Eyüp Sultan Konuşması adı üstünde bir konuşma metnidir. 1954 yılında “İşçi sınıfının hak ve menfaatini korumak” amacıyla kurulmuş olan Vatan Partisi’nin 1957 seçimlerinde 15.10.1957 günü Eyüp sultan meydanındaki seçim konuşmasıdır. Hem içeriğinden, hem de yargılanış biçiminden dolayı Kıvılcımlı’nın en çok tanınıp bilinen konuşması olmuştur.
Daha önce 1980 yılında Ankara’da Derleniş Yayınlarınca ilk defa basılmış, en son Sosyal İnsan Yayınları tarafından 2011 yılında tekrar basılmıştır.
Konuşmanın ardından Vatan Partisi’ne konuşmayı yapan Kıvılcımlı’ya önce “dini siyasete alet etme” ithamıyla soruşturma açılmış, ancak konuşma metni incelenince, dava “komünizm propagandası yapma” iddiasına çevrilmiş ve yargılama o yönde yapılmıştır. Hemen belirtelim: Konuşmanın metni de mitingi dinleyip kayda alan emniyetin mahkemeye sunduğu tape metnidir.
Konuşmanın daha başında Vatan Partisi’ni ve hedeflerini şu cümlelerle açıklar:
“Sevgili vatandaşlarım!... Vatan Partisi İŞ ve İŞÇİ partisidir... Bunu söylerken, elimde olmayarak Müslümanlığın büyük bir hizmetini hatırladım. O büyük söz der ki: “Kıyamete kadar yaşayacakmış gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et”. Vatandaşlar!... İbadet: HAK önünde konuşmak, halk önünde hakkı teslim etmek manasına gelir... Bugün, Vatan Partisi’nin kendini HAK ve ÇALIŞMAK gibi iki prensip üzerine kurduğunu açıkça ortaya koymak lüzumunu duyuyorum.” (s. 7)
“Türkiye’de emeği, insanın çalışmasını kim temsil ediyor? Şehirlerde işçi kardeşlerimiz, esnaf kardeşlerimiz.. Köylerde alın teriyle çalışan küçük, fakir köylülerimiz! Vatan Partisi Türkiye’de -bütün öteki partilerden farklı olarak, bu çalışkan zümrelerin hakkını arayan, hakkını aramak için kurulmuş tek teşkilattır.” (s. 8)
Bunları belirttikten sonra, kalabalığın Eyüp Sultan Camiinden çıktığını bildiğinden, onlara İslamiyeti doğuşu aşamasındaki devrimci çağından örnekler vererek, kendi sosyalizm anlayışını açıklamaya girişir.
Kıvılcımlı Türkiye sosyalistleri içinde İslamiyeti, ona temel teşkil eden Medine barbarlarının mülksüz, eşitlikçi ve adaletli yaklaşımlarını örnekler. Halife Ömer zamanından verdiği örnekte İslamın eşitlikçi dönemi olan Hulefa-i Raşidin dönemi adaletini över. Ve ;
“Vatandaşlar!.. İnsanlık tarihinde, bizim yakından tanıdığımız halkçı idare üç dört günde icat edilmiş bir şey değildir. Bizim, en müstebit [baskıcı] sultanların zulüm yaptığı Doğu memleketlerimizde dahi, öyle büyük geleneği olan bir demokrasi 1400 yıl evvel kurulmuştur.”(s. 10)
Ancak Tarihsel Devrimle kurulmuş İslam medeniyetinin sınıflı toplum yozlaşmasına uğradığını, giderek derebeyleşerek, eski yapısından uzaklaştığını da anlatır:
“Lakin ondan sonra ne oldu vatandaşlarım? Daha Muaviye denilen zat Suriye valisi iken, o büyük demokrat Hülefâyi Raşidiyn’in memleketteki izlerini silmeye çalıştı. Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş’in para ile Müslüman olmuş büyük bezirganlarından Ebü Süfyan’ın oğlu idi. İşte, bizim Şark memleketlerimizde vatandaşla devlet arasında ilk zehiri koyanlar.. Bu, 1400 sene evvel para ile Müslüman olmuş bulunanlara ‘Müellifetül-kulûb’mü diyeceksiniz?.. O Müellifetül-kulûb, hatta Kur’an-ı Kerim’in bile içinde, tahsisat alma haklarını kazanmışlardı... İşte bu adamlar, memlekette kendi bezirgan kârlarını, kendi bezirgan ruhlu çocuklarını ilerletmek için, vatandaşlara karşı suikast hazırlarken, ilk işleri o demokrat devlet başkanlarını, Hülafayi Raşidiyn’i ortadan kaldırmak olmuştu. Ve derebeylik ondan sonra başladı. (s. 11)
Daha sonra o zamanki iktidar partisi olan Demokrat Partiyi, onun ekonomi politikasını, seçim sistemini, Vatan Partisi program ve ilkeler açısından eleştirir, vatandaşlara somut öneriler sunar. Mesela milletvekilliği konusunda şunları der:
“O zaman ne oluyor? Falan dairede memur iken 500 lira alıyorsa, mebus oldu mu, 2000 liraya 3000 liraya kondu mu, aman maaşıma bir şey gelmesin, neme lazım, falan... Herşeye peki demek zorunda kalıyor…
“Bir mebus milletvekilliği gibi bir şeref için oraya gitmiş olmalıdır, kazanç için değil. Ama, yol da gidecekmiş... Evet. Ona yol harçlığı değil de, ona yollarda bedava gitmesi için, milletin ayağına varıp onun derdini dinlemesi için lazım gelen her türlü vasıtaya binme imkanlarını verelim. Fakat onun maaşı bir vatandaşın geçiminden fazla oldu mu, o maaşın kulu oluverir…
“Vatandaşlar!.. Bütün öteki partiler, işin bu tarafını milletten gizlemek suretiyle, adeta, oldu da bitti ile, vardı geldi Konya altı saat, seçimi yaptırıp oraya 400 tane kendi adamlarını göndermek istiyorlar. Vatan Partisi de diyor ki: Bu memleketin içinde yüz kişiden 99 kişisi fakir fukaradır: Köylüdür, işçidir, aydındır, Küçük memurdur... Bunların hepsinin rızkı oradan çıkacak kanunlarla tayin ediliyor.” (s. 19)
Seçim mitingi, yapısına uygun bir biçimde ülke gerçeklerinin sergilenmesiyle sürüp gider. Pahalılık canavarı ile işsizlik belasını, mevcut düzen partilerinin bu sorunları çözmek yerine bizzat azdırdıklarını, doğruları sergileyen tek partinin Vatan Partisi olduğunu anlatır. Vatan Partisi’nin çok zor şartlarda sürdürdüğü seçim kampanyası ve kampanyada açıkladığı gerçeklerin bezirgan şirketlere bağlı basın tarafından nasıl görmezden gelindiğinden yakınır. Programını ve seçim hedeflerini son derece basit cümlelerle, anlaşılır biçimde aktarır:
“Neden yüzlerimiz daima solgun? İşsizlikten. Neden her şey ateş pahası? Gene işsizlikten vatandaşlarım. Bu meseleler o kadar at ve deve, müşkül meseleler değil. Eğer bizim fakir fukara halkımız, şu önümde gördüğüm, beni dinlemek zahmetine katılan sevgili vatandaşlarım oylarını kendi menfaatleri için hakkı ile kullanabilseler, oraya kendi içlerinden kasketli çarıklıları gönderebilseler, emin olun ki çarçabuk düzelir. Bu kadar basit. Karışık iş değil.
“Söylediğim gibi 4 milyar bütçe!.. O 4 milyar bütçenin % 60’ını verin memurlar yesin. Peki, bu memurlar yiyor da rahat mı ediyorlar? Onlar da etmiyor, çünkü hayat boyuna pahalılaşıyor. O halde memurumuza da iş çıkacak fabrika kurarsak iyi olur. O memur masa başında otura otura... Gidin kendisine sorun. Kimisinin midesi bozuktur, kimisi romatizma olmuştur, kimisi baş ağrısından kurtulamaz. Böyledir vatandaşlarım. Masa başında oturmak zannettiğimiz kadar sıhhat verici bir şey değildir. İnsanı kahreder. Yani, memur vatandaşımız da hayatla temasa geçmiş olursa, sanayimiz kurulursa, o da yaratıcı insan olur. Hem memleketin geçimi yükselir, hem o vatandaşlara o sahada iş bulunur. Daha dolgun para bulurlar. Hem de memleketimiz bu açlıktan ve yoksuzluktan kurtulur.
“İşte Vatan Partisi bütün bunlara kendi programında gayet açık, vazıh [açıkça], bir çoban kardeşimizin dahi anlayacağı kadar besbelli hal çarelerini teklif etmiştir.“ (s. 35)