Bugun...


Dr. Abdullah Köktürk

facebook-paylas
Türkiye’yi Yürüyerek Gezen Adam
Tarih: 02-07-2019 21:04:00 Güncelleme: 02-07-2019 21:25:00


 

 

 

Emekli Binbaşı ve Kaptan Hüseyin Kaya Türkiye’yi yürüyerek geziyor. En son Trakya’yı yürüyerek gezen Kaya, daha önce de İzmit’ten Antalya’ya yürümüştü. 

Hüseyin Kaya ile bir röportaj yaptık. Aşağıda sunuyoruz.;

 

- Kısaca kendinizi tanıtır mısınız ?

 

Şimdilik 64 yaşındayım. İzmitliyim. Gurur duyduğum Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu mezunuyum. Emekli Dz. Subayıyım. Binbaşı rütbesinde iken emekliliğe hak kazandım ve ayrıldım. Daha sonra ticari gemilerde çalıştım. 78 ülke ve yüzlerce liman kenti gördüm.

 

 

- Bu yürüyüş isteği sizde nasıl oluştu?

 

Yürüyüş yapan bir grup arkadaşım beni aralarına almadılar. Kilolusun, tansiyonun var diye bir sürü bahane ileri sürdüler. Onların varış noktasına ben de arabayla giderim dedim. Dağ yollarında giderken araç çamura battı. Çok uğraştım, çıkaramadım. Tek çare traktör bulup onu oradan çıkartmaktı. Traktör arıyorum ama nereye gittiğimi bilmiyorum. Elbette birisine veya köye ulaşacaktım. Geçtiğim her kavşağa çantamı koyup fotoğrafını çekiyordum. Aracımı bulabilmek için. Yağmur şiddetini artırdı, ayak tırnaklarım batıyor, ellerim sarkmadan dolayı parmaklarım şişmiş, yağmurdan dolayı üşüyordum. Neyse sonunda dağda odun kesen insanları ve traktörü buldum. Bu yürüyüş dört saat sürdü ve üç ayak tırnağına maloldu. Bu yürüyüşten sonrası çok kolay olacaktı. Çünkü yürümeye başlamıştım bir kere.

 

 

- İlk uzun yürüyüş rotanız İzmit/Gölcük - Antalya, o rotada neler yaşadınız?

 

Evet, bu uzun yürüyüşte ne gibi zorluklarla karşılaşacağımı bilmiyordum. Yaşanmadan da tecrübe sahibi olunmayacağı için yaşadığım her olumsuzluk bana tecrübe olarak geri döndü. İlk olumsuzluk kene ısırması ile oldu, İzmit'teki doktorum onu hemen hastanede aldırmamı söyledi. Tavşanlı Hastanesi’nde keneyi aldırdıktan sonra kan değerlerinin takibi için eve dönmek zorunda kaldım. Ama aklım yollardaydı. Kimbilir neler görecektim, yaşayacaktım. 10 gün bekleyebildim. Otobüs ile Uşak otogarına geldim. Benim Düldül'ün dengesi bozuktu. Düzelteyim diye tekerleklerin açısını değiştirdim. Daha beter oldu. Üstelik çukura düşürdüm, bu sefer de kırıldı. Uşak'ta alüminyum kaynak yapan yeri buldum, adamı bekledim, bu sefer istediğim gibi açı ayarı yaptırdım. Rahatladım. Birkaç gün sonra bu sefer çekme kolu dibinden koptu. Tek kol da gitmez ki. Bu sefer geri dönüş olmazdı. En yakın kaynakçı Denizli'de. Minibüse bindirdiler, ben de arabamın yanıbaşına. İndiğimizde lastik de patlamıştı. Hangi derdime yanayım? Neyse sanayide onu da buldum, iyiliksever bir arkadaş kaynağı yaptı, iç lastiği de yamadı. Düldül'ün yüzü güldü, tabii benim de.

 

 

- Trakya yürüyüşünüz ne zaman ve nereden başladı ?  Niçin bu rotaya karar verdiniz ?

 

Büyük Trakya yürüyüşü 8 Mayıs'ta Kestanelik/Çatalca köyünden başladı. İstanbul'un kalabalık insanlarından uzak bir yerden başlamak daha iyi idi. Aslında geçen seneden yarım kalan Antalya-Adana turunu yapmaktı niyetim. Seydişehir'den başlayıp, Toros dağlarını aştıktan sonra Mersin'in kuzeyindeki Toros eteklerindeki köylerden Gülek boğazı ve Seyhan barajından Adana'ya ulaşmaktı.

Ama Trakya'nın yaşadığım bölgeye yakın ve herhangi bir olumsuzlukta ulaşılabilir olmak da çok önemliydi. Üstelik, Istranca dağları, Bulgaristan ve Yunanistan sınır boyları, Gelibolu yarımadası, Çanakkale şehitler abidesine yürüyerek gitmek çok cazipti. Ayaklarımın gittiği yere gidecektim.

 

 

- Aileniz ve çevreniz bu yürüme isteğinizi nasıl karşılıyor?

Eşim sağolsun bu konuda beni çok destekledi. Çocukların da endişesi başta sağlık ve güvenlik idi. Ama zamanla onlar da alıştılar. Geçtiğimiz yıl Gölcük-Antalya-Adana yürüyüşü çok büyük hedefti. Ama yarısını bitirip de dönmek ayrı bir keyif oldu. Çevremde bulunan yürüyüş yapan arkadaşlarım yapabileceğime inanmışlar, beni destekliyorlar ve teşvik ediyorlardı. Onun için bu sene yaptığım Trakya yürüyüşü daha bir zevkli oldu.

 

 

- Geceleri nerelerde kalıyorsunuz ?

 

Gece yürüyüşü yapmıyorum. Köylerde kalıyorum. Ya da bir yerleşim yerinde. Köylerdeki mülki amir olan muhtarlarla görüşüp onların müsaadesi ile uygun olan yerde çadır kuruyorum veya gösterecekleri kapalı mahallerde kalıyorum. Yağmurlu ve soğuk havalarda tercihim kapalı mekanlar oldu, bu talebimi uygun görenler de oldu, görmeyenler de. Köylerde kalmanın birinci nedeni güvenlik, yiyecek ve suyun bulunabilirliğidir.

 

 

- Tekerlekli bir arabanız var. O da sizinle özdeşleşti. İçinde neler taşıyorsunuz?  Sırt çantası yerine neden böyle bir araca karar verdiniz ?

 

Bu denizci olmanın verdiği bir özellik. Önceden planlama yaparken yolda bana neler lazım olabilir diye düşünerek hazırlık yapıyorum. Kimseden tırnak makası isteyemezsiniz.

Dağın başında Düldül'ün lastiği patlarsa kimden anahtar isteyeceğim. Ya da lastik şişireceğim, bisiklet pompası. Gerekli malzeme ve şart. Gerekli olabilecek akla gelebilecek ne varsa. Tüplü ocak, sıcak su torbası ( Soğuk havalarda uyku tulumunun içinde çok iyi oldu ), ilaçlarım, kumanyam, yedek giysiler, mat, güneş enerji sistemim (telefon şarjı için gerekli), havlu peçete, konserve, hazır makarna ve çorbalar, ekşi mayalı ekmek. Uzun yürüyüşte bunların hepsini sırt çantası ile taşıyamazsınız. Hele belirli bir yaşın üstünde olan benim gibiler gibi.  Çadırım 4.5 kg, üç tane 1.5 litrelik su 4.5 kg, diğerleri de var. Yaklaşık 30-35 kg buluyor eşyalarımın ağırlığı. Ama her türlü konforum da var. İlk başta fazlaymış, gereksizmiş gibi gelen malzemeler öyle bir yerde lazım olur ki, o olmadan yürüyemezsin.

Onun için, işaret vermeye ayna, ses için düdük, çekmek için sağlam naylon halat. Şaka gibi ama gerçekler böyle. Çünkü yalnızım, doğa ile, malzeme ile her şey ile tüm yaşanabilecek olumsuzluklarla tek başıma mücadele ediyorum.

 

 

- Gittiğiniz köylerde sizi nasıl karşılıyorlar? Zorlandığınız oluyor mu?

 

Gittiğim yerlerde çok farklı kişilerle karşılaştığım için bu durum yaş grubuna, biraz eğitim durumuna, insanların ilgi alanlarına göre değişiyor. Deli misin diyenlerin yanında, satıcı mısın, define mi arıyorsun, niye bisikletle, motorla, arabayla değil de yürüyerek diye sorulan sorular her yerde aynı. Yürüyerek deyince davranışları hemen değişiyor. Ağızlardan takdir sözcükleri dökülüyor. Genel anlamda insanların yaklaşımı çok olumlu, hemen çay söylüyorlar, sohbet ediyorlar. Bazı yerlerde de yabancı gelmiş diye kimse ilgilenmiyor. O zaman işte yürü babam yürü faktörü devreye giriyor. Planlamada olmayan diğer köye gidiyorum. Çok da iyi karşılıyorlar, daha çok sohbet ve sorular soruyorlar. Kalacak yeri ya da çadır kurma yerini söylüyorlar. Gerektiğinde muhtarı yönlendiriyorlar.

Zorlandığım husus sadece kapalı mekanlarının boş ve pis olmaları. Yer göstermemeleri, uzun zaman muhtarı beklemek, köyün dışında ıssız bir yere çadır kurma yeri olarak göstermeleri. Benim amacım onlara daha yakın olmak, akşamları kahvede yaptıkları sohbete katılmak, uzak yerde çadır kurup eşyalarımın emniyetini alamam. Yolda köpek saldırılarına karşı koymakta zorlanırım elbette. Gerçi köpek savarım var ama, o da sağır köpeklere işlemiyor.   Zaten ben ilk önce muhtarlara ekmek, su istemiyorum. Varsa kapalı alan, yoksa çadır kuracak bir yer istiyorum sadece.

 

 

- Yollarda diğer araç sahipleri size nasıl davranıyor?

 

Yürüyüş süresince sol şeridi kullandım. Karşıdan gelen araç beni görsün, ben de onu göreyim diye.  Tam benim yanımda iki araç karşılaşır ise benim karşımdaki araç yavaşlıyor veya duruyor, ben de aynı zamanda duruyorum. Selamlaşıp geçişiyoruz. Kıyıköy tarafında hafriyat çeken kamyonların ikisi, üçü peşpeşe geliyorlar. En öndeki arkadaki araçları ikaz etmek için sol sinyali veriyor, yanımdan geçerken de korna çalıp selamlıyorlardı. Ama Uzunköprü’de, köprü yolu zaten dar, ben yine sol şeritte, karşıdan gelen bazıları sağa geçmemi işaret ediyorlardı. Hiç kimseyi umursamadan yoluma devam ettim.

Bir de Gelibolu yarımadasında jandarma geldi, kimlik kontrolü yaptı. Ben zannettim ki, kum plajındaki yazlıkçılar şikâyet etti, birisi geziyor diye. Daha sonra aynı jandarma arkadaşa başka köyde rastladım. O söyledi. Tur otobüs şoförü şikâyet etmiş. Trafiği tehlikeye atıyormuşum. Ben yine de vazgeçmedim sol şeridi kullanmayı.   

 

 

- Başınızdan geçen en ilginç olaylardan bazılarını anlatır mısınız?

 

Devletliağaç köyünden Kalkansöğüt sınır köyüne gideceğim. Köydeki domuz kasabı akşamdan babasına tembih etmiş. “Bizim buranın yokuşları çok dik, komutan fazla zorlanmasın, sen onu yarın sabah Vaysal köyüne bırakıver” demiş babasına. Akşam konuştuklarımızı ben fazla önemsememiştim ama, sabah erkenden Ahmet abi reno toros ile geldi. “Hadi gidiyoruz” dedi. Benim arabayı, onun arabasının üstüne bağladık. Eşyaları da içeriye koyduk. Hulusi Akar’ın teğmen olarak görev yaptığı yeri gezdik. Şimdiki hali harabe tabii ki. Neyse, beni Vaysal köyünde bıraktı. Ondan sonra yürüyerek Kalkansöğüt köyüne gideceğim.  Kimsenin geçmediği, sadece köylerde süt toplayıcıların dolaştığı yollar.   Bu arada bir yol ağzına geldim. Hafif yokuş, çıksam mı, çıkmasam mı o yokuşu. Sanki yol devam etmiyormuş gibi bir his de var içimde.  O sırada motor sesi duydum. Döndüm arkama, yaklaşsın da sorayım dedim. Motor geldi yanıma iyice yaklaştı, “Kardeş bu yol, Kalkansöğüt köyüne gider mi?” diye sordum. “Ben de size onu soracaktım” dedi, kafasındaki kaskı çıkardı.  Aaa, bu bizim Uğur, gemide beraber çalıştığım usta gemici arkadaş. Kader ortaklığımız var. Dün akşam kaldığım Devletliağaç köyüne uğramış, beni sormuş, oradan Vaysal köyüne gelmiş, “Arabayla birisi geçti mi buradan?” diye sormuş, “Şurdan gitti” demişler. Motoru ile 100 km yol yaparak beni sınır boyundaki yolda buldu. Benim için çok büyük sürpriz oldu.

 

Bir diğer de, Gelibolu yarımadasındaki  Karainebeyli köyünden Refik Dağlı beni çok şaşırttı.

Kendisi 79 yaşında ama mükemmel hafıza ve hikaye anlatıcılığı ile beni mest etti. 800 km yol yürüdüğüme değdi dedim kendi kendime.  Nota bilgisi yok ama birçok ustadan çok daha iyi müzik kulağı ve bilgisi var. Onu, ağzım açık dinlerken video kayıt yapmayı unuttum ama son anda üç hikayesini kaydettim. Yörenin en eski bilgelerinden biri. Ezanların makamların ı anlattırdım. O kadar güzel anlattı ki, sabah ezanını anlatırken saba makamında ezan okudu arkasından saba şarkı söyledi, hicaz öğle ezanını okudu, arkasından yine hicaz şarkı okudu. Kulağı o kadar kuvvetli ki, makamlar arasındaki geçişleri de çok iyi biliyor. Benim de Türk Sanat Müziği ile ilgili olduğumu duyunca iyice coştu. Anlattıkça anlattı. İyi ki Karaisabeyli köyüne uğramışım.

 

Son olarak, büyükdedemin Çanakkale’de şehit olduğunu çocukluğumdan beri duyarım.

Kardeşimin yaptığı bir araştırma ile Anafartalar’da, 16. Alayda görevli olduğunu kayıtlardan buldurmuş. Yürüyüş sırasında, “Dedem de bu topraklarda, buralarda çarpışmış ve şehit olmuş” diye hep aklımdan geçirdim. Anafartalar benim hazırladığım rotanın uzağında. Kesin yerini ve mezarını ya da isminin bulunduğu taşın yerini bilsem muhakkak ziyaret eder bir Fatiha okurdum. Ama hiç aklımdan çıkmadı. Seddülbahir konaklamasından sonra, Morto koyundan Abideye çıktım.

Orada tarihi alanda görevli arkadaşlarla kısa sohbet sonrası Abideyi gezmeye başladım. Abidenin tam karşısında bulunan savaşı temsil eden kabartma rölyefin arkasında yeni yer yapmışlar. Tüm şehitlerin, tabii kayıtlı olanların isimlerini şehirlere göre ayırmışlar, 20’li olarak fiber malzeme üzerine yazmışlar.

Bir de şuraya bakayım dedim. Kocaeli’yi buldum. Acaba benim büyükdedemin ismi de var mı acaba diye dolaşıyorum. Tam ümitsiz bir şekilde dolaşırken karşıma çıktı. Şerif Ali oğlu Hüseyin. Dedem şehit olan babasının adını bana vermiş. Yıllardır şerefle, onurla taşıdığım ismimin asıl sahibini buldum. Bir an gözlerim doldu. Oturdum, genlerini taşıdığım insan buralarda, bir yerde idi. Hepsinin mekanı cennet olsun.

 

 

- Bu tip yürüyüşlerin tehlikeleri yok mu?

 

Hayatta kalmak zaten başlı başına bir tehlike.  Gerekli tedbirleri alırsanız bana göre herhangi bir sıkıntı yok. Öncelikle sağlıklı olmak lazım. Yüksek tansiyonum var, son zamanlarda da kalp damarlarında %50 daralma olmuş. Bunun için yanımda daimi kullandığım ilaçlarım var. Aksatmıyorum.  Doktor kontrolleri yapıldıktan sonra yola çıkıyorum. Ortopedi doktoruna gidiyorum, dizlerimin röntgeni çekiliyor. Doktorun vereceği tavsiye ve ilaçlara göre hareket ediyorum. Bu işin sağlık tarafı.

Emniyet tarafında ise insanların konakladığı yerlerde veya yakınlarında kalıyorum.  Yolda domuz gibi yabani hayvanlara rastladım. Hatta Dupnisa mağaralarının bulunduğu yerde çadırın içinden, dışarıdaki domuzların homurtularını duyuyordum.  Kendisinin işine yarayacak yiyeceklerin kokusunu alırsa elbette ona ulaşmak için çaba harcayacak.  Köpekler de aynı. Koku yayan yiyecekler taşımamak lazım ya da plastik ağzı kapaklı kaplar taşımalı. Hayvanlar yaralı olmadığı sürece insanlara zarar vermezler.

Ekipman açısından yolda gerekli olabilecek her türlü malzemenin taşınması gerekir.  Özellikle tekerlekli araç ile yürünüyorsa.  Herhangi bir malzemenin kırılması, kopması durumunda yeni fikirler ile pratik çözümler bulunabilmeli, en yakın veya telefonun çekebildiği yere kadar gidilebilmeli.

 

 

- Bu tip yürüyüşleri tavsiye eder misiniz? Size ne katıyor?

 

Bu yürüyüşleri yapmak isteyen kişilerin sabırlı ve disiplinli olmaları birinci şart. Bunlar var ise elbette tavsiye ederim. Bu insanın arınması gibi bir şey.  Arınma kelimesi ile, yemek konusunda çok olgunlaşıyor insan. Çok az yerde insanlar yemek ikram ediyor. Her zaman zeytin ya da peynirin olacak. Ekşi mayalı geç bayatlayan ekmeğin olacak. Karnın doydu mu, senden mutlusu yok. Her zaman yaylı yatakta yatamayacağını öğreniyorsun.  Zaman zaman toprak üstünde, zaman zaman beton üstünde, arada sırada da çimen üstüne serdiğimiz matın üstünde yatıyorum Çadırın altında kalan taşlar batarsa pozisyon değiştiriyorum. Beni akşam olduğunda dış dünya ile sadece çadır bezi ayırıyor. Tabiatın sesini dinliyorum. Her canlının en az senin kadar yaşama hakkının olduğunu anlıyorum.  Yolda yürürken karınca gördüğümde, aman ezilmesin diye bir adım ileri atıyorum. Kendime güvenim bir kat daha artıyor. Yeni yerler görüp, yeni insanlar tanıyorum. Özellikle Refik Dağlı abimizin dediği gibi dış görünüşü ile insanın kim olduğunu bilemezsin.  Ona gönül gözü ile baktığında iç dünyasındaki bilgeliği yakalarsın. Evet, gittiğim köylerdeki insanları bir günde çok iyi tanıyamasam da, onların da eskiye olan özlemlerini görebiliyorum. Yaşam şartları altında nasıl ezildiklerini anlayabiliyorum. Köylerde yaşayan insanların bir eli yağda, bir eli balda değil. Hayvanına bakarsan, tarlana ektiğini sularsan, otunu temizlersen sana bir şeyler verir. Hayat çok güzel, yaşamak çok güzel ama yattığın yerde değil. Çalışırsan her şey çok güzel.   

 

 

- Bundan sonra hangi rotaları düşünüyorsunuz?

 

Geçtiğimiz yıldan yarım kalan Antalya-Adana rotasını Seydişehir-Adana olarak yeniden düzenledim.

Toros dağlarını çok merak ediyorum. İşte beni bu merak duygusu yollara düşürüyor. Kayseri (Erciyes dağı üzerinden)Kapuzbaşı şelaleleri - Adana,  Adıyaman-Nemrut-Atatürk barajı çevre köyleri ve Adıyaman,   Kültür gezisi olarak Diyarbakır-Batman-Hasankeyf-Midyat-Mardin ve tekrar Diyarbakır.

 

 

Teşekkür ederiz. Ayaklarınıza kuvvet. Yeni maceralarınızı takip edeceğiz.

 

 

Fotoğraflar: Hüseyin Kaya

Hüseyin Kaya yürüyerek gezdiği yerleri Yürü Babam Yürü adlı sayfasında paylaşıyor. Sayfaya https://www.facebook.com/groups/360883311093852/  adresinden ulaşabilirsiniz.



Bu yazı 25350 defa okunmuştur.

Nihat Taşdemir / 31-10-2019 12:11

Ne güzel keşke ben de yapabilsem



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI