Yayınevinin kurulmasına karar verilmesi ve hazırlıklara başlanması beni rahatlatmıştı. Hem daha moralle hazırlanıyor, hem de kızımın velayetini alma konusunda umudum artıyordu. Kararımızdan sonra vakit kaybetmeden temaslarımıza başladık. Zaten ben daha önce yazdığım gibi kendi arkadaşlarımla ilişkilerimi sıkılaştırmıştım. Ek olarak, Suat Şükrü Kundakçı, Hüseyin Budak ve İmam Bakır Üküş gibi arkadaşlarla da sık sık buluşup konuşuyor, yayınevi üzerine görüş alışverişinde bulunuyorduk. Sadık Göksu, Emin Karaca ve Nizamettin Üstündağ gibi eskiler diyeceğimiz ağabeylerle de görüşüp yakınlaşmaya çalışıyordum.
Nasıl bir yayınevi olacağı, nasıl çalışacağı gibi ilkeler yanında, yayınevinin isminin ne olması gerektiği konusunda da konuşup tartışıyorduk. Benim ve konuştuğum birçok arkadaşımızın eğilimi, basit bir şirket kurulması ve isminin de Tarihsel Maddecilik Yayınları olmasıydı. Kıvılcımlı, sağlığında iki defa (1967 ve 1970) bu isimle yayınevi kurmuş ve kitaplarını yayınlamıştı. Geleneği sürdürebilmek açısından isim bize cazip geliyordu ama biliyorduk ki son sözü neredeyse tek finans kaynağı olan H. Atahan söyleyecekti. Çünkü bütün gayretlerimize rağmen başka bir maddi katkı sağlayamamıştık. Bazı arkadaşlar “Haşmet ne kadar koyacağını belirlesin, biz de ona göre bir katkı koyar, hisseleri ve sorumluluğu paylaşırız” diyorlardı ama iş somuta geldiğinde davranmadılar.
Nihayet sonuca varıcı davranışlara sıra gelmişti. H. Atahan’ın “Sosyal İnsan Yayınları” önerisini ben de benimsedim. Şirket konusunda ise anonim şirket kuruluşu öneriyordu. Benim için şirketin nasıl olacağı hiç önemli değildi. Yayın yapılsın da… diyordum.
Anonim şirket kurulacaktı ama onun kendine özgü sorunları ve işleyişi vardı. Öncelikle kuruluş için (o zamanki usule göre) 5 kişinin olması gerekiyordu. Bu 5 kişiyi oluşturmak lazımdı. Biz 2 kişiydik, 3 kişiyi daha ikna etmek gerekiyordu. H. Atahan ile yıllar sonra tekrar bir araya gelmemizi sağlayan A. Önal arkadaşımız, “yapacağınız işlere saygı duyuyorum ama benim için Kıvılcımlı kitaplarının basılması öncelikli görevler değil, başka önceliklerim var” diyerek reddetti. Ancak uzun süredir yayınevi çalışmaları için görüştüğüm 70’li yıllardan kalma kadim dostum Burhan Elçin kurucu olmayı kabul etti, hem de peyderpey ödemeyi taahhüt ettiği 3 bin lira gibi bir katkı koyarak. Böylece 3 kişi olmuştuk. Burhan şeklen kurucu değil, aynı zamanda yönetimde yer alacak, mali kayıtlarda da yardımcı olacaktı. Şimdi sıra formalite için imza atacak iki kurucu üyeyi bulmaya gelmişti. Önce 3 yıl önce Alaattin Orhan’ın anma toplantısında yeniden buluştuğum, 3 yıldır da ilişkimi arttırdığım eski arkadaşım Gültekin Kemal Eke’ye teklif ettim. İsteksizdi. Hem kitapların basımı, hem de kızımın velayeti için böyle bir kuruluşun şart olduğunu, benim için düşünmesini istedim. Kısa bir süre sonra kurucu olmayı kabul etti. Son kişi olarak da H. Atahan’ın da benim de tanıdığım, emektar işçi arkadaşımız Kazım Özgenç’i düşündük. H. Atahan’ın teklifi, benim ısrarımla o da kabul etti. Böylece kurucu olacak 5 kişi belirlenmiş oldu.
Şirketin sermayesi konusunda hiç söz sahibi değildik ama yine de H. Atahan’ın sermaye olarak 200.000 TL belirlemesini hayretle karşıladık. Biz çok daha mütevazi bir bütçe ve çalışma bekliyorduk.
Kurucular ve sermaye belirlenince sıra şirket kuruluşuna geldi. Bu konuda tüm çalışmalar H. Atahan tarafından hazırlatıldı, bizler sadece imzaladık. Hisse dağılımı şöyle hazırlanmıştı: 200 bin liranın yarısı yani 100 bin lira A tipi hisselere ayrılmıştı. A tipi hisseler şirketin yönetiminde ve işleyişinde söz ve oy hakkı olan hisselerdi. Bu hisselerin tamamı H. Atahan’a aitti. Kalan 100 bin lira ise B tipi hisselere ayrılmıştı. Bu hisselerin oy hakları yoktu. Kısmen göstermelik hisselerdi. B tipi hisselerin de %72’si yine H. Atahan’a aitti. %28 hisse ise 4 eşit parça (%7) halinde 4 kurucuya dağıtılmıştı. Bizler dağılıma ve şirket sözleşmesine hiç bakmadan imzaladık. Daha sonra Burhan arkadaşımız bu dağılımın ne anlama geldiğini açıkladı bize. Para koyan her şeyin sahibi olacaktı. Günün şartlarında bu olağandı belki. Diğer 3 arkadaş (Burhan dahil) bir formaliteyi tamamlamak için kurucu olmuşlardı. Ben ise tüm emeğim ve zamanımla giriyordum işe. Benim de diğerleri gibi hissesiz bırakılmama itiraz ediyordu arkadaşlar ama ben işimize bakalım bunlar benim için önemli değil deyip geçiştirdim bu hisse olayını. 5 yıl sonraki ayrılışta bu para etmeyen hisselerin aramızda nasıl sorun oluşturduğunu yeri geldiğinde anlatacağım.
2006 Haziran sonunda şirket resmen kuruldu. Kurulur kurulmaz da ilerde bana oldukça büyük bir maddi yük oluşturacak bir durum oluştu. H. Atahan devletin noteri olduğu için, anonim şirketlerde kurucu ve hissedar olabiliyordu ama şirket yöneticisi olamıyordu. Dolayısıyla şirketin resmi yönetim kurulu, Burhan Elçin, Kemal Eke ve benden oluşacaktı. Gerçekte ise yönetim kurulu, H. Atahan, Burhan ve benden oluşuyordu. İşleri fiilen yürütecek tek kişi de ben olduğum için yönetim kurulu başkanlığını ben üstlenmiştim.
İlerde de anlatacağım gibi yayınevinin hemen bütün işlerini, hamallık dahil ben yapıyordum. Zaten 3 yıldır da fiilen inşaat işçiliği yapmıştım. Yani çevredeki herkesten çok emek verdiğim halde, Sosyal İnsan A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanı olarak, kuruluş dilekçesini verdiğimiz gün Bağ-kurlu olmuştum. Yani primleri ben ödeyecektim. Yayınevinden ayrılış zamanı ve sonrasında bu Bağ-kurlu oluşun bana nasıl yükler getirdiğini ilerde yazacağım.
Yayınevi için şirket kurulup, ben de Y. K. Başkanı olunca kızımın velayetiyle ilgili açtığım davanın seyri düzeldi. Artık mahkemeye ciddi bir iş de gösterebiliyordum. Nitekim 2 ay sonraki duruşmada velayeti alıp, kızımı yanıma getirmiştim.
Yayınevi kuruluşunun tamamlanması, kısa bir süre içinde kızımın velayetini de alıp yanıma getirmemden sonra moralim iyice düzelmişti. Hisse dağılımını, bana bağlanan 700.TL maaşın yetip yetmeyeceğini hiç düşünmüyordum. (O zamanlar hiç önemsemediğim bir konuşmayı yıllar sonra, ayrılığa yakın hatırlamıştım. Daha ilk birlikte çalışmayı teklif ederken H. Atahan bana “Ahmet, senin yayıncılığa yeteneğin ve zamanın var, paran yok; benim param var ama yayıncılığım ve zamanım yok, bir araya getirelim bu imkanları demişti.)
Hızla büronun tefrişine giriştik. Yayınevi ve benim kızımla oturduğum lojman restore ettiğimiz binadaydı zaten. Kızımın bana çok ihtiyacı olan o aylarda bu yakınlık çok işe yarayacaktı. Bu durumun da verdiği rahatlıkla kitap hazırlama işlerine yoğunlaşabilecektim.
Artık insanlarla yayınevini kurmuş kişiler olarak görüşüyorduk. Projemizi somutlanmış olarak anlatıyor, bu durumda ne katkıları olabileceğini soruşturuyorduk. Çevremizdekilerin de bize bakışları değişmeye başlamıştı. Artık yayınevini şirket olarak kurmuş, ofisini düzenleyip kitapları hazırlamaya başlamış insanlardık. Daha çok ciddiye alınır olmuştuk sanki.
Gelecek yazı: TOPLANTILAR, HAZIRLIKLAR, İLK KİTAP