine çıkmış, özellikle Bakü petrol yatakları, onu petrolün geleceğin yakıtı olacağı konusunda ikna etmiştir. Gezi hatıralarını kitap olarak yayınlamış, ayrıca ünlü şarkiyatçılık dergisi Revue des Deux Mondes için iki makale yazmıştır. Bu makalelerinin Osmanlı Devleti'nin ilgisini çekmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu’nun petrol kaynaklarını ve özellikle de Mezopotamya'daki petrol rezervlerini ele alan bir raporu padişah II. Abdülhamit'e sunulmak üzere hazırlamıştır.

 

Bir sonraki aşamada Gülbenkyan, o dönemde Hollanda sömürgesi olan Endonezya'da keşfedilmiş petrol kaynağını değerlendirmek için kurulmuş Hollandalı Shell şirketinin, bir İngiliz-Hollanda ortaklığı haline getirilmesiyle doğan günümüzün petrol devi Royal Dutch Shell'in kuruluşunda yer alarak petrol sektörüne doğrudan girmiştir. Bu şirket ABD’de John D. Rockefeller tarafından kurulmuş zamanının diğer petrol devi Standard Oil’e rakip olarak ortaya çıkmıştır. Gülbenkyan Royal Dutch Shell çerçevesinde Basra Körfezi kıyı şeridindeki petrol yataklarının işletilebilmesi için (özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve İran nezdinde) gerekli girişimleri yürütmekle sorumluydu. 1898'de Paris ve Londra'daki Osmanlı elçiliklerine mali müşavir tayin edilmesiyle aynı zamanda bir Osmanlı memuru sıfatı edinmiştir. Bu arada 1902’de İngiliz vatandaşlığını da almıştır. 1910'da Jön Türk hükûmeti idaresinde Osmanlı Bankası'na da danışmanlık yapmaya başlamış, petrol bölgeleri üzerindeki nüfuzunu artırmaya çalışan yeni oyuncu Almanya ile müzakerelerde rol oynamıştır.

 

Bu çerçevede, 1912'de Irak petrol yataklarını işletmek üzere, Royal Dutch Shell'in %25, Alman yatırımcıların toplam %25, Türkiye Milli Bankası'nın %35 ve Kalust Gülbenkyan'ın da %15 hissesine sahip olacağı Turkish Petroleum Company (T.P.C.) kurulmuştur. 1913-14'te Anglo-Persian Oil Company'nin de ortaklığa dahil olmasıyla hisselerde yeni ayarlamalar yapılmış, Gülbenkyan'ın hissesi %5'e indirilmiştir. “Mr. Five Percent” (Bay Yüzde Beş) lakabı o dönemden kalmadır. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasıyla kurulan Irak hükûmeti ile Turkish Petroleum Company arasındaki müzakereleri de Gülbenkyan yürütmüş ve T.P.C.'nin 1925'te gerekli imtiyazı almasını sağlamıştır. Ancak bu aşamada ABD şirketleri de devreye girmiştir. Bunun üzerine Gülbenkyan bir kez daha taraflar arasında arabuluculuk yaparak, Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell Group, Compagnie Française des Pétroles ve Near East Development Corporation (Amerikan petrol şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum) arasında Kırmızı Çizgi Anlaşması olarak bilinen anlaşmanın 1928'de imzalanmasını sağlamış, Osmanlı İmparatorluğu'nun eski toprakları üzerinde anlaşma taraflarının söz sahibi olacağı petrol yatakları arasındaki kırmızı çizgileri bizzat çizmiştir. Yüzde beşlik payını Turkish Petroleum Company'nin yerine yeni kurulan Iraq Petroleum Company bünyesinde de muhafaza etmiştir.

 

1930'lu yıllardan itibaren hayatının sonuna kadar Gülbenkyan ilgisini sanat koleksiyonculuğu üzerinde yoğunlaştırmıştır. Önceleri Paris'te topladığı koleksiyonunu daha sonra güvenlik sebebiyle kısmen Londra'ya aktarmış, aktardığı parçalardan bazılarını sonradan British Museum ve National Gallery'ye bağışlamıştır. 1942'de II. Dünya Savaşı'nın ortasında tarafsız Portekiz'e yerleşme kararı alan Gülbenkyan hayatının kalan kısmını burada geçirmiş ve 6000 parçalık paha biçilmez koleksiyonunun tamamını tek bir çatı altında toplamaya dönük çalışmalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Lizbon merkezli olarak faaliyetlerini uluslararası ölçekte halen sürdüren ve dünyanın en büyük vakıflarından biri olan Kalust Gülbenkyan Vakfı'nı kurmuş, müze hayali ise ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Ermeni diasporasına ve Kudüs'teki Ermeni Patrikliğine yaptığı yardımlarla da tanınmaktadır. Londra'da St. Sarkis Ermeni Kilisesi'ni inşa ettirmiş, 1930'da Boğos Nubar Paşa'nın ölümüyle 2 yıllığına General Union of Armenian Welfare (Genel Ermeni Yardımlaşma Birliği)'nin başkanlığını yapmıştır.

 

Osmanlı Petrolleri

 

14. yüzyılda ünlü Arap seyyahı İbn-i Batuta ve 17. yüzyılda da Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, Musul ve Kerkük civarlarındaki petrolün “gökyüzüne çıkan ateş” şeklindeki varlığını ve ilkel usullerle kullanıldığını haber vermişlerdir. Petrol bu dönemde de kendiliğinden yeryüzüne çıkıp alevler içinde yandığından, insanların gizem ve tabiatüstü güç atfettiği bir maden durumundaydı. Osmanlı Sultanı IV. Murad 1640 tarihli bir fermanla, Kerkük yakınlarındaki Baba Gurgur’da bulunan petrol sahasını şehrin ileri gelen Türkmen ailelerinden Neftçizadeler’e vermişti. Bu ferman, muhtemelen tarihte verilen ilk petrol işletme imtiyazıdır. Aile, tapulu neft kuyularını Osmanlı dönemi boyunca dönemin usulleriyle işletmeyi sürdürmüştür. Petrol, kendiliğinden yeryüzüne çıkmakta, havuz ya da kaplarda biriktirilerek, yani ilkel yöntemlerle üretilmekteydi. Petrolün işletilmesi ise, vergi karşılığında kişilere verilmekte (iltizam) bazen de devlet memurları tarafından (emaneten) işletilerek elde edilen ürünler satılmaktaydı. Yakıt olarak değeri henüz ortaya çıkmayan bu maden, gemicilik, inşaat ve tıp (ilaç) alanlarında ve ayrıca yemek pişirme ve aydınlatmada kullanılıyordu. Kullanım alanlarının bu denli geniş olmasından dolayıdır ki, Arap ülkelerinin fethedildiği Yavuz (1512-1520) ve Kanuni (1520-1566) dönemlerinde hazırlanan eyalet ve sancak kanunnamelerinde, neft ile ilgili düzenlemelere rastlanmaktadır.

 

Petrolün bir maden olarak değeri giderek daha fazla anlaşılmış ve kullanımı da artmaya başlamıştır. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin hazırladığı 1868 ve 1886 tarihli Maâdin (Madenler) Nizamnameleri’nde, neft ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır. 1870 ve 1880’li yıllarda Van, Musul ve Kerkük taraflarında küçük çaplı petrol işletme imtiyazları verilmeye ve ayrıca petrol numuneleri tahlil edilmeye başlandı. Petrol, Hazine-i Hassa Nezareti tarafından yıllık bir bedelle ihale edilir ya da kiraya verilirdi. Elde edilen petrol, 11 İstanbul okkası hacmindeki teneke kutular içinde satılırdı.

 

19. yüzyılın sonlarına doğru endüstride genişçe kullanılmaya başlanmasıyla Dünya ekonomi ve siyaseti için büyük önem kazanmaya başlayan petrolün Arap topraklarında çok miktarda bulunduğunun anlaşılması, sömürgeci batılı devletlerin dikkatlerini biraz daha fazla Orta Doğu (o tarihlerde Yakındoğu) petrolleri üzerine çekmelerine sebep olmuştur. Osmanlı Arap vilayetlerindeki petrolün varlığından haberdar olan Batılı seyyah ve araştırmacılar, “arkeolojik, bilimsel, coğrafi araştırma ve misyonerlik” görüntüsü altında, Bağdat ve Musul’daki petrol alanlarını keşfetmeye ve ülkelerine bununla ilgili raporlar hazırlamaya başlamışlardı. Bu süreçte, Rich, Porter, Chesney, Lynch, Ainswarth, Rawlinson, Layard, Loftus, Safad, Merschmid, Koldaway, Budge, Rassam, Botta, Tiehlmann, Morgan, Stahl, Maunsell, Oppenheim, Groskopf, Jacquerez, Tassart ve Rouzaud gibi İngiliz, Alman ve Fransız gezgin, araştırmacı, mühendis ve konsolosların kendi ülkelerine de sundukları raporları, Bağdat, Musul ve Kerkük’ün petrol potansiyeli ile ilgili önemli bilgiler içeriyordu. Bu raporlar, imparatorluk başkentinde de inceleniyordu. Bağdat Demiryolu’nun zengin petrol kuyularına doğru yaklaşması ise, buradaki petrolün ve Bağdat Demiryolu’nun önemini daha da arttırmaktaydı.

 

II. Abdülhamid ve Petrol

 

1888 yılında Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa’nın Musul-Kerkük bölgesinde yaptırdığı geniş çaplı araştırmanın sonunda, buralardaki maden ve petrol yatakları hakkında ayrıntılı bir rapor hazırlanmıştır. Bölgede büyük miktarda petrol bulunduğuna dair haberler üzerine, Alman, İngiliz, Fransız, Belçika, Hollanda ve Osmanlı uyruklu bazı şahıs ve şirketler, II. Abdülhamid’den petrol imtiyazı için yoğun taleplerde bulunuyorlardı. Bölgedeki petrolün stratejik değerinin farkında olan ve bu kaynakların yabancıların eline geçmesini istemeyen padişah, söz konusu talepleri geri çevirmiştir. Bölgede yürütülen arkeolojik ve bilimsel çalışmaların aslında petrol aramaya dönük gizli tetkikler olduğunun farkına varan II. Abdülhamid, yürütülen örtülü arama faaliyetlerini yakından takip ediyordu. Petrol araştırmasını yaptıran Agop Paşa’nın teklifiyle de devlet hazinesine ait olan petrol gelirlerini ve işletme imtiyazını kendi özel hazinesine (Hazine-i Hassa) transfer etti ve ayrıca, Bağdat ve Musul Vilayetleri’nde petrol bulunan birçok bölgeyi de padişah arazisi (arazi-i seniyye)’ne dahil ederek 1889-1902 yılları arasındaki resmi işlemler ile muhafaza altına aldı.

 

Petrol arazilerinin ve bunların işletilmelerinin padişaha ait olduğunun vurgulanmasında; önemli siyasi, stratejik ve ekonomik hususiyetleri olan Bağdat Demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi mühim bir nedendi. Zira, Demiryolunun inşasını gerçekleştirmek üzere kurulan Anadolu Demiryolu Şirketi’ne 1888 yılında ilk imtiyaz verilmek suretiyle, Almanlar’a madencilik alanında bazı ayrıcalıklar da verilmişti. Bu imtiyaz ile Almanlar, Musul ve Bağdat havalisinde petrol ve diğer madenleri arayabilecekti. Irak petrollerinin uluslararası nazik bir mesele haline gelmesinin ilk adımı da buydu. Almanlar, bölgedeki araştırmalarını daha da yoğunlaştırdı. İşte padişah, petrol bölgeleri ve işletmelerinin kendisine ait olduğunu vurgulamak suretiyle, dost olarak görülen Almanlar’a karşı bu konuda bir mesaj veriyordu. Aynı mesaj, 1902 tarihli ferman ile bir kez daha verildi. Zira, bu tarihte, Bağdat Demiryolu imtiyazı yine Almanlar’a verilmişti. Almanlar, demiryolu hattının her iki yakasındaki 20’şer km.lik şeritler boyunca maden araması ve işletmesi yapabilecekti. Almanlar’a da güvenemeyen Padişah, daha önce yaptığı gibi, bu imtiyaza rağmen petrol yataklarının kendi uhdesinde olduğunu bir kez daha vurgulama ihtiyacı hissetmişti. Almanlar’ın I. Dünya Savaşı arifesinde Irak petrolleri konusunda, en büyük rakipleri İngilizler’le bile sıkı bir işbirliğine gitmesi, padişahın bu konuda ne kadar isabetli bir siyaset uyguladığını göstermektedir.

 

II. Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Petrolleri

 

II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra, 8 Eylül 1908’de Meşrutiyet hükümetinin aldığı bir kararla, Hazine-i Hassa’ya ait olan emlâkin devlet hazinesine devri kararlaştırıldı. II. Abdülhamit’in 31 Mart olayından sonra tahttan indirilmesiyle, 27 Nisan 1909 tarihli Mehmed Reşad iradesi ile de padişahın şahsi mülkü olan petrol bölgelerinin söz konusu statüleri kaldırılarak Maliye hazinesine devredildi yani devlet mülkü haline getirildi. Bu ise, petrol bölgeleri üzerindeki Avrupalı rekabetinin, II. Abdülhamid dönemine göre daha da yoğunlaşmasına neden oldu. 1909 yılında İngiliz ve Amerikalı girişimcilerin petrol işletme imtiyazı talepleri neticesiz kalınca, 1910’lu yıllarda Suriye ve Kudüs petrollerinin işletme imtiyazları, önce Osmanlı vatandaşlarına bilahare de onlardan İngiliz ve Amerikalılara devredilmekteydi.

 

1912’ye kadar Mezopotamya topraklarında petrol imtiyazı peşinde koşan, Alman Deutsche Bank (Anadolu-Bağdat Demiryolu Şirketi), İngiliz D’Arcy Grubu, Royal Dutch-Anglo Saxon Oil Company (Shell) ve Amerikan Chester grubu olmak üzere dört grup vardı. Bu nedenle 1909-1914 dönemi; yukarıda belirtilen gruplar arasında, petrol bölgelerinin imtiyazlarını ele geçirmek için yoğun mücadele ve rekabetin olduğu ve aynı zamanda Osmanlı yetkilileriyle sıkı müzakerelerin yapıldığı bir süreci ifade etmektedir. Osmanlı hükümeti (Bâbıâlî) ise bu ortamda, başta İngilizler olmak üzere batılı devletlerin siyasî baskılarına maruz kaldı. Ancak, Osmanlı Devleti’nin çeşitli iç ve dış gailelerle uğraştığı bir dönemde İngiltere ve Almanya, ABD’yi (Chester Gurubu) de bölgeden uzaklaştırabilmek için, ortak çıkar ilkesiyle hareket ederek sonunda anlaşma yoluna gitmişti. Nitekim, İngilizler’in 1910’da kendi sermayeleriyle ve petrol için sermaye aktarımı amacıyla kurdukları Türk Milli Bankası, 1912’de Deutsche Bank ve Royal-Dutch Shell şirketleri ile işbirliğine girerek Türk Petrol Kumpanyası’nı (Turkish Petroleum Company) kurmuşlardı. Mezopotamya petrollerini işletmek üzere kurulan bu şirketin kurulmasına aracılık eden ünlü Gülbenkyan da hissedarlardan biriydi ve petrol imtiyazı elde etme mücadelesinde özellikle İngilizler’e önemli ölçüde aracılık etmişti. Şirket, 1913 yılında, Anadolu ve Bağdat Demiryolu Kumpanyaları ile Deutsche Bank’ın, Osmanlı Devleti’ndeki petrolün üretimi, rafinesi vs. üzerinde daha önce elde edilen bütün hak ve menfaatlerini kendi üzerine aldı. Mart 1914’te, Turkish Petroleum Company’nin hisselerinin %50’si, İran’da faaliyet göstermekte olan bir diğer İngiliz (D’Arcy) petrol şirketi olan APOC (Anglo-Persian Oil Company)’a devredildi.

 

I. Dünya Savaşı yaklaştıkça, söz konusu gruplar ve devletler arasındaki petrolden pay kapma yarışı ve bu amaç için Osmanlı hükümetine uygulanan baskı daha da yoğunlaştı. Bu dönemde Avrupalılar’ın, petrol kaynakları üzerinde “monopol” oluşturmak için izledikleri alternatif yollardan biri de ilgili devletler ile kollektif müzakerelere girişmekti. Öte yandan, yine 1914 yılı içerisinde İngiliz tebaasından olup, Hint Müslümanlarından bazı kimseler, bölgeden toprak satın alma ve petrol işletme imtiyazı talebinde bulunmuştur.

 

İngiliz ve Alman sefirleri, Haziran 1914’te Osmanlı hükümetine verdikleri notalarla, Musul ve Bağdat Vilayetleri’nde petrol çıkarma ve işletme imtiyazının Türk Petrol Şirketi’ne verilmesini istediler. Sadrazam Said Halim Paşa, imtiyaza dair niyet mektubunu gayri resmi olarak vermekle birlikte, ilgili görüşmeler I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yarım kaldı. I. Dünya Savaşı devam ederken, İtilaf devletleri arasında savaş sonunda Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı öngören gizli antlaşmalar da yapılmıştı. 16 Mayıs 1916’da İngiltere ile Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre petrol bölgelerinin bulunduğu Arap vilayetleri, İngiltere ve Fransa arasında gizlice taksim edildi. Petrol bölgelerinin paylaşılması, ABD’yi de büyük bir endişeye sevk etmişti. II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı liman, demiryolları ve petrollerini işletme girişiminde bulunan ABD’li Chester, bu girişimini Cumhuriyet’in ilk yıllarında da tekrarladı ancak sonuç elde edemedi. ABD bu hedefinden vazgeçmeyecek ve daha sonra ARAMCO gibi dev petrol şirketleri vasıtasıyla Ortadoğu petrolü üzerinde söz sahibi ülkelerden biri olacaktır.

 

Mezopotamya petrolünün ticarî öneminin farkına varmış olan petrol mühendisi Gülbenkyan daha yirmili yaşlarda iken, 1892 yılında, Orman ve Maadin Nezareti’ne, petrole dair bir rapor sunmuştu. Babası da gaz tüccarı olduğundan adeta doğuştan petrolcü idi. Marsilya ve İngiltere’nin ünlü King’s College’da okudu. Bitirme tezi “Yeni Petrol Endüstrisi Teknolojisi” başlığını taşıyordu. Henüz yirmi iki yaşında iken yazdığı makaleler ile dünyanın önde gelen petrol uzmanlarından biri oldu. 1902’de Londra’ya taşınarak İngiliz vatandaşı oldu. Türk Milli Bankası’nın kuruluşunda banka direktörlüğüne getirilmişti. 1912’de Shell ve Deutche Bank’ı da dahil ederek, Londra merkezli Türk Petrol Şirketi’nin kurulmasını sağladı. Savaş sonrasında, yenilen Almanlar’ın payının Fransızlara devredilmesini sağladı. 1919’da şirket hisselerinin %5’ine sahip oldu. Bu ve petrol pazarlıklarında aldığı komisyonlardan dolayı kendisine, “Bay yüzde beş” denilmeye başlandı.

 

Chester Projesi: Amiral Chester’ın, demiryolu, limanlar ve madenler konusunda imtiyazlar elde etmek için İstanbul’da bulunduğu 1908 yılında, Amerikalıların Irak petrollerinden imtiyaz sağlama konusundaki çabaları daha da artmıştı. Amerikan başkanı Roosevelt’in de destek verdiği Chester, liman ve demiryolu inşaatı konusunda bir dizi anlaşmalar yapmasına rağmen bunlar yaşanan savaşlar sebebiyle uygulanamadı.

 

Savaş sonrası Irak’taki bütün petrol bölgeleri İngiliz işgaline uğradı. Lozan Antlaşması ile halledilemeyen Musul Meselesi ise, Türkiye ile İngiltere arasında çözülmek üzere antlaşma sonrasına bırakıldı. İngiltere için önemli olan, zengin petrol yataklarının bulunduğu Musul ve Kerkük’ün ne pahasına olursa olsun elde tutulması ve İngiltere mandası altındaki Irak’ta kalmasıydı. Türkiye Cumhuriyeti ile İngiltere arasında başlayan siyasi ve diplomatik mücadele sonucunda, Musul Vilayeti ve zengin petrolleri, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile, Irak Krallığı’na ve dolayısıyla mandater devlet olarak İngiltere’ye bırakılmış oldu. Bu antlaşmaya göre, Musul petrollerinden elde edilecek gelirin %10’u, 25 yıllık süreyle Türkiye’ye verilecekti.

 

Gülbenkyan Türk düşmanı mıydı?

 

Gülbenkyan ile ilgili anlatılanların pek çoğu anlatıcının siyasi tutumuna göre şekillenmektedir. Kimileri onu Osmanlı’ya ihanet eden bir fırsatçı, kimileri ise Avrupalı ülkelerin ajanı olarak suçlar ama gerçek hiçbir zaman bu kadar siyah beyaz netliğe sahip değildir. Çünkü Gülbenkyan sadece bir Osmanlı vatandaşı değil aynı zamanda İmparatorluğun bir diplomatıdır da… Zaten ömrünün sonuna kadar en çok zikrettiği görevlerinden biri de Osmanlı diplomatı olduğu ve Londra’da ticari müşavir olarak görev yaptığıdır. Aynı dönemlerde oğlu Nubar’ın da Paris’e ticari müşavir olarak görevlendirilmesini sağlar.

 

Dünyanın pek çok yerinde Ermeni tarihi ve kültürüyle ilgili araştırmaları destekleyen, pek çok Ermeni Vakfına yardım eden Gülbenkyan’ın aslında Türk düşmanı olduğu ve Avrupalılar ile işbirliği yaparak Osmanlı petrollerine el koyduğunu da iddia eden çoktur. Ünlü romancı Münevver Ayaşlı, Gülbenkyan’ın bütün Ermenilerin başına konan bir devlet kuşu olduğunu düşünür. Ayaşlı, “Dünyanın en zengin adamı haline getirdiğimiz Ermeni Gülbenkyan’ın yalnız kendisi zengin olmamış, bütün ailesini zengin ettiği gibi, Ermeni kilisesini, Ermeni cemaatini, kim bilir belki Ermeni örgütlerini, ASALA ve buna benzer katil mangalarını, Türk hakkı olan petrolle beslemektedir.” sözleriyle hayli tartışmalı iddialarda bulunur.

 

Diğer cepheden bakıldığında ise Gülbenkyan bencil, hatta 1915 olaylarına da çok mesafeli bir işadamıdır. İsmet İnönü’nün kızı ve Metin Toker’in eşi Özden Toker’in Akis’te yayınlanan yazı dizisinde oğul Nubar Gülbenkyan, Londra’da yaptırdıkları kilisede gerçekleşen ayinde 1915 olayları ile ilgili papazın söylediği Türk düşmanı sözlere sert şekilde yanıt verdiklerini anlatır. Nubar Gülbenkyan’a göre hiçbir zaman Türk vatandaşlığından çıkmamışlar, Türkiye’ye bağlılıklarını da hiç kaybetmemişlerdir. Zaten en yakın dostları arasında Fethi Okyar ve diğer Türk devlet adamları vardır. Hatta oğul Nubar’a göre Türkiye’yi Avrupa’da en güzel şekilde temsil eden kişiler kendileridir. İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in de yakın dostu olan Nubar, babasının aksine ömrünü Londra’da sürdürmüş ve Türk toplumuyla bağını hiç koparmamıştır.

 

En büyük hayali bir müze kurmaktı

 

Yaşamının önemli bir bölümünü Paris’te geçiren Gülbenkyan, yaklaşan tehlikeyi erken görür. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da kurulan Vichy Hükümetinde de görev alan Gülbenkyan, savaşın ortasında kalmamak için Portekiz’e geçer. Diktatör Salazar ile kurduğu iyi ilişkiler ve kendisine getirilen vergi muafiyetleri nedeniyle Lizbon’u tercih eder ve ömrünün sonuna kadar kalacağı lüks oteline yerleşir.

 

Yüzde 5 hissesi sayesinde her yıl gelen parayla tatlı hayatını sürdüren Gülbenkyan’ı heyecanlandıran tek şey kurmayı hayal ettiği müzedir. 1942’de yerleştiği Lizbon’da ölene kadar tam 13 yıl Hotel Aviz’de yaşan Gülbenkyan, koleksiyonunun önemli bir kısmını da Londra’daki British Museum ve National Gallery’e bağışlar. Bir oğlu ve bir kızı bulunan Gülbenkyan, hiç çocuğu olmayan oğlunun da etkisiyle 3 milyar doları bulan servetinin kurulacak vakfa kalmasını ister. 6 bin parçadan oluşan çok kıymetli koleksiyonunun sergileneceği müzeyi de bu vakfın işletmesini vasiyet eden Gülbenkyan, doğduğu topraklardan çok uzakta hayata gözlerini yumar.

 

Tarihin ilk büyük petrol zengini ve en büyük komisyoncusu Gülbenkyan ile ilgili iddialar hiç bitmez. Avrupa’da Osmanlı Ermenisi olarak tanınan, çok güzel Türkçe konuşan, olağanüstü yetenekli bir işadamı olarak değerlendirilen Gülbenkyan’ın büyük servetinin Ortadoğu’nun fakir halklarının hakkı olduğu gerçeği ise asla tartışılmaz. Yola çıktığında henüz nereye evrileceği tam olarak anlaşılamayan petrol, 20. yüzyılın en stratejik ürünü olarak her devletin ekonomisini etkilemiş ve 21. yüzyılda da bu önem azalsa da varlığını sürdürmüştür.

 

Kaynaklar

Jonathan Conlin, Bay Yüzde Beş: Dünyanın En Zengin Adamı Kalust Gülbenkyan'ın Farklı Hayatları, Çev. Ayşe Başcı, Mundi Yayınları, İstanbul 2019.

Karadağ, Raif, Petrol Fırtınası, İstanbul, 2003.

Kurşun, Zekeriya (ed.), Modern Ortadoğu Tarihi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2019.

Yergin, Daniel, Petrol, (çev. Kamuran Tuncay), İstanbul, 2013.

Yamaç, Müzehher, “Osmanlı Vatandaşı Girişimci, Hayırsever, Koleksiyoner Kalust Sarkis Gülbenkyan (1869-1955)”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, (2025), 13/43, 84-108.



Bu yazı 3491 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI