2006 yılının yaz aylarındayız. Bir önceki bölümde yazdığım gibi Osmanlı Tarihinin Maddesi eseri üzerinde çalışıyoruz. Elimizde Kıvılcımlı tarafından düzenlenip yeni harflere aktarılmış olan ilk iki cilt ve daha sonra Süleyman Şaşmaz tarafından yayınlanan uzun metin var. O zamanlar S. Şaşmaz’ın Kıvılcımlı ismiyle kendi kitaplarını basma sahtekarlığı yaptığını bilmediğimizden metnin sağlığından kuşku duymuyoruz. (Sahtekarlık konusunda Komün Gücü Sahtekarlığı başlığı altında yazdığım ve Bilim ve Gelecek Dergisinde yayınladığım yazıda ayrıntılar mevcut. Sosyal medya mecrasında da paylaşmıştım.) Metinleri aslıyla karşılaştırma şansımız kısıtlı. Şöyle ki: İlk iki cildin Kıvılcımlı tarafından sadeleştirilmiş metni Fuat Fegan tarafından daktilo edilmiş halde ulaşılabilir durumda. Bu bölümler 70’li yılların başında yine F. Fegan tarafından mikrofişlere aktarılmış ve birkaç kopya mikrofiş ilerleyen yıllarda Türkiye’ye getirilmiş. Bir kopyası da Tarih Vakfı’na verilmiş. Bizim ulaşabildiğimiz kopya işte bu mikrofişler.
Elimizde var olan mevcut metinlerle Tarih Vakfı’ndaki mikrofişleri karşılaştırmaya başladık. Bunun için ben her gün elimdeki kitaplarla Tarih Vakfı’nın Eminönü’ndeki tarihi binasına gidiyorum. Orada tanıştığım, gönüllü çalışan Filiz Öğretmen isimli kadın arkadaş bana gerekli fişleri getiriyor, fişleri okumam için de tepegöz gibi bir aleti kuruyor. Bu aletin bir merceği var merceği ilgili sayfanın üzerine getirdiğimizde sayfa A4 boyutunda aletin monitöründe görünüyor. Üzerinde herhangi bir çalışma yapmak olanaksız, sadece okunabiliyor. Burada Filiz Öğretmen arkadaşımı sevgiyle hatırlamak, hatırlatmak istiyorum. Sadece bana değil, orada araştırma yapan herkese gayretle ve güleryüzle yardım ediyordu. Sosyalizmin adsız ama çok yararlı elemanlarından biri olarak kalacak aklımda hep. Şimdilerde İstanbul dışında yaşayan ve sağlık sorunları olan bu arkadaşıma sağlık ve uzun ömür diliyorum.
Bu arada daha anlaşılır olmak için mikrofişlerden bahsetmeliyim. Mikrofişler, bir röngen filmi ya da fotoğraf negatifi yapısında. Bir kartpostal büyüklüğünde olan her mikrofişe yarım santim eninde, bir santim boyunda yaklaşık 80 sayfa sığdırılmış. Normal haliyle o sayfaları okumak mümkün değil. Onun için yukarda yazdığım tepegöz gibi bir düzenek lazım. O düzenek de tarih Vakfı’nda var. Ben her gün oraya gidip düzeneğin imkanlarıyla okumamı ve kendi metinlerim üzerinde düzeltmelerimi yapıyorum. O zaman bir laptop’a da sahip olmadığımızdan her şeyi elle, kalem kağıtla yapıyoruz. Genellikle yalnız yürüttüğüm bu çalışmalara ara sıra o zamanlar aramızın çok iyi olduğu Rauf Aksungur da katılıyor. Yanımda biri olursa okuma ve düzeltmeler daha hızlı oluyor ama Rauf’un, kelimelerdeki yazım hataları ve imla yanlışları için bile “usta böyle yazmış olabilir, karışmayalım” diye titizlenmesi hızı düşürüyor. Bu arada metinleri düzenlerken başka bazı arkadaşların da katkıları oluyor. Mesela metni karşılıklı okuma aşamasında Toplumsal Özgürlük Platformu (şimdi partisi) sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu’nun birkaç defa gelip mütevazı bir biçimde çalışmamızı desteklediğini hatırlıyorum.
Buraya yayınevine yapılan bir maddi katkıyı da eklemeliyim. Daha sonraki yıllarda çok samimi olacağımız Suat Şükrü Kundakçı ağabey, yayınevi ofisi düzenlenirken bize 800 liralık bir çek verdi. Bu da benim katkım olsun dedi. O çekin üzerine biraz daha para koyarak sanırım 1200 TL gibi bir rakama Mcİntosh bir masaüstü bilgisayar aldık. Bütün yayınevi çalışmaları o bilgisayarda yapıldı. Arşivi orada tutuldu.
2006 sonunda Bordo-Siyah yayınlarının da katkı ve destekleriyle kitap yayına hazırlanmış oldu. Hazırlık aşamasında yaptıklarımızı kitabın başına yazdığımız YAYINEVİNİN NOTU yazısında şöyle maddelemişiz:
“Yayınevimizce;
“ - Tüm metin dikkatle gözden geçirilip imla yanlışlarının en aza indirilmesine çalışıldı.
“ – Alıntılar ve kaynakların isimleri gözden geçirilip, kaynağın ve yazarının isimleri doğru yazılmaya çalışıldı.
“ – Kitaptaki yüzlerce alıntının çok büyük bir kısmı Osmanlıca kaynaklardan alınmış. O alıntıları öylece bırakmak içimizden gelmedi. Elden geldiğince sadeleştirilmeye çalışıldı. Bulabildiğimiz kaynaklardan (Koçi Bey Risalesi, Mukaddime, Kapital ve Koca Sekbanbaşı Risalesi gibi) ilgili paragrafları bularak karşılaştırıp sadeleştirmeye çalıştık. Bulamadığımız kaynaklardaki alıntılar için de Osmanlıca ve Arapça bilen kimselerden de yardım alınarak, yayınevimizin olanaklarıyla sadeleştirilip sorumluluk alındı.
“ - Özellikle 5-6- ve 7. kitaplarda daha çok olmak üzere, Hicri (Göç) ve Miladi (Doğum) tarihlerde gerekli düzeltmeler yapıldı.” (Osmanlı Tarihini Maddesi, Sosyal İnsan Yayınları ilk baskı s. 3-4)
Buraya da kısa bir açıklama koyayım. Osmanlı uzun yıllar Hicri (Göç) takvimi kullanmış. Bu takvim Müslümanlarca Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarihi başlangıç alan ve güneşin değil, ayın periyotlarını temel alan bir takvim. Son dönemlerde ise Rumi takvim diye bir takvim kullanılmış. Rumi takvim ile Miladi takvimin her ikisi de güneşin periyodunu temel aldığı için mevsimler kaymıyordu ve aralarında 584 yıl fark vardı. Yani Rumi takvimi Miladi takvime çevirmek için 584 eklemek yetiyordu. Ama Hicri takvim bu kadar kolay çevrilemiyordu. Hicri takvim ayın periyodunu esas aldığı için o takvimde aylar 28 gün, yıl ise 354 gündü. O yüzden bu gün farkları yıllar arttıkça önemli sayılara ulaşıyor, yıllar kayıyordu. Bilmeyenler, Hicret 622 yılında olduğu için yıl sayısına 622 eklemekle yetiniyor, sonuçlar da çok yanlış oluyordu dolayısıyla. Ben bu konuya kafa yorarken sahafların birinde coğrafya kitabı ve atlaslarıyla tanınan Faik Reşit Unat’ın “Hicri ve Rumi Takvimleri Miladi Takvim’e Çevirme Kılavuzu” adlı kitabına rastladım. Unat, hem çevirmenin formülünü veriyor, hem de kitabın tamamında yılları çevirerek önemli bir hizmette bulunuyordu. Böylece ben de kısa yoldan Osmanlı Tarihinin Maddesi eseri içindeki bütün tarihleri düzeltme imkanını bulmuştum.
Kitabı matbaa aşamasına getirmiştik. Bu konuda da sevgili Hüseyin Budak’ın çok yardımını görecektik. Topkapı’daki birçok matbaacıyı tanıyordu. Birkaç yere baktıktan sonra Fatih Mücellit isimli bir matbaa ile anlaştık baskı ve cilt için. Öncelikle mücellithane (ciltleme yeri) olarak kurulmuş, sonra da baskı makinaları almışlardı. Sahibi ılımlı bir sağcı idi. Birkaç kitabımızı bastılar, sonra değiştirdik. Bu arada yayınevi için bir logo tasarımı ve kapakların düzenlenmesi için tanışık olduğumuz, grafiker Hüray Kılış ile anlaştık. Hüray uzun yıllar kapaklarımızı yaptı. Daha sonraki yıllarda da dostluk ilişkimiz sürdü. Sonradan beni çok üzen bir biçimde dostluğumuz sona erdi. Hala çok sevdiğim biridir. Ona da sağlık ve selamet diliyorum.
2007 yılının Şubat ayının 9. Günü (ilk kitabımız diyerek not almışım üzerine tarih yazarak) kitabımız basılmış olarak matbaadan geldi. Kendime verdiğim söz üzerine daha kamyon kapıda iken elimdeki sigarayı küllüğe basıp, paketi çöpe atmış, sigarayı hayatımdan o gün çıkarmıştım. Bir daha da elimi sürmedim. Kitabın gelişi benim yaşamımın en önemli günlerinden biri idi. Kitap gelecek diye yayınevinde ben, H. Atahan, Suat Şükrü Kundakçı ve Hüseyin Budak bekliyorduk. Heyecanla açtık paketleri. Ben ve Hüseyin zaten matbaadaki bütün aşamalarını görmüştük. H. Atahan kitabı incelerken birden köpürdü. Kitabın sırt kalınlığı ciltlenirken bazı kitaplarda milimetrik olarak kaymıştı. Benim hiç umrumda değildi ama o takılmıştı. Bana bağırdı, matbaaya telefon açıp bağırdı falan, bütün sevincim bitmişti. Çıkıp 1-2 sokak dolaşıp döndüm. O arada sakinleşmişti. Bizleri yakındaki bir lokantaya kutlama yemeğine götürdü. Suat abi ve Hüseyin suni bir neşe yaratmaya çalışıyorlardı ama ben yiyememiştim bile.
Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabını o zaman 2000 adet basmıştık. Sonra 500 ya da 750’lik bir baskı daha yaptık. Hem ilk kitabımızın olması hem de benim zamanımda en çok satılan ve okunan kitabımızın olmasından dolayı bende çok özel bir yeri olmuştur her zaman.
Gelecek yazı: TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN GELİŞİMİ VE DİĞER KİTAPLAR