Bugun...


Fatih Akbulut

facebook-paylas
HİÇ BİR ŞEY ve ÇOK ŞEY
Tarih: 10-08-2015 14:04:00 Güncelleme: 10-08-2015 14:42:00


Seçimin üstünden 64 gün geçmedi mi? 07 Haziran-09 Ağustos 2015 arası ülke iktidardan düşmüş bir partinin hâlâ süren hükümeti ile yöneti(lemi)liyor… Suruç’ta 20 Temmuz 2015 günü sabahında IŞİD militanınca canlı bomba olarak patlattığı bombanın aldığı 32 gepegenç canın ardından yirmi gün geçti ve bu yirmi gün içinde ilan edilmiş/edilmemiş kirli bir savaşta gençler öl(dürül)meye devam ediyor… Bunun bir savaş / İç savaş olduğu, ülkenin kendini başbakanı sanan ama gerçekte bir kötü kopya olan ama ne yazık ki en yetkili ikinci ağız olarak anılan kişisi tarafından açıklanıyordu geçtiğimiz günlerde. Güya terör ile mücadele edilecek diye uluslararası bir terör belası olan başta IŞİD olmak üzere PKK ile mücadelede dağ, taş, köy, sınır içi, sınır ötesi bombalanıyor. Her gün sürekli şehit cenazesi ve öldürülen PKK gerillasından geçilmiyor haberlerde. Çoğumuz haber bile izlemez oldu; kaçışın, görmezden gelmenin dayanılmaz hafifliği ile... Kızsan kızılmaz, eleştirsen eleştirilemez bir psikolojinin ezikliği tavan yapıyor...

 

Yirmi gündür yapılan bu operasyonların bilançoları, ölenlerinin artık iyice sayıya bağlandığı açıklamalar ile duyuruluyor sanki çok önemli bir başarı kazanılmış gibi… “Lanetlemeler”, “kanı yerde bırakmayacak“, “Hainlerden hesap sorulacak“ …vs temcit pilavları her gün yeni iğrenç soslarla önümüze sürülüyor ve bizi/sizi/onları oluşturan sessiz çoğunluk tarafından da yeniyor hiç sorgusuz sualsiz… 

 

Üstelik bir de yüzsüzce, arsızca ve gözlerimizin içine bakıp da bu son dört yılda oynanan “Açılım, Kürt sorunu çözme Süreçleri”nde karşılıklı oyun oynandığını anlatan ve her seferinde topu karşı tarafa atan açıklamalar yok mu, en çok da o insanın canını acıtıyor. Yıllardır bunların kandırmaca, oyalamaca, oy ve sandık ve sahte istikrar söylemleri ile tüm toplumu “Şehit Cenazesi gelmiyor” ajitasyonu ve duygu sömürüsü ile kandırma olduğunu söylemiyor muydu onca aklı başında insan? Geldiğimiz nokta bunu haklı çıkarmıyor mu? 

 

Geldiğimiz bu savaş sürecinde ise özellikle iktidar(sız)ın -güdümlü- o yetkililerinden duyduklarımız ise tamamen yüzde onüç oy alarak seksen milletvekili ile Meclise giren HDP üzerine suçlamalar üzerine kurulu bir seçim hazırlığı değil de nedir? Çözüm sürecinde özellikle “Dolmabahçe mutabakatı“ ve “Masanın devrilmesi” konularında HDP’nin yalanlar söylediğini hatta Abdullah Öcalan’ı bile aldattıklarını söyleyebiliyorlar. Ancak ikna etmeye ve esasında kandırmaya çalıştıkları ülke halklarını milliyetçi hassasiyetlerle etkilemek amaçlı bu söylemlerin gerçek manada yalan veya doğru olduğuna dair elde ne gibi bilgi vardır, bilen var mıdır? 

 

Her iki tarafın yaptığı stratejik, politik ve kendi amaçları doğrultusundaki açıklamaları haricinde kısacası tamamı dezenformasyona (bilgi kirliliğine) dayalı bilgi kırıntılarıdır bizim bil(ebil)diklerimiz. Ancak çokça hamaset, milliyetçilik, kan, vatan, bütünlük, parçalanma, hainlik gibi kafatasçı söylemlerin ötesine geçmeyen “saf sıklaştırma ve sorguya, suale ve hesap sormayı enaza indirecek kirlilik” tir bütün bunların hepsi… Aslını ortaya koyan, açıklayabilen ve bir tek geçerli doküman ortaya koya(bile)n var mıdır? "Söyle dur, nasılsa aksini, doğruluğunu ispatlayacak dökümanlar nasılsa bizim elimizde; devletin gizli arşivlerinde, gizli kapaklı yapılan konuşmalarda, antlaşmalarda şimdilik..." Algısı oluşturacak tüm davranış biçimi ortalarda dönüp durmuyor mu? 

 

Bu çözüm süreci sürecinde dillerinde pelesenk yaptıkları ve Kandil-Ankara ve İmralı üçgeninde gerek devletin açık/gizli organları gerekse HDP aracılığı ile yaptıkları görüşmeler, gizli antlaşmalar ve açıklamalar bir günde mi değişikliğe ve sekteye uğramıştır? Dün yaptıklarını bugün tamamen inkâr etmek ve sorumluluğu başkalarının üstüne yıkmak nasıl bir psikolojidir anlamak mümkün müdür? Daha dün gibi akıllardadır, Newroz alanlarında açıklanacak bildirilerinin, ülkeye barış söylemi diye aktarılmasını allayıp pullayıp sürece destek ve çözüm günlerce övgüler düzmediler mi? Bu şenliklerde onca şaşaa ve en çok da Kürtlerin asimile olmuş, değişime uğramışlarıyla ve Kuzey Kürdistan yetkilileriyle kutladıklarını unuttuk mu? Bütün bunlar olmuşken şimdi bu savaş tamtamları ve bombaları ve akıtılan kanı anlamak nasıl bir içselleştirme ile olacaktır bilen var mı? “ Ülkeye barış geldi, artık tüm halklar eşit olacak, anayasa da değişecek, demokratik kurallar ve kurumlar artık batı standartlarında çalışacak “ söylemleri, hayalleri ne çabuk unutuldu? Yalan üzerine kurulan bu sahte vaatlerin suyu ve foyası çok çabuk ortaya çıkıyor, di mi? 

 

Bütün bunların ardında yatan ise tek kelime ile KORKU’dur. Tüm olayları, gelişmeleri kronolojik olarak alt alta yazdığınızda ortaya kocaman bir “GEÇMİŞ KORKUSU“ çıkıyor… Acemilik, kalfalık ve ustalık sürecinden geçen bir dokuz yılın ardından son dört yılda artık tamamen güce tapınılan bir siyasi iklimdi ülkeye hakim olan. BİAT’a dayalı bir sorgusuzluk ve sualsizlik ile gelişen ve somutlaşan bir itaat; egemen güç ve zalimliğin verdiği bir kibir ve üstencilik ile şekillenmiş bir önderlik bozuntuluğu ve ardından gelen hiç beklenmedik bir seçim yenilgisi… Son on yılda özellikle Kuzey Afrika, Mezopotamya, Yakın doğu ve Kuzey Asya, eski Rus cumhuriyetlerindeki gelişmeler, ayaklanmalar, darbeler ve hesap sormaların ortaya koyduğu küresel gelişmeler de dikkate alınca bu korkunun nasıl bir psikolojik bir etki yaptığı ortaya çıkmıyor mu?

 

Ancak “Şark Kurnazı” olmanın yanı sıra bir de karşısında duranların basiretsizliği, dirayetsizliği ve öngörüden yoksun geniş görüşlülük ve farklı hesaplar da ekmeklerine yağ sürmüyor mu? Yanıtı verilemeyen bu sorunun gerçekliğinde ZALİM insanoğlu böyle bir süreçte işi artık tamamen pervasızlığa sürüklemez mi? İşte olan da tam olarak budur. 07 Haziran seçimlerinde bu beklenmedik yenilgiyi tatmış ve şaşkınlık içindeki zalimliğe bir dur diyecek %59’luk blok oluşmuşken geldiğimiz aşamada ki bu sonuca ne denebilir ki?

 

Buna sadece ve sadece “AYMAZLIK“ demek yeter mi? Ve eğer eski örneklerde olduğu gibi bilinçli ise bu örtülü destek katışıksız bir şekilde “BASTON”luk anlamı taşımaz mı? Hele böyle tam hesap sorulabilir, ülkenin demokratik tüm kurul ve kurallarını yeni baştan ve yepyeni çağdaş değerlerle kurmak varken, bunu saçma sapan bir onbeş milyonu tanınamamazlıktan gelmenin gerekçesi yapabilmek nasıl açıklanabilir ki? Laf salataları, teröre karşı laf söyleyememek falan gibi bahanelere geçmişteki işbirlikleri ile yanıt verilir ki kimsenin de aklı başında yanıtı olamaz bunlara. Gerçi bizim milliyetçilik jargonunda el sallayıp “Hade Ordan be…“ söylemleri de az ve ünsüz değildir hani sonuçları her ne kadar üzücü ve pişmanlık getirecek de olsa.

 

İşin en dayanılmaz tarafı ise Zalim ve Kibirli muktedirin, geldiğimiz bu noktada, sevinç içinde ellerini ovuşturmakta ve yaptığı milliyetçi ve etnikçi ve kan üzerine hamaset ve savaştan beslenen zalim politikalarını yeniden hayata geçirerek iktidarını yeniden yeni bir seçimle pekiştirebileceği hesaplarını yapmakta olmasıdır. Seçim propagandalarının başında, kibrine çok güvenip ve HDP’nin barajın altında kalacağına olan inancı ve isteği doğrultusunda çıtayı 400’den açmanın ve zaman içinde sadece iktidar olacak sayıya razı olan bir ruh halini HDP barajı aşarak çokça bozuvermesi ise işe tuz-biber ekivermiştir. 

 

Üstelik yıllardan beri kaynayan kazan olmaktan kurtulamayan Mezopotamya ve Anadolu’daki dengeleri bilen, analiz edebilen, çözüm yerine çözümsüzlüğü dikte eden güçlerin varlığı tartışmalı değil midir?

 

Kapalı kapılar ardında, IŞİD belası nedeniyle ve ABD’nin büyük ihtimal emrivakisi ile (ki İncirliğin ABD kullanımına açılması en büyük göstergesidir) yapmak zorunda kaldığı işbirliğini kalkan yaparak çatışmayı esas Kürtlere yöneltivermesi HDP’yi yeniden baraj altına itiverme ve böylece onun milletvekillerini ele geçirip tek başına iktidar olma arzusunun sonucudur.

 

Artık bombalamaların, savaş düzenine geçmelerinin, bu kötü düzenin kurbanı genç ölümlerinin sayılarla ifade edilerek sıradanlaştırıldığı bu kirli savaş için bir algı oluşturulmaya çabalanmaktadır. Bu çabaların ardında, asayişi ve güvenliği sağlama gerekçesi olmasına karşın gelişen olaylara daha geniş bakıldığında gerçekte bunun bir kılıf olduğunun gerçek olduğunu düşündürecek bir sürü olgu vardır. Seçimde HDP ve MHP’ye kaptırdığı büyük orandaki oylarını geri alabilmek için savaş çığırtkanlığı ile HDP’ye yüklenmekte bir taşla iki kuş vurma telaşıdır bu çokça. Üstlendiği ve büyük olasılıkla ABD’nin de işine gelen “Kontrollü Karmaşa“ stratejisini her türlü olanakla kullanmayı denemektedir bu açıdan bakınca görülen olaylar.

 

Suruç katliamından sonra IŞİD’in katlettiği asker ve iki polisin PKK tarafından katledilmesinin ardından uygun ortamın oluştuğunu varsayıp savaşa başlayarak bu kontrollü karmaşayı erken seçim ve tek başına iktidar için kullanmaya çabalamaktadır kısacası iktidarı yitirmiş ama hükümet etmeyi sürdürenler. Ancak IŞİD bu savaşın neresindedir diye soranlar ise bunun yanıtını sadece ve sadece isim değişikliği (yani IŞİD yerine DAEŞ denmesi) olarak alacaklar daha doğrusu alamayacaklardır hiç kuşkusuz…

 

Ortadoğu’nun büyük bir kısmını elinde tutan IŞİD’in petrolden milyar dolarlar elde ettiğini bilmeyen var mıdır? Bu petrolün uluslararası piyasada dolaşımından komisyon alan devletlerin varlığı ve buradan akan para sayesinde devasa bir örgütlenme varken kim bu işe dört elle sarılıp dur diyecektir? Üstelik bizim gibi oradaki mezhepsel çatışmanın tarafı olmak veya olmamanın bedeli ne olmuş ve ne olacaktır, bilen var mıdır?

 

Sistem öyle güzel bir ağ çevrimi içinde kurulmuş ve işlemektedir ki bu sistemin çanına ot tıkamanın zorluğunu herkes kabullenmiştir. Küresel bir ağ halini almış bu sistemde camiler, tekkeler, tarikatlar, cemaatler, kahvehaneler, dükkânlar ve sıra sıra evler bu ağın mekansal ve insansal ve en önemlisi inançsal parçası olmuştur. Yoksulu da eğitimlisi de, zengini de bu ağın çekiciliğine kapılıvermektedir. Ortamın karmaşasından politik, siyasal, ekonomik çıkarı olan ulusların ise bunları açık/gizli destekleri ise işin iyice içinden çıkılmaz hale gelmesinde büyük rol oynamaktadır. 

 

IŞİD bu katılanlara ne vaat etmektedir? Gelecekte bol para ve iyi hayat… Çıkıp geldikleri Adıyaman, Hacıbayram ya da Avrupa’nın en gelişmiş şehirlerinin en izbe varoşlarında sefil bir yaşam sürmektense, lüks evlerde her birine seçebilecekleri onlarca kadınla bir yaşam… Kölelik, cariyelik haremsel bir yaşamın kapıları açılıveriyor bu gençlerin önünde. Bunların yanında ise kendi güçlerini kanıtlayabilecekleri olanaklar: Silah, bomba ile ortaya konabilen şiddet sarmalındaki damarlarında akan deli kanın beslediği GÜÇ… O ana kadar ki yaşamında hep ezilmiş bir kişiye verilebilecek bu ihtişamı ve gücü düşünebiliyor musunuz? Üstüne üstlük tüm bunları çok ama çok kutsal bir dava uğruna İslam adına yapılıyor olmasını? Yani ortaçağ Hıristiyanlığının 21. Yüzyıl sürümü…

 

Geçen sene konsolosluk baskını ve rehinelerin onca zaman bir muamma şekilde esir tutulmaları ve sonrasındaki serbest bırakılma hikayesinde öne çıkan IŞİD ismi ile sonrasındaki söylemleri anımsayanlarımızın veya hiç unutmayanlarımızın kaygıları ne olacak? Sonuçta hep kandırmaca, hep uyutma, hep bir hamaset ve ardından halkların balık hafızasına aşırı güven… Soran yok, soruşturan yok, hatırlatan yok, hesap soran yok… Ama göz boyamaya, garip/gureba ve mazlum edebiyatı yapmaya o kadar çok laf var ki… Hâlâ daha bu sürmekte… Tırlar, türbe taşıma, sınırların yol geçen hanına dönmesi, sünnilik üzerine yazılan destanlar, muhalif birliklerin büyük şehirlerdeki irtibat büroları ve devlet ile ilişkileri ise sadece bu olayın görünen ve üzerinde durulup durulup unutulan kısımlarıdır, sadece...

 

Süren daha doğrusu bir tiyatro sahnelercesine oyalanıp zaman doldurulan koalisyon kurma süreci bu bağlamda değerlendirsek haksızlık mı yapmış oluruz? Yoksa bu haksızlık söylemi bile çok mu iyiniyetli ve safça olur? Karar sizin? Bunu yaparken geçmişte “MİLLİ İRADE…” deyip güya baş tacı ettiği halk ile dalga geçercesine 45 günlük süreçleri gizli/açık iradesini yine gizli/açık ve müdanasız sergileyerek kilitlemekten hiç mi ama hiç çekinmemektedir.  Çünkü bilmektedir ki aksi durumda her an hesap vermenin korkusunu yaşayacak, ölüp ölüp dirilecektir.... Yani KAYBEDECEĞİ ÇOK ŞEYİ vardır…

 

Kaybedeceği HİÇ BİR şeyi olmayandan ürkülmesi gerektiği kadar kaybedeceği ÇOK ŞEYİ olandan da ürkülmelidir…

 

Ziverbey.   09 Ağustos 2015



Bu yazı 20737 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI