28 Ocak 1921’de katledilmişlerdi Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı. Katliamın 100. Yılında onları bir kez daha saygıyla anıyor, katliama karar verenleri ve uygulayanları lanetliyorum.
Onbeşlerin dönüşü ve katledilişi konusunda sayısız kitap, makale yayınlandı, anma toplantıları yapıldı, yapılıyor. Bu yayınlarda ve toplantılarda daha çok onların yiğitliği ve kahramanlıkları anlatılır, dönüş sürecinde Ankara hükümetinin iki yüzlü tavrı eleştirilir ve nihayet Sovyetler Birliği’nin suskunluğu üzerinde durulur. Elbetteki bunların da yapılması lazım. Ancak Mustafa Suphi ve arkadaşlarının 10 Eylül 1920’de Bakü’de TKP’yi kurar kurmaz Anadolu’ya dönüş kararları, Parti’nin durumu, Sovyetler ve Ankara hükümetlerinin durumu ve ilişkilere sosyalist ilkelerle, ders çıkarıcı bir biçimde yaklaşımlar çok fazla değil.
Aşağıdaki yazı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1932 yılında Elazığ Cezaevi’nde yazdığı 9 ciltlik YOL adlı eserinin (Bu kitapların tümü de bu sitede Kıvılcımlı Külliyatı içinde tanıtılacaktır) 3. Kitabı olan PARTİDE KONAKLAR VE KONUKLAR’ dan alınmış. Hem o yiğit insanların kahramanca atılımlarının hakkını veren, hem de o zamanki TKP’nin ve onbeşler hareketinin zaaflarını sosyalistçe belirleyip dersler çıkaran önemli bir yazı. (Ahmet Kale)
ONBEŞLER
Mustafa Suphi ve yoldaşları, Marks’ın Paris komünarları için dediği gibi “göklere sıçrayan kahramanlık” timsalidirler. Tıpkı gene Paris komünarlarını kasıp kavuran sınırsız “saf çocukluk” niteliklerine kurban olup gittiler.
Paris Komünü’nde 1. Enternasyonal’in en ateşli yandaşları büyük etki göstermişlerdi. Fakat bu yandaşlar azınlıktaydılar. Çoğunluk hep ütopist (Blankici, Proudhoncu) Küçükburjuva sosyalistlerindeydi.
Mustafa Suphi ve yoldaşları da en büyük hızlarını,1. Enternasyonal’in bütün devrimci geleneklerini yaşatan 3. Enternasyonal’den alıyorlardı. Ne yazık ki hareketlerine hakim olan taktik ve strateji ilkelerinde hem öznel, hem de nesnel koşullar yeterli derecede değildi. Leninist yöntemi ve taktiği uygulamadılar. Leninizm üslubundan yalnız “devrimci kanatlanışı” (uçkun devrimcilik) aldılar, “Amerikanvari işçiliği” (yapkın devrimcilik) unuttular.
Onbeşlerde yeteri kadar devrimci hazırlık yoktu. Onbeşler, içinde devrim yaratmaya giriştikleri çevreyi devrimci mücadeleyle işlemiş değillerdi. Bu yüzden düşünceleri ne kadar enternasyonalci ve devrimci olursa olsun, yaptıkları nesnel olarak ve fatalman Blankici ya da Bakuninci bir hareket şeklinde kaldı. Yani anarşik hareketten ileriye geçemedi. Ve Türkiye’de Paris Komünü’nün bir minyatürü oldu.
Onbeşler hareketine neden anarşik diyorum ve Bakunin’le Mustafa Suphi arasında bir benzerlik görüyorum? Akıllardadır 1848 Avrupa devrim sarsıntıları sırasında Marks ve yoldaşları Almanya içinde o zamanki sınıf ilişkilerine göre ve Fransız devriminden çıkmış derslerle, devrime varmak için uğraşarak başarılı olamadılar. Ve Avrupa’da yeni bir istikrarın başladığını sezerek, devrim açmanın şimdilik devrimci hazırlanmaya tercih edilemeyeceğini söylediler.
Bakunin ise, Fransa’da çevresine topladığı bir gönüllüler alayıyla Almanya’ya saldırmaya ve orada bu asker gücüyle devrim yapmaya kalkışmıştı.
Bakunin’in zamanına bakarak koşullar ne denli başka olursa olsun, Mustafa Suphi hareketi de özü itibarıyla bir Bakuninizm’den ibaretti. Burjuva paşasının hilesine kanarak Bolşevik devriminin serbest bıraktığı tutsak Türk subay ve erlerinden alelacele yaptığı bir alayla Türkiye’de Bolşevizm’i kurmaya yürüdü.
Oysa burjuvazi, ülke içinde Müdafaa-i Hukuk örgütüyle siyasal ağını kurmuştu. Burjuva ordusunun sadık bekçi kadrosuyla yürütme gücünü eline geçirmiş bulunuyordu. Siyasal ve askeri alanda bir ülke ölçüsünde örgütlenmiş olan kapitalist sınıfa karşı, Mustafa Suphi’nin oluşturduğu kadar ne idüğü belirsiz, ülkesine dönmekten başka bir şey düşünmeyen, Küçükburjuva unsurlardan derleşik bir alayla karşı koymak ütopizmin, hayalci kuruntuculuğun en yüksek derecesi değil midir? Ve buna Puçizm, Blankizm ya da Bakunizm’den başka hangi kavram uygun düşürülebilir?
Mustafa Suphi bir anarşist miydi?
Bu noktada henüz elimizde yeterli belge yok. İleride bu nokta da işlenirse açıklaşır. Fakat her hareketi dediğiyle değil, ettiğiyle ölçmek kaçınılmazsa, Mustafa Suphi hareketini ütopik sosyalizmden ve Bakuninizm’den ayırdetmek oldukça güçleşir.
Doğrusu, Rusya’da Bolşevik devrimin tarihçesini, yani salt siyasal Bolşevik devrimin akışını izlerken, tam Mustafa Suphi hareketi gibi değil fakat ona şöyle böyle benzer öyküler işitmiş olanlarımız çoktur. Fakat o zamanki siyasal Bolşevik devriminin bu kısmi ve ender görülen özelliklerini Onbeşler hareketine benzetmek, Bolşevizmin karacahili olmak ve deva bulmaz bir körlükle batağa saplanmak demektir.
Bolşevikler de, bazı yerlerde karşı-devrimi kızıl kuvvetlerle ezdikten sonra siyasal devrimi başardılar. Ama Mustafa Suphi hareketiyle Bolşevik hareketi karşılaştırmak için şu noktaları göz önünde tutmamız gerekir:
1- Gericilik merkeziyle kopuşma: Bolşevikler barikata çıkmadan 7 ay önce Çar devrilmiş ve hapsedilmişti. Rusya’nın her iki başkenti, gerek Petersburg, gerek Moskova bir hamlede karşı-devrim yuvası olmaktan çıkmıştı. Pek çok önemli merkezler gibi, devrimci işçilerin elinde bulunuyordu. Ülkede fiilen hakim olan örgüt, ezici halk çoğunluğunu oluşturan Sovyetlerdi.
Oysa Anadolu hareketi Müdafaa-i Hukuk adı altında bir burjuva milli örgütünün yönetimine girmişti. Ve taşra burjuvazisinin güdücüleri, Bolşevizm’e dört elle sarılmış görünmelerine karşın, hâlâ bakanları, muhafız alayları, polisleri, mülkiye ve ordu güçleri bulunan Sultan’a toz kondurmuyorlardı. Mustafa Kemal, Ferit Paşa kabinesine, padişahı efendisiyle doğrudan temasa izin vermediği için çatıyordu. Büyük Millet Meclisi halka, bağımsızlık mücadelesinin amacını “Halife’i Zîşan Essultanı” kurtarmaktan ibaret gibi gösteriyordu. Anadolu’da başlayan Kemalizm, kendisine, İstanbul’da tutsak düşmüş padişahın vekili, ondan izin almış onun adına hareket eden has yaveri süsünü veriyordu.
Demek, Rusya’da desantralizasyon son haddini bulmuş, bütün burjuva devlet aygıtının çark ve kayışları birbirinden çıkmış, darmadağınık olduğu halde, Türk burjuvazisi halkın herhangi bağımsız ve devrimci ayaklanışına yol açmamak, “vaziyeti tutmak” için sultanın dokunulmaz kutsal bir hakim makam olduğunu ve tüm ulusun o makama bekçi köpekliği yapmaktan başka görev ve onur tanımadığını sonuna dek ilân ediyordu.
2- Ordu: Rusya’da orduya Asker Sovyetleri işlemişti. Ordunun bir kısmı Bolşevik parolalarını benimsemişti ve gerici Genelkurmayın değil, Sovyetlerin komutası altındaydı. Ordunun geri kalan kısmıysa tarafsızlaştırılmıştı.
Türkiye’de ordu kadrosu halifenin İstanbul’dan atayıp gönderdiği müfettiş “yaver’i has” Mustafa Kemal’in emrinde olduğu gibi, burjuva savunmacılığına azmetmiş bir durumdaydı. “Kuvayımilliye” denilen milis örgütünüyse, ordu kadrosu ilk fırsatta dağıtıp emrine almak için tetikte duruyordu.
3- Demokrasi: Rusya’da Çarlık devrildikten sonra tam 7 ay süren hakim devlet sistemi; burjuva demokrasisinin dünyada seyrek ve az görülür en yüksek kertesini tutmaya zorunlu olmuştu. Bu süre içinde halk kitlelerini kendi deneyimleriyle Bolşevik siyasetinin doğruluğuna ikna etmek mümkündü.
Türkiye’de Kemalizm, iliklerine kadar militarist bir disiplinle halkı her türlü demokratik hareket ve örgütten sistematik olarak soyutladı. Bir yanda halifeyi tutup karşı-devrimi körüklerken, ötede halktan gelen her girişim yeteneğini şiddetle boğdu.
4- Bolşevik hazırlık: Rusya’da Bolşevik Parti 15 yıldır isyandan, meclis ve dernek faaliyetlerine kadar bin bir tür siyasal ve sosyal mücadeleyle pişkin bir örgüt ve güç yaratmıştı. Leninizm’in “halkı deneyle ikna etme” taktiği, tüm geniş halk yığınlarını Bolşevizm’e sempatizan etmişti. Ve Bolşevikler devrim ve ayaklanma bayrağını kaldırdıkları gün -Haziran ayında % 13 gibi azınlıkta kaldıkları- Sovyetlerin içinde %51 oranında çoğunluğu elde etmiş bulunuyorlardı. Hatta Kurucu Meclis’te büyük toprak sahipleriyle burjuvaların oranı % 13 olduğu halde, Bolşevikler %25’diler.
Tek sözle, Türkiye’de bunların hiçbiri yoktu.
Bunların hiçbiri yokken yani yönetim ve ordu militarist burjuvazinin elindeyken, en küçük bir örgütü henüz olmayan halk tabakaları adına, devrime ve bir tür ayaklanmaya girişmek, en sonunda Mustafa Suphilerin başlarına geldiği gibi kışkırtılan kara halkın cahil saldırıları önünde 15 kişicik kalıp, Karadeniz’in mavi ve hırçın dalgaları arasında baltayla doğranmayı göze almak değil midir?
Bu bir kahramanlık olabilir. Fakat Marksist kahramanlık, yalnızca ölmeyi değil, kitleden kopuşmayarak ölmeyi bilmektir. Onbeşler’in Türkiye devrimci hareket tarihindeki nesnel konumları, öldükleri için değil, ölmeyi bilmedikleri için, Rusya tarihindeki Bakuninizm olur. Ya da, eğer mutlaka yakın Bolşevik tarihinden bir örnek almak gerekirse, modern Bakuninizm’in, yani Troçkizm’in başarılı olmuş, yani kaçınılmaz ve uğursuz sonuna kadar varmış bir şekildir.
Burada başka bir itiraz gelebilir: Onbeşler hemen ve yalnız devrim ve ayaklanma yapmak için değil, Anadolu’da beliren anti-emperyalist mücadeleyi tutmak için de geliyorlardı...
O zaman Mustafa Suphi ve yoldaşlarının karşısına Marksizm – Leninizm’in şu görevi çıkıyordu: Başlayan milli harekette Demokratik Burjuva devrimini son kertesine vardırarak proletarya devrimini ve halk Sovyetler iktidarını kurmak...
Yoksa salt milli hareketi tutarak, ne olursa olsun burjuvazinin siyasi iktidarını güçlendirmek, elbet Marksist değil, Menşevik bir harekettir. O halde, yani Demokratik Burjuva Devrimini Proletarya Devrimine çevirmek için, ülke dışında ipten kazıktan kurtulmuş bir alay herifle, burjuva paşalarının ikiyüzlüce ve kahpece vaadlerine çocuk gibi kanarak harekete geçmek yeterli midir?
En küçük bir siyasal örgüt, kitleyle en basit temas olmaksızın, Onbeşler hangi sosyal gücü temsil ederek ve o güce dayanarak burjuva gibi kancık ve zalim bir sınıfla el ele verebilirdi? Burjuvazi, Onbeşler’in elini, onları Karadeniz’in dibine indirmek için tutmaz mıydı?
Onbeşler’in bozgun nedenlerini özetlemek için özellikle göze çarpan şu noktaları sonuç olarak çıkarabiliriz:
1- Dünya ölçüsünde devrimde sırf dış yedek güçlere dayanmak: Proletarya devriminin stratejisinde özgüç her zaman işçilerdir. Fakat dünya devrimin bir bütün oluşu, tarihte öyle anlar yaratır ki, henüz derebeylik ve kapitalizm-öncesi ilişkilerden ileriye varamamış ülkelerde bile, yerli burjuvazi zayıf, emperyalizm uzak, proletarya diktatörlüğü yakın, halk ezici çoğunluktaysa, Sovyetler devrimini başarmak ve doğru sosyalizme geçmek olanaklıdır.
Çin örneği Leninizm’e bunu da kaydettirdi. Ama Marksistler için göz önünde tutulacak şey, daima az fakat öz bir işçi sınıfına sıkı sıkıya bağlı, bilinçli keşif kolu (öncü) kurmaktır. Bir ülkede böyle bir keşif kolu varsa, o zaman yakın proletarya diktatörlüğünün de yedek güç olarak yardımıyla, yerel koşullara uyarlanan bir Sovyetler devrimine geniş halk yığınları çekilebilir.
Onbeşler için böyle bir parti yoktu. Onlar yalnız dış güçlere, Proletarya Diktatörlüğüne dayandılar. O zaman, değil Sovyetler devrimi yapmak, hatta Demokratik Burjuva Devrimini geliştirmeye bile varmaksızın paşaların tuzağında mahvoldular.
Pekâlâ biliyoruz, Türk burjuvazisi de o dış güce, yani Proletarya Diktatörlüğüne dayandı. Bolşeviklerden para, silah, asker ve her şey aldı. Fakat bu aldığı araçları Anadolu’da kurduğu siyasal, yönetsel ve askeri burjuva örgütlerinin çerçevesine tabi tuttu. Yani önce iç gücünü örgütledi. Her türlü bağımsız halk hareket ve örgütlerini yaşatmamak için ne gerekse, her önlemi aldı. Ve ancak özel mülkiyeti güvence altına alarak Bolşevizm’e dayandı. O iki şeyi aynı zamanda başarmasaydı, Kemalizm’in yerinde çoktan yeller eserdi.
2- Bir ülke ölçüsünde nesnel ve gerçekçi olmamak: Devrimci hareket ve taktik her şeyden önce soğukkanlılıkla saptanan sınıf ilişkileri üzerinde yürür. Sınıf ilişkileri demek, bir ülkede komşu ülkelerde ve bütün dünyadaki sınıfların güç ilişkileri demektir. Herhangi bir Marksist hareketin ayıklığı, bu nesnel durumu dupduru görerek ona uygun öznel hamleler hazırlamaktır.
Onbeşler harekete geldikleri zaman, dünyadaki sınıf ilişkileri şiddetle devrim lehineydi. Fakat bu ilişkilerin Türkiye’deki özelliklerini, yani Türkiye halkının devrimci eğilimlerini öldürmek isteyen etkenleri, Mustafa Suphi ve yoldaşları dikkate alamadılar. Onbeşler salt kendi vicdanlarında buldukları devrimci ve ayaklanmacı kanatlanışın hızına uydular. Onların gözleri amaçlarının gücü ve ışığıyla kamaştı.
Onbeşler sınıf ilişkilerinin kendiliğindenci ve bazen kör doğa gücüne benzeyen eğilimlerini gerçekçice, oldukları gibi göremediler. O eğilimlere dayanarak, halk kitlelerinin derin çıkarlarını, devrimci yöntemlerle bilince çıkartarak dövüşemediler. Ve dövüşemeden öldüler.
3- Öncü ölçüsünde gizli faaliyeti hiçe saymak: Komünist örgüt her şeyden önce devrimci ve altüstlükçü bir örgüt demektir. Dünyada hiçbir hakim sınıf, bıçağını çekmiş hasmın göğsüne saplamak üzere açıkça yürüyen mahkûm sınıf örgütüne, “gel buyur, vur! Sen haklısın... Ben ölmeliyim...” demez.
Tersine, öyle bir örgütü her zaman pusuya düşürmek için onu izler. Daha yakından ve açıktan açığa izlemek istediği legal sosyalist ve komünist partilere izin verdiği zaman bile, amacı yalnızca tuzaktır.
Onun için Leninist örgüt ilkesi her şeyden önce siyasal keşif kolu mücadelesinde en güçlü gizlilikle olabildiğince geniş legal faaliyeti sentez halinde birleştirmektir. Modern savaşın en basit ve besbelli ilkesi, düşmana hedef oluşturmama esası, Onbeşler için hiç yoktu.
Onbeşler topu tüfeğiyle, başta bando mızıkasıyla Anadolu Sovyetler hükümetini kurmaya geliyorlardı. Askerlikten anlayan paşalar için, bu kusursuz açık hedefi bir kurşunda devirmek bu yüzden çok kolay oldu.
Böylece zavallı Suphi “Ayasofya’nın kubbesinde uluslararası sosyalist iktidarın al bayrağını dalgalanır” göremeden saflığına, temizliğine ve mertliğine kurban gitti.
4- Örgüt yokluğu: Kendiliğinden anlaşılır. Onbeşler olgun bir proletarya örgütü anlamında örgüt değildi. Bir dalga, bir hücum kıtası, akıncı bir deli seldiler... Geldiler ve geçtiler.