Bugun...


Mehmet Özkan

facebook-paylas
İşkencede Ölmedi
Tarih: 06-03-2021 20:11:00 Güncelleme: 08-03-2021 09:08:00


Necip Polat, Çiçekdağlı akrabam, abim. İstanbul’da mühendislik okuyordu. Üniversite gençliği, Amerikan Emperyalizmi’ni, dünya sömürü düzenini, işçi sınıfının ve yoksulların sömürülmesini, ezilmesini, haksızlıkları konuşuyor tartışıyordu. Karl Marks’ı, Lenin i, Mao’yu Fidel Castro’yu ve en güzel yakışıklı devrimci Che Guevara’yı okuyor, kendi aralarında tartışıyorlardı.

 

Aşk büyüktü, Necip’in de yüreğine bu aşk düştü, devrim aşkı. Evet bu başka bir aşktı, artık hedefi kendi geleceği değildi, kendisi için yaşamayacaktı, ülkesinde ve dünyada birilerinin yarasına merhem olacaktı. Sıradan bir insanın hedefi, bir diploma, bir ev, bir araba artık ona hitap etmiyordu. Adam gibi adamdı, aşkını da adam gibi yaşıyordu, yüreğini ortaya koymuştu.

 

Konuşuyor tartışıyorlardı. Nasıl devrim yaparız, bilimle, teknikle bu ülkedeki yoksulluğu, cehaleti, haksızlığı, kulun kula muhtaçlığını, zulmünü nasıl yeneriz. Bunu tartışıyorlardı. Heyecan doruktaydı. Madem onlar başarmış, biz niye başarmayalım diyorlardı. Azimle, hırsla, heyecanla, devrimci mücadeleye başladılar.

 

Okul arkadaşlarını, gençleri, işçileri ve halkı bilinçlendirme, örgütlemeye başladılar. Yol uzun ve çetindi.

 

İran'da en büyük kalesini kaybeden deyim yerindeyse gafil avlanan Amerika, Sovyetlerin bitişiğindeki bir NATO üyesi Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamazdı. Kendisine bağlı NATO’cu Türk subaylarıyla hazırlık yapıyordu bir taraftan.

 

1979 yılında subay olmuşum. İstanbul’da bir yıl hazırlık sınıfındayım. Bir şekilde Necip’le buluştum. O gün beni misafir ettiler. Arkadaşlarıyla akşam Sarıyer’de balık lokantasında ağırlandım. Çok güzel bir gün geçirdim. Rakı balık, devrim sohbetleri epey keyiflendim. Hoşuma gitti. Öğrencilerin bu pahalı yerde beni ağırlamalarını, baştan yadırgadım. Şimdi düşünüyorum da iyi etmişler. Devrimciyiz diye simit mi, tezgah altı tavuk döner mi yiyecekler. Gece de öğrenci evinde kaldım.

 

Konuşmalarından bakışlarından, gelip giden arkadaşlarından, onların artık başka bir aşamada olduklarını, mücadelenin tam ortasında bulunduklarını hissettim. Merakla sorduğum sorulara verdiği cevaplardan ve tavırlarından Necib’in beni koruduğunu hissettim. Adam gibi adam. Hani derler ya adamın dibi. Ben bir subay olarak biraz bela arıyordum galiba. Cezaevine düştüğünde sadece o ziyaretimi bile anlatsaydı, çok sıkıntı çekerdim. Ama, emin ellerdeydim.

 

Tabi, Amerika maşalarıyla birlikte düğmeye bastı. Kahvelerin rastgele taranması, Maraş, Sivas, Çorum katliamları, yaşadığımız iç savaş, halk artık canından bezmişti. Olaylar ağa babamızın planladığı gibi gidiyordu. Oluk gibi kan akıyordu. Sağcı kesim büyük bir destekle organize edilmişti. Kirli kardeş kavgasına dönüşmüştü. Devrimci mücadele, tam bir kör döğüşü olmuştu. Halk da artık darbeye gel gel demeye başlamıştı. Evet Amerika başarmıştı.

 

Darbeci subaylar yönetimi el koymuştu.

 

Darbenin ertesi günü silahlı çatışmalar, patlayan bombalar, ölümler, Allah tarafından, aniden yok olmuştu.

 

Devrimcilere sürek avı başlamıştı, darbeciler önceden hazırlıklı idiler, tutuklamalar, işkenceler başlamıştı. Kimi bir süre saklanabildi, kimi yurt dışına kaçtı. Cezaevlerinde tutukluların sorguları bitse bile işkence, kötü muamele acımasızca devam ediyordu. Bu yöntemler devrimcilere yabancı geliyordu. Türk devletinin değil yabancı birinin işiydi. Latin Amerika da çok deneyimli birilerinin işiydi bu işkenceler. İşkencelerde ölen sakat kalanların sayısı çok fazlaydı, Türk ordusu büyük bir kahramanlık vatanperverlikle kin intikamla ve düşmanca yapıyordu bu işkenceleri. Yargının vereceği ceza onlara yetmeyecekti. Öyle işkenceler edeceksin ki bu topraklarda bir daha kimse Sosyalizmi, Marksizmi aklından bile geçirmeyecekti,

 

Necip de yakalanmıştı, işkencenin her türlüsüne maruz kalmıştı. Yiğit ve dirençli idi. Ancak elleri kelepçeli, gözleri bağlı idi. Zalimde acıma merhamet yoktu. Bazı arkadaşları işkencede ölmüştü. Onu öldürmediler ama bedenini ruhunu param parça ettiler. İflah olmaz iç acılarla, hüzünle kederle birlikte epey hapis yattıktan sonra salıverdiler.

 

İzmir de 1995 yılında telefon etti Buca da şantiye şefliği yapıyormuş, görüşelim dedi. İşlerimi ayarlayayım, seni ararım dedi, çok heyecanlandım. Olmadı, görüşemedik.

 

Bizim kıraç Orta Anadolu bozkır toprağında nadir yetişen bir insandı. Yüzü güzel kendi güzel bir yürekti. Ruhu, büyük hayalleri umutları yaralıydı. Hiçbir yerde, ortamda işte, huzur, sakinliği, bulamıyordu. İçki alınca biraz rahatlıyordu, keyifleniyordu.

 

Cezaevinde aldığı hasar hastalığa dönüşmüştü. Son günlerinde, ziyaret etmek nasip oldu. Zayıflamış güçsüz bir haldeydi, geçmişi, sağlığını konuştuk çay içtik. Onun, yine, sevecen ve korumacı bakışlarını üzerimde hissettim.

 

Yani lafın özü dünya malı için üç kuruşluk çıkarı için yaşamadı. Onurlu yaşadı dik durdu, sevdası büyüktü.

 

O ve arkadaşları bu toplumun gözüydü, beyniydi. Gözü ve beyni olmayan, Arap ülkelerinin, nasıl Amerika ve İsrail’e hizmet ettiklerini görüyoruz.

 

O ve arkadaşları bu ülkenin başında olsalardı Amerika, Irak’ta, Suriye’de olmayacaktı. Kendilerine hizmet edeceklerini, yetiştirip iktidara getirdiler. Seksen darbesinin bir amacı da buydu.



Bu yazı 1457 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI