Bu yazıya girmeden önce okurların hoşgörüsüne sığınarak bir konuya değinmek istiyorum. Baştan beri yazdığım gibi Sosyal İnsan Yayınlarında olduğum sürede çıkarılan kitaplar benim emeğimdir. Hatta benden sonra basılan iki kitap da benim hazırlayıp bıraktığım emeklerdir. Benden sonra kayda değer bir yayın olmamıştır. İlerde buna da değineceğim. Ancak değineceğim konu benim yayına hazırladığım ama sonra müdahale edilen bir yayınla ilgili.
İki hafta önce “Günlük Anılar ve 2009 Yılı” başlıklı bir bölüm yayınlamıştım. O yazımın bir yerinde Kıvılcımlı’nın Nazım Hikmet değerlendirmesini anarken şunları yazmıştım:
“Günlük Anılar’ı okuyanlar nasıl şartlarda yazıldığını da göreceklerdir. Kanser kanamaları, otel odaları, sondasını sürükleyerek o ülkeden o ülkeye atılış. Bu şartlarda içini ve kafasındakileri dökmüştü. Objektif olarak hafıza sürçmesi gösterdiği bazı şeyler olabilirdi. Nitekim Nazım Hikmetle ilgili anıların bir yerinde.
“Karar günleri, askerlikten niye ‘tard’ edildiğimiz sorulmuş. Tıbbiye’den ben ‘Komünistlik suçu’ ile kovulmuşum. Nazım’ın Bahriye’den gelen belgede: ‘Ahlaksızlığından ötürü’ kovulduğu yazılı idi. (Günlük Anılar s.312)
“Başka kaynaklardan bu iddiayı araştırmış, doğru olmadığını görmüştüm. Hemen aynı sayfanın altına bir dipnot yazdım. Şöyleydi dipnot:
“Bahriye’den gelen belgede; Nazım Hikmet’in kişisel ahlak yönünden bir eksiğinin olmadığı ancak askeri terbiye ve eğitime uygun bulunmadığı yazmaktadır. (Yayınlayanın Notu)”
Birkaç gün önce sosyal medyada arkadaşım olan biri bana yazarak, kendisinin elinde olan Günlük Anılar kitabında anılan dipnotun olmadığını söyledi. Ben sayfa numarası verdim, yine olmadığını söyledi. Sonunda anlaşıldı ki, ben kendi zamanımda yani 2009 yılında yapılan baskıdan, arkadaşım ise 2013 yılında yapılan yeni baskısından söz ediyoruz. Karşılıklı sayfa fotoğrafları paylaştık ve gördük ki benim arayıp bularak kullandığım dipnot çıkarılmış kitaptan. Yani o konu anılarda Kıvılcımlı’nın aktardığı gibi, “Karar günleri, askerlikten niye ‘tard’ edildiğimiz sorulmuş. Tıbbiye’den ben ‘Komünistlik suçu’ ile kovulmuşum. Nazım’ın Bahriye’den gelen belgede: ‘Ahlaksızlığından ötürü’ kovulduğu yazılı idi.” Biçiminde kalmış.
Bir kere bu doğru değil, yani Nazım Hikmet ahlaksızlık gerekçesiyle atılmamış. Günlük Anılar’ın hangi şartlarda yazıldığını da anmıştım ben. O şartlarda Kıvılcımlı’nın bazı şeyleri eksik ya da yanlış hatırlaması gayet olağan. Sağlıklı olduğu zaman bile “70’ine geldim, hâlâ kendimi beğenmedim.
Hatalarımla boğuşuyorum” diyen bizzat Kıvılcımlı ustanı kendisi. Şimdi onu yanılmaz mı göstermek istemiş acaba kitabı yeniden basanlar?
Ayrıca eserin 2009 baskısında böyle bir dipnot varsa ve yeniden basanlar bunu çıkarıyorlarsa çıkarmanın nedenlerini yazmayı okurlarına borçludurlar. Bırakın devrimci olmayı, normal insan ahlakı bunu gerektirmez mi?
Bu soruları okurun ve devrimci kamuoyunun önünde açıkça Haşmet Atahan’a soruyorum. Birinci baskıda bu önemli dipnot varken, ikinci baskıda çıkarılmasının nedenini açıklamalıdır. Nazım’ın “ahlaksızlıktan atıldığı”na dair yeni bir belge bulmuş olabilirler. O zaman onu da açıklamalıdır.
Tekrar 2009 yılına, etkinliklere ve yayınlara dönelim. Bir önceki yazımda 2009 yılı kitaplarına ve etkinliklerine girmeden, o dönemde tanıştığım, tanışıklığımı geliştirdiğim, bende iz bırakan kimi devrimci kişilerle ilişkilerimi yazmıştım. Bu yazı dizisi sonlanana kadar zaman zaman böyle anılarıma, belleğimin derinliklerinden gelen kimi olaylara yer vereceğim.
2008 yılını oldukça hareketli ve verimli bir yıl olarak belirlemiş ve değerlendirmiştim. 2009 yılımız da epey hareketli, verimli ve olaylı geçti. Daha yılın başında hazırlamaya giriştiğim Kıvılcımlı’nın önemli eseri “Kadın Sosyal Sınıfımız”ı 2009 yılının ilk kitabı olarak (2008’den kalan Günlük Anılar ile birlikte) Mart ayında basmıştık. Kitabı hazırlarken, Kıvılcımlı’nın Anahanlık ile ilgili bazı yazılarını da eklemeye çalışmıştım. Kitaplarındaki Anahanlık dönemi ile ilgili yazılarını ekledim. Yayınlanmamış eserlerinden Allah Önce Kadındı başlıklı dosyadan kısmi çeviriler yaptırabilmiştik o zaman kadar. O çevirilerde Masajetlerin lideri ünlü Anahan Tomris ile ilgili makale boyutunda bir yazı da eklemiştik.
2009’un ilk aylarında H. Atahan, Cenk Ağcabay’ı yönetime almak istediğini söyledi. Daha önceki bölümlerde yazmıştım. Cenk, 2008 başlarında benim önerimle H. Atahan’ın yaptırmak istediği 68’in 40 Yılı Belgeseli projesini gerçekleştirmek üzere yayınevinde işe başlamış ama kısa sürede belgeseli bırakıp, Yalçın Küçük eleştirisi bir kitap yazmıştı. H. Atahan’ın desteğiyle yazmış ve kitabı da basmıştık ama ben Cenk’e tavır almıştım. Onu sorumsuz ve tembel bulduğumu hiç saklamıyordum. İşte durumlar böyle iken onu yayınevine yönetici yapmak istiyordu. Amaç Cenk’in yönetime katacağı şeyler değildi. Zaten bir katkısı da olmadı. Amaç yönetimde beni kontrol etmekti. Önce A. Yetmen, şimdi Cenk. Daha sonra başkası da oldu, onu da yazarım.
Cenk’i yönetime alma önerisine karşı çıktım doğal olarak. Söylediklerimi de aynen hatırlıyorum: “Ağabey, Cenk buraya belgesel yapmak için geldi ama bitirmedi. Senin sağladığın imkanlarla kitap yazdı. Bunlar senin bileceğin şeyler ama ben onu şimdiye kadar bu işleri yapmak üzere yayınevinde olan bir misafir gibi gördüm. Eğer yönetime alırsan misafir gibi göremem. Ben burada günde 13-14 saat çalışıyorum. Aynı mekanda iki yönetici olursak ondan da böyle çalışma beklerim. Yapamayacağını değil, yapmayacağını biliyorum. O zaman da hır çıkar aramızda. Rica ediyorum yapma. Ama illa da yönetime alırsan, benim için kişi olarak bir kıymeti yok, senin yokluğunda uzantın olarak kabul eder, işime bakarım” demiştim. Ama hiç dinlemeden yönetime aldı, benim de yüzüm ikisine de iyice asıldı tabi.
Cenk yaşıyor, H. Atahan da. O zaman yayınevi çevresinde hatta yönetimde olan Yavuz Tanrısever de Burhan Elçin de Kemal Eke de. Bana Cenk’in yayınevi yönetimine herhangi bir önemli katkısı varsa söyleyebilirler. Zaten çok kısa bir süre sonra Cenk Nisan 2009’da yayınlayacağımız Türkiye Komünist Partisi ve Dr. Hikmet kitabını yazmaya girişti. Nisan ayında yayınladığımız kitaptan sonra da bir katkı aldığımızı hatırlamıyorum. TKP ve Dr. Hikmet kitabını hep yararlı buldum ve önerdim herkese. Cenk çok iyi ve dikkatli bir tarayıcıdır bence. Ekleri hariç 369 sayfa hacmindeki kitapta tam 606 alıntı var. Her kitap sayfasına neredeyse 2 alıntı düşüyor. Bu da benim gibi araştırma, belgelere ulaşma peşinde olanlara çok kolaylık ve katkı sağlıyor doğal olarak. O kitabın da editörlüğü yapmak ve sunuş yazısını yazmak benim işimdi tabi.
Anmadan geçmeyeyim. O yıl yayınevimizde Suat Şükrü Kundakçı ve Hüseyin Budak da bulunuyorlardı. Suat ağabey çok sık uğrayarak moral katkı sağlıyordu bize. Hüseyin Budak ise zaten yayınevinde yatıp kalkıyor, dolayısıyla da birçok işimize koşturuyordu. Her ikisi de bugün yaşamıyorlar. İkisinin de anılarına saygı duyuyorum. İlerde yazacağım “Tanıdığım Kişiler” albümünde her iki dost için de anma yazıları yazacağımdan burada sadece anmakla yetineceğim.
2009 yılının kalan bütün zamanı 2 büyük işle geçti. Birisi Kıvılcımlı’nın Elazığ Cezaevi’nde yazıp o zamanki TKP’ye sunduğu YOL isimli kitap serisinin yayınlanması, ikincisi ise bütün öyküsünü yazacağım Kıvılcımlı’nın ölümünün 38. Yılında bütün sosyalist grupların ortak anmasını örgütlemekti. Her YOL’un 9 kitap halindeki basılıp Ekim ayındaki anmaya yetiştirilmesini, hem de anma etkinliğini önümüzdeki bölümde ayrıntılarıyla yazacağım. Ama yine Ekim 2009’da basmış olduğumuz kıymeti bilinmemiş önemli bir kitabı da anayım. Bu kitap orijinal adı “The School of Americas” olan, Amerikalı antropolog Lesley Gill’in kitabı. Cenk’in vasıtasıyla bir ajanstan telif ücretini ödeyerek aldığımız bu kitabı, yine ücretini ödeyerek İngilizce’den çevirtip DARBECİLER OKULU ismiyle basmıştık. Hiç ilgi sağlayamadığımız bu önemli kitap için basına dağıtmak için yazdığım tanıtım yazısını buraya aynen alıyorum:
“Latin Ülkelerinde 'Darbeciler Okulu'
Amerikalı Antropolog Lesley Gill'in ünlü kitabı 'The School of The Americas', 'Darbeciler Okulu' adıyla Sosyal İnsan Yayınları'nın Sosyal Tarih Dizisi'nin altıncı kitabı olarak yayınlandı. 2004'te Duke Üniversitesi tarafından yayınlanan kitap, 'Darbeciler Okulu' olarak anılan 'SOA'ya odaklanıyor. SOA, önce Panama'da kurulmuş, daha sonra Amerika'nın Georgia eyaletine taşınmış askeri bir okul. Orada askeri eğitim veriliyor ancak hem eğitimin özelliği, hem de kimlere verildiği önemli. Bu okulda, özellikle Latin Amerika ülkelerinden gelen orta rütbelerde (yüzbaşı, binbaşı, bazen albay) subaylar eğitiliyor. Lesley Gill gerek okulda, gerekse okuldan mezun olanlar arasında yaptığı temaslar ve röportajlar sonucu yazmış elimizdeki kitabı. Bu okul, Latin Amerika ülkelerinden, Kolombiya, Bolivya, Honduras, Uruguay, Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelerden gelen binlerce subayı 'eğitmiş.' Son yıllarda yayınlanan SOA'dan mezun olanlar listesinin, 60 bin gibi çok yüksek bir rakama ulaştığını görüyoruz.
Darbeciler yetişiyor
Okulun müfredatında, derslerin isimleri değişik de olsa, sonuçta darbe, işkence, toplu kıyım, kontrgerilla eğitimlerinin verildiği, hem belgelerde ve mezunların ileriki uygulamalarında, hem de mezunlarla yapılan röportajlarda açıklıkla ortaya konmaktadır. Okulun mezunları arasında, daha sonra isimlerini çok duyduğumuz ünlü halk düşmanı diktatörlerden, Arjantinli Viola, Bolivyalı Hugo Banzer, Nikaragualı Anastasio Somoza, Panamalı Manuel Noriega, Salvadorlu ünlü katil D'Aubuission, Honduraslı Luis Alonso Discua ve yine Salvadorlu Domingo Monterrosa ilk akla gelenler. Hepsi de 'The School of the Americas'ta, kendi halklarına baskı ve işkence yapmak için eğitilmiş 'Amerika'nın çocukları.' Lesley Gill'in anlattıkları ve yazdıkları, her ne kadar Latin Amerika'ya özel gibi görünse de evrensel çapta diktatörlüklerin kaynağını saptayıp, tanımını yapmakta. Nitekim dünyanın başka yerlerindeki diktatörlüklerin de, halklarına baskı kurarken izledikleri yöntem Latin Amerika'dakilerden çok farklı değil. Okuldaki eğitimin en temel özelliği, her türlü yerel değeri eğitim süresinde yok etmek, onun yerine, tümü Amerikan değerlerinden oluşan, evrensel bir vatan satıcılığına dayanan bir 'enternasyonalizm' yaratmaktır.
Dolayısıyla, okuldan mezun olup kendi ülkelerinde baskı ve zulme dayalı diktatörlükler kuran tüm bu vatan satıcılar, 'yurtsever' ya da 'milliyetçi' geçinseler de, özünde hepsi Amerika'nın uşaklarıdırlar. Nitekim, yıllarca Türkiye insanına kan kustururken 'milliyetçi-mukaddesatçı' geçinen vatan satıcılar da, sonuçta, 12 Eylül sabahı, yaverinin, Carter'a, 'Our boys have done it' dediği kadar, Amerika'nın çocuklarıdır. Kitaptan çıkarılacak en önemli sonuç, dünyanın her yerindeki diktatörlüklerin Amerikan kaynaklı olduğuna dair tereddütsüz tespitlerdir. Amerika dünyanın her yerinde, kendine bağlı diktatörlükler oluştururken, o ülkelerin asker ve polislerini sıkı bir Amerikancı eğitimden geçiriyor. Bunun istisnası yoktur. Dolayısıyla Lesley Gill, bize döne döne şu gerçeği hatırlatıyor: Darbeler Amerika'nın tezgahıdır, darbecilerse kendi ülkelerinden çok Amerika'ya bağlı kuklalardır. Bu darbeler ve darbeciler askeri diktatörlük veya polis devleti biçiminde kurulup sürdürülebilir. O zaman, 'darbeye ve darbecilere karşıyız' demek, özünde Amerika'ya ve Amerikancılara karşı olmak anlamına gelir. Eğer bu anlama gelmiyorsa, darbe karşıtlığı, içi boş bir slogan olmaktan öteye geçmez. SOA, Amerika'daki darbeci eğitimi veren tek okul değil. Amerika'da onlarca, dünyada belki yüzlerce, Amerikancı darbeci yetiştiren okul var. Bu okullar, sadece asker eğitmiyor. İstihbaratçı, narkotikçi, terörle mücadeleci gibi çeşitli polis güçlerini de eğitip, -Bolivya'da, koka üreticisi köylülere kan kusturan Faşist Ekoloji Polisleri gibi- kalıcı Amerikancı polis devletleri oluşturmaya da uğraşıyor. Lesley Gill'in Latin Amerika için saptadığı Amerikancı asker, sivil, darbe tezgahları tespitinin ve teşhirinin, dünyanın her yerinde, bölgemizde ve ülkemizde de yapılabilmesi açısından değer taşıyor elimizdeki kitap.”
Gelecek Yazı: YOL serisi ve Ortak Anma