Vakıf olamayınca yayınevi için bir şirket kurma kararımızdan sonra ben bir yandan nasıl bir yayıncılık yaparız, neleri, nasıl hazırlamam gerektiğini planlarken, diğer yandan da kocaman binanın tadilatı için çalışmaya başladık.
Ben henüz eşyalarımı taşımamıştım. Binadan bir dairenin benim oturacağım hale getirilmesine kadar ablamlarda kalacaktım. Mutabakatımıza göre birkaç ay içinde hızla tadil edilecek bir dairede ben ikamet edeceğim, başka bir daire de yayınevi ofisi olarak hazırlanacak, böylece bir yandan binanın tadilatı sürerken, ben de yayınevini çalıştırmaya başlayacaktım.
Sözü geçen bina, toplam 5 katlı, her katında 2 dairesi olan (zemin ve terasta üçer daire), 250 metrekare alana oturmuş devasa bir bina. İcradan mı, mahkemeden mi kelepir fiyatına alınmış, metruk görünümlü, içinde sadece Ağrı’lı bir ailenin oturduğu, camları kırık, pencerelerine tahtalar çakılmış, boş dairelerin çoğuna çöp ve moloz yığılı bir haldeydi. İlk aşamada kamyonlar dolusu çöp ve moloz atıldı. Binanın toparlanmasının epey uzun bir zaman alacağı belliydi ama ben bir yandan da yayıncılığa başlayacağımız için tadilatla da fiilen uğraşıyordum. Binada bulunmak için de her gün erkenden Bahçelievler’deki ablamlara gidip, sabah erken Tarlabaşı’ndaki binaya geliyordum. İşçiler tutulmuş, bina molozlardan temizlenmiş, tadilat ufak ufak başlamıştı. O günlerde, gelecekte yapacağımız tartışmaların ilk ipucu geldi. H. Atahan bir gün bana “sen akşam olunca çekip gidiyorsun, binada kalsan işlere ve işçilere daha çok nezaret edersin” dedi. “Nasıl kalacağım ben bu toz toprak içindeki yerde?” dediğimde de; “sana bir oda temizleriz, bir somya, bir küçük tüp koyarız, yaşarsın” dedi. İlk hayal kırıklığımdı bu. “Ben kaldığım yerde tertemiz yaşıyorum, banyo, çamaşır, yemek gibi sorunlarım yok. Burada daha geç saatlere kadar kalmam gerekirse kalırım ama dediğin gibi yaşamama gerek yok” diyerek reddettim. Sessizlikle karşıladı.
Benim önceliğim bir an evvel yayınlara başlamak, onunki ise binanın toparlanması idi. Bunu anlamaya başlamıştım. Bir yandan binada elimden geleni yapıyordum ama sık sık da yayın işine ne zaman nasıl başlayacağımızı soruyordum. Sorularıma net cevabı daha sonraki bir zamanda alacaktım ama umudum da azalıyordu.
İstanbul’a geldiğimden beri bir yandan bu işlerle uğraşırken, öte yandan daha önceden tanıdığım ama İstanbul’dan uzun yıllar uzak kaldığım için görmediğim bütün arkadaşlarımı ziyaret ediyor, onları da yayın işinin heyecanına katmaya çalışıyordum. Bu konuda epey mesafe de almıştım. Nitekim H. Atahan’ın yayın işini konuşmayı bile sürekli erteleyip, binaya öncelik vermesine tepki olarak bu arkadaşların bir kısmı ile bir toplantı yaptık. Toplantıyı daha Devrimci Derleniş günlerinden (12 Eylül öncesi) tanıdığım, Konya’daki militan arkadaşlarımızdan Gerilla lakaplı Hasan Yıldırım’ın işlettiği, Bakırköy sahilindeki geniş bahçede yaptık. Hasan, bir yığın maceradan sonra Kapalıçarşı’da yakınlarının yanında döviz işine karışmış, orada Nesim Malki gibi insanlarla tanışmış, gözü kara yapısından dolayı bir takım mafyatik ilişkilere girmekten de kaçınmamıştı. Bu ilişkilerinin bir sonucu olarak da Bakırköy Galeria’nın bitişiğindeki çok geniş bir bahçenin işletmesini uzun yıllar için almıştı. Kapısında korumaları, silahlı adamları olan, emniyet mensuplarının sık sık ziyaret edip, yiyip içtikleri bu mekan çok geniş bir bahçe içinde, yazlık, kışlık lokantaları, büyükçe bir düğün salonu, birkaç kafenin olduğu yemyeşil bir bahçe idi. Hasan bu bahçede küçük bir mafya lideri gibi oturur, misafirlerini ağırlardı. İstanbul’a geldiğimin ilk haftalarında Hasan’ı bulmuş, konuşmuştum. Hasan bana ummadığım bir ilgi ve saygı göstermişti. Beni her konuda destekleyeceğini, yeme içme barınma gibi her sorunumu üstleneceğini söylüyordu. Nitekim onun ısrarıyla sık sık ziyaret eder olmuştum Hasan’ı. Toplantıya geçmeden yazıp bitireyim: hayatındaki bütün yanlışları bilen ama onlarla yaşayan bu yürekli arkadaşımızı birkaç yıl sonra kaybettik. Mafyacıların silahlı saldırısında vücuduna aldığı 14 kurşunla ölmeyen bu arkadaşım, kısa bir süre sonra kanserden vefat etti. Karlı tipili bir günde 20-30 kişilik cılız bir kalabalıkla yolcu ettik arkadaşımızı.
Toplantıya katıldıklarını anımsadığım diğer bazı arkadaşlardan da bahsedeyim. Bunlardan biri Cenk Ağcabay idi. Hemşeri olurduk. Tanışırdık. İlçemizin bizden sonraki kuşak doktorcularındandı. Bir iki gruba girip çıkmış, o günlerde Kadıköy’de kitapçılık falan yapıyordu. Yayın girişimimizi destekliyordu ve yayıncılığı nasıl yapacaksak yapalım yararlı destekleri olacak biriydi. İstanbul’un yayıncılık ortamında bana rehberlik edebilirdi. Cenk’le ilgili daha sonra Sosyal İnsan Yayınları ortamında da çalıştık. Onunla ilgili yeri geldikçe daha çok yazacağım.
Diğer iki arkadaşım Sedat Şen ve Hüseyin Budak idi. Önce kısaca Sedat’ı yazayım. Hüseyin’e çok yazma borcumuz var çünkü. Sedat Şen, Kurtuluş grubu kökenli bir öğretmendi. Bahçelievler’de bir etüt merkezi açmış, öğrencileri sınava hazırlayarak geçimini sağlıyordu. Hüseyin Budak vasıtasıyla tanışmıştık. Geçen yıllarda Kurtuluş düşüncesinden uzaklaşmış, Kıvılcımlı okumaya başlamıştı. Benim ortaya attığım birlikte Kıvılcımlı eserleri yayınlama fikrimi heyecanla karşılamış ve toplantıya gelmişti. Daha sonraki yıllarda “Şiddeti Kızıl Gülleri” isimli siyasi öykülerden oluşan bir kitap ta yayınladı Sedat. Ancak çaresi olmayan bir hastalık sonucu hızlı bir şekilde görme yetisini kaybetti. İşlerini yürütemez olunca da Trabzon’un bir ilçesindeki köyüne döndü. Birkaç yıl sonra da öldüğünü duyduk. Hüseyin Budak için çok şey yazmalıyız bence. Şimdilik sadece toplantıya katılışını ve katkısını anmakla yetineyim ama yine bu yazı dizisi içinde ona geniş bir bölüm ayırmazsak, bugün aramızda olmayan bu arkadaşımıza vefasızlığımızı sürdürmüş oluruz.
Ayrıca, yaşamımda çok önemli bir yeri olan, her daim yanı başımda olup, her zorluğumu paylaşan, kardeşten ileri Çetin’de yanımdaydı elbet.
Toplantıya başka katılanlar da oldu. Anımsadığım kadarıyla 8-10 kişiydik. Ancak bu bahsettiğim arkadaşlar, en aklımda kalan arkadaşlardı.
Toplantıda, derli toplu, bütün eserler dizisi halinde bir Kıvılcımlı yayıncılığı yapılması konusunda görüşlerimizi söyledik. Ben H. Atahan’ın işi yavaştan aldığını, binaya öncelik verdiğini anlattım. Arkadaşlar o olmadan da yayın işinde beni destekleyeceklerini beyan ettiler. Bazı arkadaşlar hemen taahhütler açıkladılar. Mesela Hasan hemen kasasından 1000.-TL çektirip koydu ortaya. Daha de ne gerekirse diyerek. Sedat bir meblağ taahhüt etti, ayrıca teknik hazırlıkları üstlenirim dedi. Çetin bir miktar söyledi falan… Hasan tüm mekanını, Sedat ofisini kullanabileceğimizi beyan ettiler. Cenk her türlü tanıtım ve çevre ilişkilerini yapabileceğini belirtti. Yeniden görüşmek üzere dağıldık.
Umutlanmıştım ama başka bir sürü sorunlar da vardı. Bu başka türlü sorunlar ve benim bu sorunlara yaklaşımım bundan sonraki adımlarımı ve önemli yanlışlarımı belirleyecekti.
Gelecek yazı: YAYINEVİNİN KURULUŞUNDAN ÖNCE III